Lanet Olası Diyalektik

Ne diyordu Parmenides? Gerçek tektir ve değişmez mi? Bunların karşısına, çokluk ve hareket düşüncesini çıkartırsanız, çelişkiye mi düşmüş olurdunuz? Felsefeciler affetsin, biraz şematize ettik. Neydi yani? Bizim çokluk ve değişim gibi şeyler görmemiz, algıya teslim olmamızdandır, oysa tutarlı düşüncede bunlar yoktur. Algı ve düşünme, farklı kategorilerdir.

Tamam. Kimdi Elea okulundan pek bilinen öğrencisi Parmenides’in? Zenon. Herkes bilir, öğretmeninin savını tanıtlamaya yönelik ünlü açmazlarını. Mesela? Bizim hareket halinde diye algıladığımız bir nesne, onun örneğine göre atılmış bir ok, her an belli bir noktada bulunmaktadır. Belli bir noktada bulunmak da, durmak demektir. Bütün bir sürecin her anında duran şey, hareket ediyor olabilir mi? Başka bir örnek. Bizim çokluk diye algıladığımız bir kum yığını, tek tek kumlardan oluşmuyor mu? A noktasına yığılı kumdan, bir tane alıp, B noktasına koyduğumuzda, kum yığınının A noktasında olduğu olgusu değişir mi? I ıh. Peki, bu değişikliğe yol açmayan eylemi, sürekli tekrarlayalım. Bütün yığını B noktasına aktardığımızda bile, aslında değişiklik yaratmayan bir yöntem izlediğimizden, bu yer değiştirme de sadece algısaldır. Yine çok bilinir, sayısal sonsuz bölünmeden hareketle, Aşil’in yarışmaya önde başlayan bir kaplumbağayı asla yakalayamayacağı görüşü.

Şimdi. Gerçek ya da olgu tektir. Hareket yoktur. Bunların inkârı, çelişkidir. Şöyle de diyebiliriz: Bunların inkârı, diyalektiktir. Diyalektik, çelişkili bütünler ve harekettir.

Bunlar, felsefenin, mantığın, matematiğin zihinsel uğraşları olarak görülseydi, sosyal alana etki etmeseydi, kendi spesifik alanları çerçevesinde hak ettikleri önem teslim edilerek, “saçma, mugalata, hayatta karşılığı yok” gibi, düşünce tarihindeki yerlerini anlamamışların boş çemkirmelerine maruz kalmayacaklardı. Ama, bir yerinden bulaşıyorlar işte. Üstelik, lafzen diyalektiği dillerinden düşürmeyenler, sosyal alana baktıklarında, gördükleri olguları böyle bir analizle tanımlayabiliyorlar.

Algı ve düşünce. Hadi, nasılsa başladık, bunu da basitleştirelim oldu olacak. Bize bir ön kabul lazım ama. Varsayalım, materyalistiz. Eğer öyle değilsek, Parmenides ve Zenon karşısında işimiz zor, o yüzden, öyleyiz diyelim. Nedir? Dışımızda, bizden, zihnimizden bağımsız bir maddi dünya var. Biz bu maddeyi, genişletelim, olguyu, olgular toplamını algılıyor, zihnimizde yankılanmasıyla düşünce üretiyoruz. Yani öncelik, dış olguda, onun algılanmasında.

Oraya baktığımız zaman gördüklerimizdeki hareket, değişim, çoklu yönler içeren, çelişkiler barındıran bir toplama işaret ediyor. Bunu kavrayabilmek için, olgunun zihnimizde basit yankılanmalarıyla yetinmiyor, bir düşünme sistematiği geliştiriyoruz. Materyalizmimize bir de diyalektik ekleniyor.

İşte bu noktada, Zenon’un, kafa karıştırsa da iç rahatlatan formülasyonlarından, önermelerinden kopup, belaya çatıyoruz. İşin yoksa, hareketi anla! Her bir anını yakalayıp, oradaki durağanlığı resmetmek ve adlandırmakla işin içinden sıyrılmak varken, bir süreç bütününün analizine giriş ve çelişkiler ayıkla! Aynı olguda, farklı yönler algıla...

Severim Stalin’i de, acep şu meşhur “Diyalektik ve Tarihsel Materyalizm” broşürüyle, bizim burada yaptığımız türden biraz vulgarize edilmiş şemalardan öteye gitmeyi gereksiz görmemize yol açarak, yedik yuttuk sanılan diyalektiği ve materyalizmi kimseciklere bırakmadan Zenon açmazlarına düşmemizde sorumluluğu var mıdır diye de hep düşünürüm. Neyse.

Diyelim, burjuvazi. Bunun ilerisi gerisi mi olurmuş, siyaseten baktığımızda, emekçi sınıfların karşıtı olan şeyde, o karşıtı olduğu sınıf lehinde hamle anlamına gelen tasarrufta mı bulunurmuş! Neticede, kendi sistemini kurar, tahakkümünü yerleştirirken, mümkün müdür “ilerleme” anlamı taşıyacak bir şeyler de yapmış olsun! Diyelim, “ulusların kendi kaderini tayin hakkı”. Bilimsel sosyalizmin önermeleri arasındaki, bu proleter devrimcilerin uluslararası niteliğini gösterir savunusu, şarta bağlı olarak, farklı içerik kazanabilir mi? Hepimizin ortak özlemi “özgürlük, demokrasi”, bazen kısıtlamalar ve baskılamalar özgürlüklerin önü açar türünden sofistike yaklaşımlarla zedelenebilir mi?

Uzatın bu listeyi. Bütün bunlara, durağan bir yanıtınız olması, adlandırmalarınızın ezel-ebed geçerliliği, olguların dönemlere bağlı olarak algılanmasının değişmeyeceği, bütünselliğin çelişkiler içermemesi, büyük rahatlıktır. Ve maalesef, biz de biraz tembeliz, rahatı severiz.

Kahrolsun, bu rahatı bozanlar! Çelişme vardır, hareket vardır diyenler! Olgular, içinde yer aldıkları tarihsel dilimlere ve sınıfların konumlanmalarına göre değişkenlik gösterebilir diye kafa bulandıranlar! Kahrolsun diyalektik ve tarihsel materyalizm!

İşte bu son cümle telaffuz edilemez. Biz onu, “beyanların esas alındığı” bir dünyada, bir zihinsel çıkarımla keşfederiz, örtüsünü kaldırırız.

Zenon ne diyordu? Atılan bir ok, yol kat edişinin her anında aslında durmaktadır. Doğru mu? Bir pirinç tanesi yere atıldığında duyulabilir bir ses çıkarmıyorsa, bir çuval pirincin dökülmesi de sessiz olmalıdır. Doğru mu?

Doğru diyenler bir tarafa. Biz, lanet olası hareketin, çelişmelerin, ilerlemelerin, olguların karmakarışık analiziyle boğuşmayı yeğliyoruz. Nereden bela ettik başımıza diyalektiği, materyalizmi. Derdi adlandırmalar ve süreçlerin değişmez anlarının rahatlığı olanlara ne mutlu!