Neoliberalizme özgü anlayışlara, bedelini ödemek şartıyla çevre kirletme 'özgürlüğüne' sahip olma yaklaşımlarına son vermek gerekiyor.

Orman yangınları rejimi aydınlatıyor

Sahiller alevler içinde. Ormanlarımız bir haftadır yanıyor; söndürme çalışmalarından tam sonuç alınamıyor. Şimdiden sekiz insanımızı yitirdik. Yüzlerce yaralı var. Ölen memelilerin, sürüngenlerin, kuşların, böceklerin, ağaçların, bitkilerin ise haddi hesabı yok. Üstelik bu bilançonun daha da ağırlaşması beklenebilir.

Peki iktidar yetkilileri ne yapıyor? THK uçaklarının "ıskartaya çıktığı" polemikleri ve sahada 4 kiralık uçak kullanıldığı "savunması" dışında? Ya da Cumhurbaşkanı eliyle taşıma kalabalıklara alay edercesine çay paketleri atılması garabeti dışında? Aslında eleştirel bakabilen medya, uzmanlar ve yurttaşlar çelişkileri gayet net görüp ortaya koydular: Gerek THK uçakları konusunda, gerek Saray'ın büyük uçak filosu ile olmayan yangın söndürme uçakları filosu karşılaştırmasında, gerekse rejimin beklenen orman yangınları karşısında her zamanki gibi şaşırıp kalması konusunda. Aslında bu orman yangınları Türkiye'deki rejimin karanlık yüzünün aydınlatılması bakımından da turnesol kağıdı işlevi gördü. Belki bu ilk kez olmuyordu, ama galiba ilk kez bu kadar bilinçlere yansıyabildi.

Ormanları koruma ve orman yangınlarıyla mücadele etme konusunda kapitalist sistemin ve bu sistemin yönetici sınıflarının sicilinin genel olarak çok temiz olmadığı da biliniyor. Yakın dönemin ABD, Avustralya, Brezilya'daki dev orman yangınlarını hatırlamak yeter. İnsan yerleşimlerinin (tarihsel olmayan nedenlerle) ormanların bu kadar içine sokulmasının getirdiği riskler; ormanları sermayenin ihtiyaçları için talan eden ve yangınlardan bile daha çok zarar veren anlayışlar, kapitalist orman yönetimi politikasının bir tezahüründen başka bir şey değil. 

Türkiye gibi iktidarların halka hesap vermesinin aksadığı, toplumsal tepkilerin örgütlenmesinin baskılandığı çevre ülkelerinde ormanlara daha da hoyrat davranılmasının bütün koşulları daha da hazırdır. Buradan gene de AKP türü iktidarları birazcık "hoş görme" sonucu çıkarılamaz. Tıpkı her yıl kış ayları kapıya dayanınca şaşırıp kalan ve yakacak tedarikini hatırlarına getiren şaşkınlar gibi, yazın en sıcak ve kurak günlerinde orman yangınlarının çıkacağı bilgisine göre hazırlık yapmayan ülke yöneticileri de aynı şaşkınlık ve vurdumduymazlıktan malüldür. Ama ilkinde bireylerin kararlarının kendilerine dönük sonuçları varken, ikincisinde ülke yönetiminden sorumlu olanların tüm ülkeye ve topluma verdiği zararlar söz konusudur. Dolayısıyla toplumsal, siyasal ve olabilirse hukuksal hesabının sorulması gerekir. 

Üstelik iktidarın tüm kıyıları ve ormanları merkezi yönetimin tasarrufu altına alma girişimleri ara verilmeksizin sürdürülmektedir. Kıyıların turistik il ve ilçelerinin muhalefet partileri belediyelerince yönetilmesini aşmak için, TBMM'de 18 Temmuz'da kabul edilen ve 28 Temmuz tarihli Resmi Gazete'de yayımlanarak yürürlüğe giren 7334 sayılı Turizmi Teşvik Kanunu ile Bazı Kanunlarda Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun ile getirilen yeni düzenlemeler, Kültür ve Turizm Bakanlığı'nı ve elbette Cumhurbaşkanını, kıyıların ve ormanların tek hakimi durumuna getirmektedir. 7334 sayılı yasayla 2634 sayılı Turizmi Teşvik Kanunu'nun üçüncü maddesindeki (b) ve (d) bentlerinin değişiklik sonrasındaki yeni halleri şöyledir:

"b) Kültür ve Turizm Koruma ve Gelişim Bölgeleri: Turizm hareketleri ve faaliyetleri yönünden önem taşıyan veya doğal, tarihî ve kültürel değerlerin yoğun olarak yer aldığı, korunması ve geliştirilmesinde kamu yararı bulunan yörelerde, koruma kullanma dengesi gözetilerek sektörel kalkınmanın sağlanması ve turizm sektörünün plânlı ve kontrollü gelişiminin sağlanması amacıyla yeri, mevkii ve sınırları Cumhurbaşkanı kararıyla tespit ve ilân edilen alanları,”

“d) Turizm Merkezleri: Kültür ve turizm koruma ve gelişim bölgeleri dışında kalmakla birlikte, bu bölgelerin niteliğini taşıyan, turizm hareketleri ve faaliyetleri açısından öncelikle geliştirilmesinde kamu yararı bulunan orman vasıflı olanlar dâhil Hazine taşınmazları ile tescili mümkün olan Devletin hüküm ve tasarrufu altındaki yerlerde yeri, mevkii ve sınırları Cumhurbaşkanı kararıyla tespit ve ilân edilen alanları”...

Ormanları ve turistik kıyıları salt bir rant alanı olarak gören anlayışlar iktidardadır. Bu anlayışlar, Anayasa'nın "Ormanların Korunması ve Geliştirilmesi"ni düzenleyen 169. maddesine açıkça aykırıdır. Dolayısıyla, bu gözü doymaz rant iştahıyla mutlaka hukuken de hesaplaşılması gerekir.

Orman yangınlarının önlenmesi için yeterli hazırlık yapılmaması, yangınlarla mücadele etmek için devlet olanaklarının yeterince kullanılmaması, ormanların dağlık ve aşırı meyilli arazilerde yoğunlaştığı bilinen bir ülke olan Türkiye'de havadan müdahale olanaklarının geliştirilmemesi, Anayasanın 169. maddesine uyulmaması anlamındadır.

Orman yangınlarına zamanında müdahale edilememesi, alınabilecek tedbirlerle (ve belki dış yardımlarla) büyümesinin ve yeni alanlara sıçramasının önlenememesi hem bir basiretsizlik hem de bir ciddiyetsizliktir. Ama daha kötüsü, yangınların kundaklamalar sonucu çıktığına dair gelişigüzel söylentilerden ve belirli toplum kesimlerinin hedef gösterilmesinden medet ummak olabilir. Ülkedeki kutuplaşmaları bir de buradan beslemek isteyenler olabilir, bunlara prim vermekse çok tehlikeli bir oyundur. Umarız yetkililer bu tür söylentilerin üzerine ciddiyetle gider ve toplumun gündeminden hızla düşürmek için elinden geleni yapar.

***

Orman yangınlarının artık mevsimsel bir olay olarak ele alınması da mümkün değildir. Şimdilerde mevsimsel etkileri çok aşan dış etkenlerin devrede olduğu dönemlerden geçilmektedir. Küresel iklim krizi koşar adım ilerlemektedir. Son 250 yılın kapitalist üretim tarzının şiddetlendirdiği bu iklim krizi, artık önümüzde daha fazla kuraklık, daha düzensiz yağışlar ve sel felaketleri, daha fazla orman yangınının görüleceği dönemlere açılmaktadır. Tam da bu nedenle, sanayileşme-ulaştırma-enerji ve diğer sektörler ile çevre kirliliği ilişkisinin yeniden araştırıldığı ve düzenlendiği anlayışlara ihtiyaç var. Orman ve tarım politikalarının insanlığın ortak yararına olmasının şart koşulmasına ihtiyaç var. Tek bir ülkede değil, tüm dünyada. Kapitalist rekabetin ve ekonomik büyüme rekabetinin mutlaka sınırlandırılması anlayışlarına geçebilmek gerekiyor. Neoliberalizme özgü anlayışlara, bedelini ödemek şartıyla çevre kirletme "özgürlüğüne" sahip olma yaklaşımlarına son vermek gerekiyor. Kâr hırsının insanları ve ekonomileri yönlendirmesinden kurtulmak gerekiyor.

Eğer kapitalist yaklaşım bu tür bir devrimci toplumsal/çevresel dönüşüme engelse, o zaman kapitalizme son verecek toplumsal devrimlerin önünü hızla açabilmek gerekiyor. Çünkü mesele artık sistemin devamlılığından ibaret değil, insanlığın yeryüzündeki varlık-yokluk davasıyla ilgili.