Almanya'nın siyaset sahnesindeki mayın tarlaları

Avrupa hemen harekete geçerken Almanya da telaşla ayağa kalktı. Ve böylece “demokrasi”, “özgürlük” şampiyonu ülkelerin başında geldiği propaganda edilen Almanya’nın cilasından bir pul daha döküldü.

cemil fuat hendek

Filistin’de beklenmedik anda başlatılan kalkışma tüm dünyada olduğu gibi Almanya’da da ortalığı karıştırdı. Böylesi bir çıkışı beklemeyen çokları dehşet içinde kaldılar. Yıllardır İsrail devletinin adım adım Filistin topraklarında ilerleyişini, kıra kıra bir avuç bıraktığı ve dar bir coğrafyaya hapsettiği bir halkın varlığını çoktan unutmuşlardı. Filistinlilerin ayrımsız her gün teker teker çeşitli bahanelerle tutuklanması ya da öldürmesini normalite kabul etmişlerdi. Kendilerini bir çeşit “huzura kavuşmuş” hissediyorlardı.

Avrupa camiası hemen harekete geçerken Almanya da telaşla ayağa kalktı. Ve böylece “demokrasi”, “özgürlük” şampiyonu ülkelerin başında geldiği propaganda edilen Almanya’nın cilasından bir pul daha döküldü.1

Önce hemen tüm merkez ve onun etrafına dizilmiş medya, saat geçirmeksizin, düğmeye basılmışçasına kolları sıvadı: “Bu Hamas denen güruh gerici, yobaz, terörist, İslami bir oluşum değil miydi?” “Hem, kutsal bir bayram sırasında saldırı düzenlemek, sivilleri öldürmek de ne demek oluyordu?” “Hep birlikte, bölgedeki tek demokratik düzene sahip devletin, İsrail’in güvenliği için harekete geçmek boyun borcuydu.” Ortalık bu doğrultuda dekore ediliverdi. Örneğin, Hessen Eyalet Meclisi’nin önünde sallanmakta olan Alman ve Ukrayna bayraklarının yanına bu üfürükle sallanacak bir de İsrail bayrağı dikiliverdi.

Ne var ki, olayın bir başka yüzünü fark eden insanlar da yok değil bu ülkede. Bir zaman önce ihanete uğramış, sonra uzunca süredir yalnız bırakılmış, unutulmuş Filistin halkının davasını anımsayanlar oldu. Bunlar da Filistinlilerle dayanışma amacıyla harekete geçtiler.

Sen misin buna kalkışan! Özgür ve demokrasi şampiyonu Almanya’da bunların miting ve gösterileri, “kamu güvenliğini sarsma tehlikesi” nedeniyle yasaklanıverdi. Önce başkent Berlin’de, sonra Köln’de... (Anlaşılan başka kentler de vakit geçirmeksizin bunların arkasına dizilecekler.) Derken Frankfurt’taki dünyanın en büyük kitap fuarında hazırlanan bir ödül töreni iptal ediliverdi. Ödüle layık görülen kadın yazar Filistinliydi. Dün de, Bavyera’da bir okulda Poşu (Filistin atkısı) yasağı konduğunu okuduk. (Bu tür yasakların da bir köşede başlayıp, salgın hastalık gibi nasıl hızla yayıldığını en son Ukrayna Savaşı’nın başında gözlemlemiştik.)

Sadece yasaklar değil, propaganda makinesi de tabii ki durmayacaktı. Filistin davasından bahsetmeye kalkanları da “teröristleri, İslamcıları desteklemek”le karalamaya giriştiler. Solcu oldukları iddiasıyla ortalıkta dolaşan bazı şaşkınlar da bu sele kapıldılar. “Yahudi düşmanlığı”ndan, “antisemitizm”den dem vurmaya başladılar.

Bir ara not

Biliyoruz, komünistler için politika zor iştir. Hele siyaset sahnesinin hemen bütün alanlarının burjuvazinin ablukası altında ezildiği bir ortamda hepten karmaşık bir iş haline gelmektedir. Burada mesele komünistlerin siyaset yapmasının yasalarla ve devletin polisi, ordusu, gizli servisleri ve mahkemeleriyle engellenmesi, bunlar da yetmeyince ortaya salınan ırkçı, milliyetçi oluşumların ve her zaman onlara destek olmaya hazır suç çetelerinin saldırı hedefi haline getirilmesi değildir. Asıl sorun başka bir yerde karşımıza çıkmaktadır: “Siyaset” dendiğinde, aslen hâkim sınıf tarafından tamamen kirletilmiş, görüş mesafesi olabildiğince daraltılmış bir tablo karşısında durduğumuzu bilmek gerekir. Hâkim sınıfın çocuk yuvalarından, ilkokullardan başlayarak, üniversitelere, bilim yuvalarına dek durmaksızın dikte ettiği kendi ideolojisiyle yükselttiği duvarlar arasına sıkıştırdığı bir coğrafyada yaşamaktayız. Bu duvarlar arasında her olgu ve tek tek her olay patronların çıkarı doğrultusunda belirlenmiş yorumların ve onları destekleyecek manipülasyonların halka propagandası sürüp gitmekte. Böylece yaratılan ve “halkın çoğunluğunun görüşü” olduğu iddia edilen “kamuoyu” da işte bu yanılgılar bütününden ibarettir.

Kılıcın keskin tarafında yürümek

İşte böylesi bir ortamda, her türden yanılsamaya karşın doğru bir çizgi tutturabilmek müthiş bir dikkat gerektiriyor. Her olayı tek başına değil, bağlı olduğu sayısız olguyla birlikte ele alarak irdelemek, tümünün diyalektik bütünlüğünü kavramak başlı başına karmaşık bir iş. Karmaşık olduğu kadar tehlikeli de. Kılıcın keskin tarafında yürür gibi... Aradan bir süre geçtikten sonra utanılacak laflar etme tehlikesi büyüktür. Her yanlış yorum, her hatalı davranış sahibinin de, savunduğunu varsaydığı sol hareketin de bir tarafını kesip, kanatabilir. (Aynı tehlike patronların hizmetindeki siyasetçiler için de geçerli. Ama onlar kendilerini bu tehlikeden muaf tutuyorlar. Çünkü, her foyaları çıktığında bunu hemen unutturacak mekanizmalar yaratacaklarını biliyorlar. Bu ortamda halkın belleğinin de önemli ölçüde kötürümleştirilmiş olduğuna güveniyorlar.)

Almanya’da siyasetin mayın tarlaları

Alman burjuvazisi bu doğrultuda ayırım gözetmeksizin her konuda mayın tarlaları yaratıyor. Her konuyu bir takım tabularla örüyor. Örnek mi istersiniz?

Almanya’da, Ukrayna Savaşı üzerine tartışmalar aldı yürüdü. Kimileri Ukrayna’daki faşistleri görmezden gelirken, kimileri de Rusya tarafını tuttular. Bunlar arasında Sovyetler Birliği döneminden kalma ezberleriyle hareket eden eski komünistler vardı. Fakat dikkat! Faşist parti Almanya için Alternatif (AfD) de bu kampta yer aldı. Bir yanda NATO’nun ve başta Almanya olmak üzere emperyalizmin uzun yıllardır adım adım hazırladığı ve kışkırttığı bir senaryo, diğer yanda Rus emperyalizmini görmezden gelen, Rus milliyetçiliğine uzanan bir çizgi. Bir yanda yükselen Alman militarizmi, federal bakanların savaş naraları, milliyetçi hezeyanlarla tırmandırılan Rus düşmanlığı, öte yanda Ukrayna’da kırılmakta olan Rus kökenli yurttaşlar. “Tut kelin perçeminden!” Peki bu durumda susacak mıydık?

Bir örnek daha verelim: Almanya’da giderek yükselen yabancı düşmanlığının bir önemli bir cephesi de “İslam düşmanlığı” ya da “İslam korkusu” oldu. Dinsel inançları nedeniyle, başta Türkiye kökenliler olmak üzere, Almanya’da yaşamakta olan milyonlarca insanı hedefe koyan bu düşmanlığa karşı mücadele etmek gerekmez mi? İyi de, bu ülkedeki Müslümanların önemli bir kısmını kapsar görünen gericilik odaklarını, sadece Türkiye’dekilerin uzantısı değil, başka İslam ülkelerinden de gelen tarikatları, uykuya yatmış teröristleri ne yapacağız? Tehlike büyüktür. Bunlardan birincisine karşı mücadele ederken ikincileri destekler konuma düşmek de var. (Buyrun size bir kel perçemi daha.) Peki bu durumda susacak mıyız?

Ve şimdi de Filistin meselesi! Bir yanda emperyalizmin Ortadoğu’ya sapladığı bir hançer, siyonist bir din devleti, emperyalizmin bu coğrafyadaki ileri karakolu, öte yanda yüzyıllara yaslanmış bir Yahudi düşmanlığı... Bir yanda faşist yöntemlerle bir halkı kırmakta olan iktidarlar,2 öte yanda 1948’den bu yana sürekli olarak kırılmakta, ülkesinden sürülmekte olan bir halkın haklı davası... Bir yanda emperyalist odakların İsrail gizli servisi MOSSAD’la birlikte yarattığı artık herkesçe bilinen Hamas, öte yanda dünya solunun unuttuğu Filistin Kurtuluş Hareketi’nin geçmişi ve bugünü...

Susmak yok!

Demokrasi şampiyonu Almanya’da ne yazık ki, gücünü önemli ölçüde yitirmiş, sayıca pek aza inmiş “gerçek” solu, komünistleri böylece manipülasyonlar, karalamalarla susturmak istiyorlar. Susmayı kabullenmeyenler tehlikelerle dolu mayınlı bir alanda ilerlemek zorunda. Bu alana “özgürlükçü liberaller”, “solun şaşkınları”, yanılgıyla sol sanılan falan filanlar da bolca patlayıcı yerleştirince, en ufak bir hatayla kolunu bacağını yitirme tehlikesi daha da büyüyor. Bundan sonrası malum: O da yetmeyince yasaklar ve bunlardan doğan yasal tehlikeler, izlemeler, kovuşturmalar geliyor.3 Böylece komünistlerin karalamalar karşısında pısarak, yanlış yapmaktan çekinerek, gerçeği dile getirmekten, emekçi yığınların çıkarlarının nerede yattığına işaret etmekten vazgeçmesini bekliyorlar.

Tutar mı? Tabii ki hayır! Almanya’da bunu geçmişte yapmayan bir kesim her zaman var oldu. Bugün de varlığını sürdürüyor. Haklının, doğrunun, önünde sonunda galebe çalacağına güvenerek, mayınlara basmasa da keskin nişancılar tarafından vurulmayı göze alarak mücadelesine devam ediyor.

  • 1. Biliyorum, işim zor: Bundan önceki bir yazımda Almanya’da demokrasi cilasının pul pul döküldüğüne, altından ceberrut “burjuva diktatörlüğü”nün belirmekte olduğuna işaret etmiştim. Liberallerle el ele vermiş olan Türkiye solunun önemli bir kesiminin görmemekte ayak dirediği bu gerçeği her yeri geldiğinde yazmaya ahdim var!
  • 2. Serdal Bahçe’nin soL’da yayınlanan “Medinat Yisrael” başlıklı çok kapsayıcı makalesini herkesin bir kez daha dikkatle okumasını öneririm: https://haber.sol.org.tr/yazar/medinat-yisrael-385495
  • 3. Federal Anayasayı Koruma Dairesi’nin genel olarak komünistleri, solun bazı tutarlı taşıyıcılarını yasadışına da çıkarak izlediği, eski Alman Demokratik Cumhuriyeti sınırlarında yaşayan bir milyondan fazla yurttaşın e-posta yazışmalarını bir süre kayıt altına aldığı bir gerçek. Bunlar bir yana, seçimlerle meclise girmiş Sol Parti milletvekillerinin de izlendiği rezaleti çoktan unutturuldu gitti.