Asıl felaket, içimizdeki çürüme

Bir açıdan bakınca, inanılmaz olaylar yaşıyoruz.
Başka bir açıdan bakınca da…
Şaşırmak anlaşılmaz görünüyor.

* * *

Al dinleyeni, vur dinlenene denecek bir din pazarından, dudak uçuklatan para rezillikleri… Ortalığa saçılan telefonlarda, sağlıklı bir toplumda kamu görevlisinin boynuna dolanması gereken yükseklikteki kara paranın, bizde adamların yürüyüşüne tümsek bile olamayışı…
Demek çöküntü içimizde. Yayılmışlığı da, derinliği de korkunç ölçülerde olmalı. Kamyon yükü paralar ayaklarına dolanmadığına göre… Onları taşıyan toplum onları oradan indiremediğine göre…
Bakışlarımızı asıl çevirmemiz gereken yer, içimizdeki çürümenin boyutları değil mi?

* * *

Bir tek kazada yüzlerce madencinin öldüğü bir büyük acı olay yaşadık. Çürüme bizi öyle değiştirmiş ki, kazayı yaratanın ormana yakışır bir vahşet olduğunu görüp gereğini yapamadığımız gibi, kazanın sonuçlarını onarmaya çalışırken sergilediğimiz korkunç çürümüşlüğü de göremiyoruz.
Yangından kurtulanlar bas bas bağırıyor: “Ocakta en az 750-800 işçi vardı.”
Evdeki kamyon yükü halk parasını nasıl sıfırlayacağını konuşan sözde kamu görevlileri, kimse girip çıkamasın diye ocağa beton döktürdüler. Şimdi ölü sayısı olarak gazetecisiyle politikacısıyla, bir sayıyı ezberliyoruz:
“Üç yüz bir.”
Oysa kurtulanlarla ölenlerin sayısını toplayınca, doğru sayıyı duyurmaya çalışan işçilerin söylediği sayıya yaklaşamıyoruz.
Çürüme, işlevini yerine getiriyor. Hemen aldık ödevimizi, ezberliyoruz:
“Üç yüz bir, üç yüz bir, üç yüz bir…”
Partisinin grup toplantısında konuşma yapmak yerine, ölen işçilerin adlarını okuyup 301’de duran sözde muhalif önder de aynı şeyi yaptı. 301’i belletiyor topluma.
Hesap ortada. İlkokul bir’de okuma yazma öğretilir ama ikinci sınıfta bu soru çözülür.
Söz konusu olan, insan! İki sayının arasındaki sayı, yüzlerce insan!
Toprağa gömüldü… Toprağa bile değil, kömüre… Kömüre bile değil, küllü suyun betonuna…

* * *

“Şunlar şunlar olduktan sonra, bu son kaza normal” derken, yaşadığı duygusallıkla ağzından “müstehak” sözcüğünü kaçıran yazar linç ettirilmek istenirken, ortalığı pis kokulara ve kana boğan büyük çürümenin hepimize bulaşan asıl rezaletini gözden kaçırıyoruz.
Kaç kişi öldü, kaç kişi hâlâ ölmedi, belki de yaşıyor, diye merak bile etmeyebiliyoruz. Nasıl durabiliyoruz?
“Madende kalan kaldı, çıkmış olan çıktı, ölüsü çıkan da gömülür. Bu iş de burda bitsin,” tutumunu bize benimsetmek isteyenler de, sendikacısıyla işvereniyle, iktidarıyla muhalifiyle, oldukları yerde duruyor, çürümenin egemenliğini korumaya çalışıyorlar.
Üç yüz bir’miş!..
İlkokul ikinci sınıfın aritmetik sorusu ortada çözülmemiş dururken 301’i benimseyip sindirerek söyleyebilenin insanlığı, vahşet düzenini yerleştirmeye uğraşanların istediğince eksilmiş demektir.

* * *

Toprağın altındaki madende…
Canlı olsun, ölmüş olsun…
Kaç kişi kaldı, kimler kaldı diye merak etmeden toprağın üstünde yaşayabilenlerden…
Yönetici olsun, onu alaşağı etmeden yönetilen olsun…
Korkuyorum.
Çürümenin bu içimize işlemişliğinden, bu bizi dönüştürmüşlüğünden…
Korkuyorum.
Asıl büyük felaket, bu çürüme.
Çok daha büyük acıların hazırlayıcısı.