Şimşek’in sermaye çevrelerine seslenirken, “ülkemizin kalkınması için 2024’te 2,2 trilyon TL vergiden vazgeçiyoruz” diyerek övünmesi, iktidarın yüzünün hangi kıbleye dönük olduğunun altını çizmekte.
2023 yılı hem dünya hem Türkiye açısından kötü bir yıl oldu. Dünyada faşist eğilimler ve otoriter rejimler yükselişlerini sürdürdü. 2024’ün bu açıdan daha iyi geçeceğine dair hiçbir işaret yok; hatta tam tersi. Türkiye için de benzer tahliller yapılabilir. 2023 Mayıs seçimleri bunu bir kez daha teyit etmekten başka bir işe yaramadı. 2024 niye daha iyi geçsin?
Filistinli soykırımı, Batı 'demokrasilerine' küme düşürttü
Peki ama “demokrat” etiketli Batılı güçler, ‘insan haklarını savunmak asgari çizgisi’ bakımından dahi çok gerilere gitmiş değiller mi? İsrail’in faşist hükümetinin Gazze’de uyguladığı Filistinli soykırımına sadece sessiz kalmayan aynı zamanda destek de olan Batı’nın sözde demokrat siyasetlerinin tüm cilaları sökülmüş durumda değil midir? ABD’de Demokrat Parti, Almanya’da Sosyal Demokrat Parti, Fransa’da sosyal demokrat kırması liberal etiketli Rönesans hareketi… işbaşındadır ve hepsi Netanyahu’nun kuyruğuna takılmış durumdadır. (İngiltere’de olduğu gibi işbaşında olmayan sosyal demokrat hareketlerin konumu da farklı değildir). Dünyanın gözü önünde soykırım suçu işleyen İsrail devletinin, ılımlı eleştirileri bile “anti-semitizm yapılıyor” silahıyla kolayca püskürtebiliyor olması ne hazin bir insanlık dramıdır! Birleşmiş Milletler Genel Sekreterliği’nin tüm çabalarına ve BM’yi oluşturan devletlerin ezici çoğunluğunun iradesine karşın, ABD ile İsrail etrafında toplanan birkaç devletin bu soykırımın kalıcı bir ateşkesle durdurulmasına direnebilmesi, insanlık ailesinin ibret verici bir siyasi tükenmişlik manzarasıdır!
BM’de İsrail soykırımına karşı gelen birçok devlet yönetiminin, bu arada Arap devletlerinin ve Türkiye’deki AKP yönetimin dahi, Filistin sorunu konusunda “sütten çıkmış ak kaşık” olarak kabul edilmeleri mümkün değil. 7 Ekim sonrası yaşananlar olmasa, Gazze ve Batı Şeria’daki tüm kuşatılmışlığa ve İsrail devletinin Filistinliler üzerindeki tüm faşist baskılarına karşın, Filistinlilerin yalnız bırakılması süreci derinden çalışmaktaydı. Nitekim Türkiye ve Ortadoğu Arap devletleri bu süreci görmezden gelerek Netanyahu Hükümeti ile siyasi ilişkilerini bir üst düzeye taşımanın telaşı içindeydiler. Hamas’ın kendi halkının kanı pahasına oynadığı kumar tam da bu “görmezden gelinmeye” karşı çok hesapsız bir askeri tepkiydi. Bu hesapsız tepkinin faşist İsrail yönetimine çok kanlı bir misilleme gerekçesi yaratacağını öngörmemiş olamazlardı. Buna rağmen dinci-faşist İsrail yönetiminin tepkisi “kanlı misilleme”, hatta katliam sınırları içinde kalmadı; Gazze kentlerinin adeta bir “tabula rasa” yaratırcasına silindir gibi ezilmesine ve çoluk çocuk demeden, hastane-okul farkı gözetmeden katledilen Gazze halkının kendi topraklarından sürülmesine yöneldi, soykırımın bütün koşulları oluştu.
Şimdi bu soykırıma karşı BM’de yapılan oylamada “doğru yerde durmak”, birkaç açıklamayla İsrail yönetimini kınamak durum kurtarılabilir mi? En azından Filistinliler ile söylemde dayanışma içinde olduklarını vurgulamaktan geri durmayan Ortadoğu devletleri açısından? Bunların kaçı İsrail ile diplomatik ilişkilerini askıya aldı? Kaçı İsrail ile gelişmekte olan siyasi iktisadi ilişkilerini dondurmaya yöneldi? Örneğin AKP siyaseti, Mart 2009’daki yerel seçimleri kazanabilmek uğruna o zamanın çok daha ılımlı İsrail yönetimine karşı Şubat 2009’da çıkardığı yapay bunalımının hakikisini şimdi tam da gerektiği anda neden çıkartamıyor? İsrail ile hep büyüme eğiliminde olan ticari ilişkilerini neden sınırlandıramıyor? İsrail’i en çok rahatsız edecek olan Kürecik radar üssünün hiç olmazsa geçici olarak devre dışı bırakılması gibi bir kartı neden oynayamıyor? Sadık bir ABD ve NATO bendesi olarak oynayamaz da ondan. Tabii hiçbir şey yapmıyor da değil: Camileri ve tarikatları kullanarak Yahudi düşmanlığı ile Filistin ve Kudüs yandaşlığı hamasetini hiç eksik etmiyor. Kendi kitlesini tutmak için birtakım yabancı içecek markaları ve kafe zincirlerine karşı sahte ve gülünç tepkilerin örgütlenmesi de cabası elbette. Bu arada İsrail şiddetine karşı Batı ülkelerinde ve hatta İsrail’de görülen çapta halk tepkilerinin Türkiye’de ortaya çıkmaması ile AKP iktidarının ikiyüzlü politikaları arasındaki ilişkiyi görebilmek için analitik tahlillere dahi ihtiyaç bulunmuyor.
2024 yılı ne yazık ki bu oportünist siyasi tutumlarda herhangi bir düzelmenin ortaya çıkmasına zemin hazırlayacak bir yeni döneme açılacak gibi durmuyor.
Ekonomik programın yükü emekçiye
AKP/Erdoğan iktidarının ekonomi alanındaki ikiyüzlü politikalarını açıkça görebilmek açısından Mayıs 2023 ile Haziran 2023 politikaları arasındaki “muhteşem” sapmalar yeterliydi. Ama mevcut yönetim, halkın mürit veya cahil olarak kodladığı bölümünün ekonomik politika araçlarının kullanımındaki bu taban tabana zıt yönelişleri görmesinin mümkün olmadığını, görebilecek olanların bir bölümünün kendi “iliştirilmiş” medyası ile engellenebileceğini, her şeye rağmen görebilenlerin ise kazanılmış seçimler sonrasında artık bir hükmünün kalmadığını hesaplayarak yol alan bir iktidar tarzına sahiptir. 21 yıllık uzun iktidar reçetesinin sırrı da buradadır.
Seçimler sonrasında işbaşı yaptırılan ekonomi yönetimi, hem 2024-2026 dönemi Orta Vadeli Programı’nı (OVP), hem 2024-2028 dönemine ait On İkinci Kalkınma Planı’nı, hem de 2024 Yılı Merkezi Yönetim Bütçesi’ni (ve kuşkusuz Kalkınma Planının parçası olan 2024 Yılı Cumhurbaşkanlığı Programı’nı) belirlemiştir. Bu metinlere ve bunları sunan atanmışların söylemlerine bakıldığında, 2024 ve 2025 yıllarının ana ekseni kalkınma ve yapısal dönüşüm değil, 2021 Eylül’ü sonrası iyice yitirilmiş olan ekonomik istikrara yeniden kavuşulmasıdır. Erdoğan iktidarı, Mayıs 2023 seçimlerini kazanmak için uyguladığı politikaların faturasını geniş halk kitlelerine taşıtmak için hiç vakit yitirmemiş, 2023 ortasından itibaren sıkı para ve kısmen sıkı maliye politikalarına geçmiştir.
Bu program, 2024 ve 2025’te, ilan edilen enflasyon düzeylerini aşan bütçeler oluşturulmasını, enflasyonu aşan vergi artışlarına rağmen bu dönemde bütçelerin ve tüm kamuyu kapsayan “kamu kesimi” genel dengesinin büyük açıklar vereceğini, dolayısıyla bu iki yılda hem kamu kesimi/GSYH büyüklüğünün hem de kamu kesimi borçlanma gereğinin ve borç stokunun ciddi artışlar göreceğini öngörmektedir. Özetle daha fazla vergi alınması yetmeyecek, daha fazla borçlanmaya gidilecek ve merkezi yönetim bütçesinin faiz ödemeleri örneğin 2024’te 2023’e kıyasla yüzde 94 artacaktır. (Oysa 2024 yılsonu TÜFE hedefi yüzde 33, bütçe harcamaları artışı yüzde 69’dur!). Bütçede eğitim ve sağlık gibi toplumsal hizmetlere, sosyal yardımlara, kamu yatırımlarına ve bütçeden maaş alan personele yeterli kaynak ayrılmaması yeni bir durum değildir ama OVD dönemini kapsayacak istikrarlandırma programında bu yönü daha çok vurgulanacaktır.
Bu arada sermaye yönlü bütçe giderlerinde ve gelirlerinde herhangi bir tasarrufun izine rastlanmamaktadır. Düşünün 2024 yılında vergi harcaması denilen vergi istisna ve muafiyetlerinin tutarı tamı tamına 2,2 trilyon TL’dir. Şöyle açıklayalım: 2024 yılı tüm vergi gelirleri tahmini 8,44 trilyon TL’dir. Eğer 2,2 trilyonluk vergi ayrıcalığı olmasaydı bu tutar 10,64 trilyon TL olacaktı ve bütçenin sosyal yönündeki eksiklikleri kolayca giderilebilecek veya 2024 yılında 2,65 trilyon TL’yi bulacak bütçe açıkları önemli miktarda azaltılabilecekti. Hadi bu farazi 10,6 trilyon TL’den ücret gelirlerinden asgari ücret kadar vergi alınmamasını (630 milyar TL’lik vergi harcamasını) düşelim, vergi gelirleri gene de 10 trilyon TL olur ve bütçe açıklarını azaltacak etkide bulunurdu. Sermayeye dönük vergi ayrıcalıklarını daha iyi görebilmek için kurumlar vergisi (KV) 2024 gelir tahmininin 1,3 trilyon TL, buna karşılık KV istisna ve muafiyetlerinin aynı yıl için 657 milyar TL olduğunu bilmek gerekir. Tüm vergiler için 2024’te yüzde 26,5 oranında vergi harcaması söz konusu olurken, KV için bu oran tamı tamına yüzde 50’dir! (Merkezi Yönetim Bütçe Kanunu, s.73 ve 170). Son olarak, M. Şimşek’in, 23 Aralık Cumartesi günü İstanbul’da “Finansın Geleceği Zirvesi”nde sermaye çevrelerine seslenirken, “ülkemizin kalkınması için 2024’te 2,2 trilyon TL vergiden vazgeçiyoruz” (24.12.2023 tarihli Sözcü, s.7) diyerek övünmesi, iktidarın yüzünün hangi kıbleye dönük olduğunun altını bir kez daha çizmiş olmaktadır.
Asgari ücret müzakerelerine de bu gözle bakmakta yarar vardır. Asgari ücret tespitinin bu kadar sarkması çok hassas hesaplar yapıldığından falan değil, tepkilere zaman bırakmamak hassasiyetindendir! Ama Mayıs’ta yüzde 75’leri görebilecek bir enflasyon ortamında bir kerelik asgari ücret artışına rıza göstermeyeceğini göstermek de işçi sınıfının boynunun borcu olmalıdır.
Sonuç
Son olarak Meclis ana muhalefetinin, fırsatçı, ikiyüzlü, ilkesiz iktidar siyaseti karşısında böylesine ürkek bir siyaset yaparak duramayacağını bir kez daha belirtmiş olalım. En son 12 şehit olayında, bildiri ayrılığı ve Savunma Bakanını Meclis’e açıklama yapmaya çağırma üzerinden “sıkı muhalefet” yapılamayacağı anlaşılmış olmalıdır. Siyaset, cesaret ve hesap sorabilme işidir. AKP’nin ağır bedelleri olan Suriye-Irak politikaları (ABD’yi bölgeye yerleştirip PKK-PYD’nin dolaysız askeri hamiliğine taşıyan anti-Esad politikaları), içerdeki Kürt siyasetiyle zikzaklı ve ilkesiz müzakere-çatışma süreçlerine girmesi, Kürt siyasetini yanına çekemediği zamanlarda muhalefeti terör seviciliğiyle suçlaması gibi ikiyüzlülüklerini sürekli teşhir edip suçlamayı göze almadan siyaset yapılamaz! Aynı durum, FETÖ darbe girişimi sonrasında Yenikapı’ya gitmek yerine “suçluyorum” diyerek hesap sormayı göze almayı gerektirirdi. Siyasette iktidar partilerine oy veren emekçi kitleleri yanına çekmenin yolu da, “kim daha sağcı” yarışı üzerinden değil, sınıf siyaseti üzerinden geçebilir ancak.
Bunlar CHP’nin ufkunu aştığı için de sosyalist siyasetler gereklidir zaten. Türkiye Halk Temsilcileri Meclisi biraz da bunun için yola çıkmaktadır.
***
Post scriptum: Sol Haber okurlarının yeni yıllarını kutluyorum. Yeni yıl iyi şeyler vaat etmiyor olsa da, mücadele bayrağını yükseltmek için sosyalistler iyi olmak ve sıkı durmak zorundadırlar.