‘Sözel’den ‘Sayısal’a Yüzde 1

Geçen hafta sonu toplanan Türkiye Komünist Partisi yönetici kurulları, 2010 yılı hedeflerini kamuoyuyla paylaştı. Türkiye’nin geçmekte olduğu sürecin köşe taşlarıyla analizini, yaklaşan seçim dönemini de göz önüne alarak, partinin önündeki görevleri saptamakla birleştirdi. Bunları okumuşsunuzdur. 2009 Mart yerel seçimleri sonrasında başlatılan “2010’a Hazırlan!” kampanyasının sonucu da başlığa çekilmişti: “2010’a Hazırız!”...

Bu duyurunun yayınlanmasıyla, bir dizi saptamanın ve hedef belirlemenin arasında, bir tanesi, üzerinde en çok durulan konu oldu. TKP, genel seçimlerde yüzde 1’lik orana denk düşen oy almayı hedeflediğini ilan ediyordu. Bir kısmı soL’da yapılan habere gelen yorumlara da yansıdığı gibi, böyle bir oran telaffuzu, çeşitli açılardan eleştiriye maruz kaldı. Somut bir rakama işaretin neden gerektiği sorusu da doğmuştu, oy oranı olarak ifadesiyle aynı anlama gelse de, neden oy sayısının “kalabalık göstericiliği”nin yeğlenmediği de. Hem ulaşılmasının zorluğundan bahsedildi bu oranın, hem “ulaşılacak hedef diye bu kadar küçük bir rakam belirlenir mi” denildi. Kimileri için, Türkiye siyaseti açısından, elde edilse bile bir şeyi değiştirmeyecek bir toplamdı bu, kimileri için muhtelif ittifaklarla, genel yerine yerel çalışmalarda gösterilecek adaylarla parlamentoya bir-iki milletvekili sokmanın yerini tutamazdı. Tabii, bütün bu görüşler, bir karşıt bakışla yanıtlanıyor, bu yanıtlar da farklı soruları öne çıkarıyordu.

Aslında ilginç tabii, aynı oranın, hedef olarak adlandırılamayacak küçüklükte ve ulaşılamayacak büyüklükte görülmesi. Yani, elde edilemeyecek nasılsa, bari ağzımızı büyük alıştıralım der gibi. Sanırım, TKP, “bu genel seçimde barajı aşacağız” türü bir açıklama yapsa, pek sorun olmayacaktı. Afaki kaldıkça sırta yumurta küfesi yüklemiyor bazı iddialar. Ama somut bir ifade, en azından tartışma yaratıyor, olabilirliği sorgulanıyor.

Şimdi bir bakalım bu meseleye. Niye bu kez böyle bir rakam atıldı ortaya? Birincisi, çok basitçe söylersek, eğer TKP gibi ciddi bir parti, böyle bir hedef belirlemişse, bunun mümkünlüğünü gördüğündendir. Bu olmasa, bir orandan söz etmezdi, genel bir dil kullanırdı. Sanıldığı gibi, üyelerini ve sempatizanlarını çalışmaya sevketmek amacı taşısaydı sadece, hedefi de büyütürdü. Ama böyle bir şeyi hiç yapmadı, ayağı yere basmayan söylemlere tevessül etmedi. İkincisi, bu sadece bir partinin kendisine siyasi yelpazede bir oran biçmesi değil, Türkiye’nin önündeki seçeneksizlikten çıkış ihtiyacının geldiği noktanın belirlenmesiydi.

Peki, küçük bir oran mıdır yüzde 1? Biraz dolaylı çağrışımla, Lenin’in o malum sözü geliyor akla hemen. Hani, ilk bakışta, üç sayısının ikiden çok olduğu gerçeği gibi tartışma götürmez gibi görünen şeyleri yineleyenlere kızıp da söylediği gibi: Siyaset, aritmetikten çok cebire benzer, ilkel matematikten çok yüksek matematiğe benzer... TKP duyurusunda da vardı, yüzde 1, psikolojik bir eşiktir. “Küsurattan” çıkıp, bir dilim talep etmektir. Binde 9 ile yüzde 1 arasındaki sayısal fark ne kadar küçük olursa olsun, bir lig sıçrayışı demektir. Elbette, buradaki psikolojik faktör, bir mağaza vitrininde 20 TL olarak belirlenmiş fiyata oranla, 19,90 TL yazan yerdekinin daha ucuz olduğunu düşündürten klasik yöntemdeki kadar basit değildir, burada mesele başkadır. Yüzde 1, nereden bakarsanız bakın, TKP’nin oylarını birkaç kat artırması demektir. Siyaset, yüksek matematiğe benzer. Burada nicel sıçrama yapmış, niteliğini söylemeye gerek olmayan oy sayısı, sistem partilerinin kalabalıklarına net bir alternatif anlamı taşır. Yüzde 1, sadece psikolojik değil, sayısal anlamda da bir eşiktir. Buradan sonraki gelişmelerin sıçramalı olacağı görülecektir. Bir güven duygusu eşiğidir de yüzde 1, umut tazeleyici de. Bu açıdan bakıldığında, sayısal karşılığının ötesinde bir büyüklüktür.

Peki, gerçekleştirilebilir bir oran mıdır yüzde 1? Evet. Ama bir hedefin gerçekçiliği, elde edilmişliği anlamı taşımıyor. O yüzden, bütün tartışmaları bir tarafa bırakıp, buna ulaşmanın yolları üzerinde durulmalı. Denilecektir ki, zaten olabildiğince çok insana ulaşmak ve siyasetlerimize ikna etmek için çabalamak birincil işimiz, o zaman, böyle bir hedef koymanın yaratacağı farklılık ne? Şöyle yanıtlayabilirim: Belirlenmiş bir taahhütteki “mütevazılığın”, her dönem için geçerli bir “azamilik” belirsizliğinin gevşeticiliğini kırması. “İktidar olamazsınız” reelliğine, bunun tramplenine çıkmanın önemiyle yanıt verme.

Hep söylüyoruz: Toplum nezdindeki etkimizle, bunun diyelim oy oranındaki sayısal yansıması arasında büyük fark var. Nereden biliyoruz, etkimizin daha büyük olduğunu? Buradaki verilerimiz, siyasal yelpazede üstlendiğimiz işlev, toplumla temaslarımızda aldığımız onay. Eğer siyasetin işlevli, toplumun ilgili olduğu bir partiyse TKP, en kötümser ifadeyle, sözel açıdan yüzde 1’in üzerinde bir potansiyel demektir. Bunun bir anlamı da, siyasetlerini ulaştırmakta, sistemin açmazlarına işarette, çıkış yolu önerilerinde ciddi bir kitleye ulaşıyor, izleniyor demektir. Bu sözel olguyu, sayısala dönüştürmesinin önündeki engel, tümüyle, işgal ettiği oy gücü oranında yatmaktadır. Sayısal ikna için sayısal güç. Paradoks gibi mi? İşte bu paradoksu aşmanın moral gücü olarak saptanmış bir rakamdır yüzde 1.

TEKEL işçilerinin eylemlerinde yakinen sınanmışlıktan gelen güven kuşkusuz çok önemlidir. Ama TKP, bunun örneklerini çoğaltmalıdır. Bu denli kitlesel ve toplumun gündemine taşınan, siyasal sonuçlara yol açan durumların sürgitliği beklenemese de, buradan çıkacak dersin ışığında ilerlenmelidir. TKP, küçüktür büyüktür demeden, nerede insanların bir sorunu varsa, orada olmalıdır, çözüm üretmelidir. TEKEL işçilerine, ne yapmaları gerektiğini istediği kadar doğru sözlerle anlatmakla yetinmediği gibi, bir mahallenin kanalizasyon patlağına da, “toplumcu belediyecilik” üzerine söylevle yaklaşamaz. Öyle olursa, beğenilir, doğru söylüyor denir, ama ayağındaki sarı lastik çizmeyle o kanalizasyona girmedikçe seçimde oyunu alamaz.

Alt tarafı bir kanalizasyon sorunu! Metrobüs zamlarına karşı eylemden, TEKEL direnişçileriyle yekvücut olmaktan daha önemsiz olmadığını kavradığımız an, dönüp bakarız arkamıza, bir zamanlar hedefi yüzde 1 mi koymuşuz, deriz. Çünkü, binde bilmem kaçlık bir partinin, mahalledeki sorunu çözdüğünü göstermenin etkisi, sözelden sayısala geçişin manivelasıdır. Başarı örneğinin küçüğü büyüğü olmaz... Makro siyasetlerde analizlerin doğruluğu, burnu kanalizasyon kokusundan kırılanların oyuna dönüşmez. TEKEL işçisinden pratikte kazanılan güven, her sorununda yanında olduğumuzu göstereceğimiz insanlarda da tesis edilmelidir. Bizimle başaracaklarına güven...

Yine bu yüzde 1 meselesine, sadece emek-sermaye ekseninde politika üretmenin, kimlik siyasetlerine ya da Kürt sorununa soğukkanlı yaklaşmanın, Cumhuriyet meselesinin zorlaştırıcılığı penceresinden bakan yaklaşımlar da vardı ki, belki başka zaman. Bir komünist parti, seçimle, oyla, parlamentoyla niye ilgilenir türü çıkışlar da...

Bitirirken, bu yüzde 1’in ve çok üzerinin, TKP’nin değil Türkiye’nin ihtiyacı ve gerçekliği olduğunu vurgulayalım. Bu genel seçimin özgünlüğü, tarihsel bir dönemece girilişidir. Ya TKP hedefine ulaşır, ya Türkiye çok şey kaybeder... Üzerimizdeki sorumluluk böylesine büyüktür...