Bakkal, kasap, manav...

Ekmeğinizi bakkaldan ya da fırından, meyvenizi sebzenizi pazardan, manavdan, etinizi kasaptan, kahvaltılığınızı kahvaltıcınızdan, bakkalınızdan, pastanızı kurabiyenizi pastanenizden, mantınızı yufkanızı yufkacınızdan alın. Sütünüzü sütçüden… Bu apartman çağında nerden bulacağız sütçüyü demeyin. Arayan bulurmuş. Ben aradım buldum. Gazetenizi gazetecinizden, kitabınızı kitapçınızdan… Giyim kuşamınızı da küçük mağazalardan.

Balığınızı balıkçınızdan alın. Her balıkçının önü, kedi köpek doludur. Süpermarketteki balıkçının önünde bir tek kedi köpek görebilir misiniz? Orada, doğaya, sokağa yabancılaşmış, apartman yaşamının komşusuz bıraktığı yalnız insanlara satılmak üzere tutsak kediler, köpekçikler vardır kafeslerde.

Ayıp bir şey alıyormuşsunuz gibi şişeleri siyah torbaya koymaları sıkmasın canınızı geçecek bu günler. Siz yine içkinizi Tekel satıcınızdan alın.

Çerezinizi de kuruyemişçinizden… Hem de tartılıp satılan açıklarından. Kuruyemişin kendine verdiğiniz kadar da o yaldızlı ambalajlara para vermemiş olursunuz.

Böylece ne mi olur?

Kalem almak için kırtasiyeciye girdiğinizde, kalem alıp çıkarsınız. Görmüşken, belki yanında silgi, çok çok bir de kalem açacağı. O para yutma canavarı büyük süpermarketlere girdiğinizde gözünüze her çarpanın kendini anımsatması tuzağına düşmezsiniz kırtasiyecide.

Başka ne mi olur?

İki kalem, bir silgiye kredi kartı kullanmayacağınız için, paranızı verip çıkarsınız. Ama kredi kartları sizi, o üç beş liranızın bile cebinizde bulunamadığı bir yaşama alıştırdıysa, üç beş lira için kredi kartı kullanmayacağınızdan, ayaklarınız sizi bir süpermarkete götürür. O gün almayı düşünmediğiniz şeyleri, kredi kartı komisyonlarının şişirdiği fiyatlarla demir sepete doldurur, üç beş liralık harcamanızın yüz liraya nasıl yürüdüğünü anlamadan, kendinizi kasa kuyruğunda bulursunuz.

Düzenli bir işte çalışıyorsanız ya da emekliyseniz, aylık bir geliriniz de vardır… Ama artık sizin değildir o gelir. Çünkü o kuyruklarda, ayın daha önceki günlerinde yaptığınız borçlanma işlemleriyle, aylığınızı süpermarket patronlarına, bankalara bağlamışsınızdır.

Bir de başkalarıyla ilgili yarattığınız sonuçlar var.

Çalışan, üreten, geçimini kazanan biri, çalışmakla birçok kişiyi, kimi yakınlarını, üye olduğu dernekleri, düşüncesini paylaştığı partiyi, daha birçok dayanışmayı da ayakta tutar. Bakkal, kasap, manav, pazarcı, yufkacı, kuruyemişçi, gazete satıcısı, kitapçı, kırtasiyeci, sütçü, balıkçı, pastacı, kahvaltıcı… Çocuklarını okutur, hastalarını tedavi ettirecek, yaşlılarına bakacak gücü kendinde bulur.

Siz onlardan alışveriş etmediğinizde ne mi olur? Ayda evine beş on bin lira götüren, yanında da bir kalfa, bir çırak çalıştıran kasap, size görünmemek için, sizin alışveriş ettiğinize uzak bir süpermarketin et reyonunda, asgari ücretten sigortalı, bin beş yüz lira aylıklı bir tezgâhtardır artık. Ne derneği kalmıştır ne partisi… Ne cenazesi kalmıştır gidebildiği ne düğünü. Evindeki ‘kaşık düşmanı’ olarak görmeye başladığı yaşlı büyüğünün bir an önce ölmesini beklemektedir kendinden utana utana. Çıraklar hepten sokaklara düşmüştür. Gelsin kapkaç, uyuşturucu, gelsin çete…

Hiçbir sütçünün süte kattığı su, hiçbir kuruyemişçinin bayat fıstığı, hiçbir manavın çürük meyvesi, o borçlandırma kartlarıyla bize dayatılan kölelik düzeninin hormonları kadar, ambalajlı yiyeceklere katılan dayanıklılaştırıcı kimyasallar kadar zararlı olamaz. Onların hiçbiri fiyatlarda kazık atmak isterken, süpermarketin iki meyvede şaşırtıcı fiyat indirimi yapıp öbür meyvelerin hepsini üç beş katı fiyata yutturuvermek gibi göz bağcı taktikler yaratamaz. Siz küçük bir manavda 99 kuruş küsuratlı fiyat etiketi gördünüz mü hiç?

İnsanlı ilişkide utanma vardır, insanlık vardır. Süpermarkette sistem vardır. İnsansız sistem, katil üretir. Bakkalda, pazarda, yufkacıda, balıkçıda… Ne kadar çekişirseniz çekişin, sevgi yaşar. Öykü yaşar, roman yaşar. Kedi yaşar, köpek yaşar, insan yaşar, insanlık yaşar.