Yakın Geleceğimizin Yol Haritası

Son iki aya küresel finans krizi ve ülkemizde ki yerel seçim damgasını vurdu. Her iki platformda da sert tartışmalara tanık olduk. Küresel finans krizinin nedenleri konusunda net bir teşhisin konulamaması, önerilen ve de uygulanan reçetelere kuşkuya bakılmasına neden olurken yurt içinde de genel seçim sürecinde ve sonrasında karşılaşılan olaylar (Anayasa Mahkemesinin 367 oy kararı, Nisan e-muhtırası,kapatma davası vb) nedeniyle AKP'nin oy çokluğunu bir kez daha kanıtlamaya yönelik hırçın bir kampanya yürütmesi, muhalefetinde bu hırçınlığa aynı dozda yanıt vermesi toplumu daha da gerginleştirdi. Yerel yönetimlere ilişkin çağdaş bir modelin gündeme gelmediği kampanyada sadece yolsuzluklara ilişkin savlar anılara yerleşti. Bu yazıyı okuduğunuzda seçimin sonuçları belli olacak. AKP'nin şu ya da bu oranda birinci parti olacağını kestirmek için kahin olmaya gerek yok. Birkaç belediye başkanlığı el değiştirse bile mevcut iktidar yoluna devam edecektir. Ne var ki, devam edeceği yolun haritasını kendi iradesi belirlemeyecektir. Gerçi gene "Beraber ıslanacağız bu yolda" ama yolun yönünü ulusal irademiz tayin etmeyecektir. AKP'nin sloganı "Sen Türkiye'sin, Büyük Düşün" belgisi buza yazılmıştır. "Yola Devam" uyarısı ise havadadır çünkü "Hangi Yola" devam edeceğimize yönelik karar verme hakkımız yok. Elimizden alınmış. Gelecekteki yolumuzu, ne yazık ki, biz değil küresel kapitalizmin üst yönetimi saptayacaktır. Halkımızın yüksek iradesi seçimin birincisini ortaya çıkarsa da geleceğimizin yol haritasını o yüksek iradeyi kullanacak organlar çizmeyecektir.

Türkiye'nin ekonomi, güvenlik ve dış politikası Nisan 2009'un ilk haftasında belirlenecektir. Bu belirleme sürecini oluşturacak duraklar şöyle sıralanıyor.

Londra'da ABD Başkanı Obama'nın huzurunda toplanacak G-20 zirvesi. Bu zirveye, küremizde yaratılan değerin yüzde 85'ine sahip yirmi ülkenin yürütmeden sorumlu liderleri katılacaktır. İçinde kavrulup,savrulduğumuz finans krizine yönelik tedbirler konuşulup ortak bir ekonomi politikası saptanacaktır. Tedbirler konusunda ise en yetkili ağız ABD olacaktır. Türkiye sadece bu reçeteyi kabul edip, onaylamak ve kendi ekonomik politikasını bu doğrultuya uyumlandırmak zorundadır. Bir üst organın (IMF, Dünya Bankası) denetimini kabul etmeye mecburdur. G-20 zirvesinde sözde eşit üyedir ama , özde kararın tebliğ edildiği ülkedir. Küresel kapitalizm demokrasisinin olağan sonucudur bu. G-20 zirvesini takiben Brüksel'de NATO zirvesi toplanacaktır. ABD Başkanı Obama'nın katılımıyla gerçekleşecek bu toplantıda Küresel Kapitalizmin yeni güvenlik konsepti doğrultusunda kararların alınacağı açıktır. NATO üyesi ve bu bünyenin önde gelen beş gücünden biri olan Türkiye'nin üstleneceği rol ya da iş bölümü ortaya çıkacak ve Afganistan'da ki katkısı belirlenecektir. ABD Başkanı Obama Prag'da ki ABD-AB zirvesine katıldıktan sonra 5 Nisan akşamı Ankara'ya gelecektir. Ankara'da ki toplantıda ABD-Türkiye arasındaki ortaklığın gereği yeni bir stratejinin yol haritası çizileceği çok açıktır. Ortadoğu'dan Kafkaslara, hatta Ortadoğu'ya yönelik bir etkinlik masaya yatırılacaktır. Yarım yüzyıl önce Sovyetlere karşı ileri karakol görevini üstlenen Türkiye bu kez başka bir etkinliğin ileri karakolu olacaktır. Obama ziyaretinin ikinci günü ise İstanbul'da ki "medeniyetler Buluşması" platformunun toplantısına katılacak ve bu buluşmanın simgesi olarak İslam Dünyasının önde gelen yapıtlarından Sultanahmet Camii ile ona komşu Ayasofya'yı ziyaretle ABD'ye dönecektir.

Bu ziyareti sırasında Başkan Obama'nın TBMM'indeki (eğer yaparsa) konuşması ve diğer demeçleri Türkiye'nin özellikle AKP ve CHP'nin parti politikalarının temel çizgisini de belirleyecektir. Görülüyor ki ülkemizin gelecekteki yol haritası halkın iradesinde değil 1980'den bu yana Özal ve takipçilerinin koşa koşa eklemlendiği Küresel Kapitalizmin çıkarlarına göre çizilmektedir. Pembe Ufuklarla başlayan bağımlı hedefimiz, kimilerince "Büyük Türkiye", kimilerince de "Sen Türkiye'sin Büyük Düşün" diye yaldızlandı ne yazık ki son söz asıl büyüğün kim olduğunu bize gösterdi.

Yukarıda sözünü ettiğimiz adımların altında yatan bazı gerçeklere de değinmemiz gerekir. Bunları da üç temel noktada toplayabiliriz.

Ekonomik krizin boyutu tüm dünyayı kapsayan "küreselleşme" savının sınırlarını daraltmıştır. Önceleri sadece G-7 olarak bilinen zirve gelişmekte olan piyasaları da kavrayarak G-20'ye dönüşmüş ve bu ekonomilerin acilen merkezi bir yönetime kavuşturulması gerçeği ortaya çıkmıştır. Bir anlamda dünya gelirinin %85'ini elde tutmak yeğlenmiştir. Bu grupta kendi içine "çekirdek ve Çevre" olarak sınıflanmaktadır. ABD, İngiltere, Almanya, Çin ve Japonya çevrenin başat ekonomileridir. Çevre ekonomileri ise eskinin "gelişmekte olan piyasaları"dır. Krizin ana nedenlerinden biri olan genleşme böylece dizginlenmektedir. Daha önce de sözünü ettiğim 1940'ların "Tek Dünya" ütopyası bir adım gerilemiştir. Neo-liberal ekonominin parasal genleşmesi böylece disipline edilmek istenmektedir.Fakat bu doğrultuda adımlar atılırken uluslararası rezerv para sorunu en büyük zafiyet noktası olarak şimdiden ortaya çıkmıştır. ABD sınırsız basma olanağına sahip olduğu dolar'ın etkinliğinden vazgeçme niyetinde değildir. Başta Çin olmak üzere bazı ülkeler ise ABD'nin "rezerv para" kaynağını elinde tutmasına karşıdır. Yakın gelecekte uluslararası rezerv para meselesinin boyutları daha da büyüyecektir. Daraltılmış küresel ekonominin yeniden yapılanması için bazı kurumların oluşturulması, mevcutların gereksinimlere uyumlandırılması zorunluluğu çok açıktır. Buna karşın yeni düzenin çekirdeğinde ülkeler arasında belirli bir görüş birliği sağlanamamıştır. AB ülkeleri bir çok konuda ABD ile uyuşmamaktadır. Prag Zirvesi bu yönde ihtilâfları su yüzüne çıkaracaktır. Görünürde birlikteliğe karşı çözüme yönelik bakış açıları farklıdır. Yakın gelecekte bu sorun irinleşme istidadındadır. Ortak Güvenlik bağlamında yeni stratejilerin üzerinde oydaşma sağlanması da kolay olmayacaktır. Rusya, Çin daha şimdiden ortak güvenliğin dışındadır.

Bu saydıklarımıza yenilerini de katabiliriz. Ülkemiz açısından en büyük endişe kaynağı ulusal çıkarlarımıza uyumlu bir ekonomik modelin önünün tıkanmasıdır. Anlaşıldığına göre meclisteki üç büyük siyasal parti (AKP,CHP ve MHP) daha şimdiden dışımızda çizilen bu yol haritasına bağlanmış, kabule hazırlardır. Üstelik medyamız da bir bütün olarak bu haritanın büyük fırsat olduğu konusunda ağız birliği etmektedir. Ezilen yığınların, yoksulların umudu ise toplumcu bir ekonomidedir. Bizlere düşen görev böyşle bir ekonomik modelin ana çizgilerini oluşturmak ve de sürekli geliştirmektir. Önümüzde sabır gerektiren uzun bir yol var. Her yönde ilerleme ve kalkınma. Toplumcuların ufkunda görünen hedef bu olacaktır.