Sulu Şaka

Son günlerde "Hitler Kitabı"nı okuyorum. Kanlı Diktatörün ölümüne kadar yanında bulunan iki yaverinin Sovyetler tarafından sorgulanmasından elde edinilen bilgilere dayanarak Stalin'e sunulan bir rapordan gün yüzüne çıkan ayrıntılarla ve öğretici verilerle dolu olan bu eserin kanımca en ilginç yönü, tarihin en acımasız tiranının vehimler ve korkularla dolu bir ruh yapısını sergilemesidir. Kendisini öldürmeden saatlerce önce evlendiği Eva Braun'un kardeşini bile nikahtan sonra ölüme gönderebilmiştir. Tiran olma içgüdüsüne sahip siyasi liderlerin benzer "halet-i ruhiye"ye sahip olduğunun nice örnekleri vardır. Suikasttan, bir darbeden korkarlar. Tarihimizde böyle bir eğilime sahip olan en yakın örnek 2. Abdülhamit'tir. İktidar erkine sahip olan her siyasetçinin böyle bir ürküntüsü vardır. Osmanlı döneminden intikal etmiş, idam sehpalarının kurulduğu yeri tanımlayan, "siyaset meydanı" deyimi de kulaklara küpedir. İsmet Paşanın son demine kadar, yastığının altında dolu bir tabanca ile uyuduğunu biliyoruz.

Siyasal karar süreçlerine katılım kanallarının tıkalı olduğu bir başka deyimle tek sesliliğe sahip olan toplumlarda silahlı kalkışmalara, hükümet darbelerine sıkça rastlanır. Son yüzyıllık siyasi tarihimiz sayısını bile bilmediğimiz örneklerle doludur. Ayrıca dış güçlerin ve dinamiklerin de bu bağlamda etkinliklerini göz ardı edemeyiz.

1908'de "İlan-ı Hürriyet"le başlayan inkilâbın daha sekizinci ayında bazı dış güçlerin desteği de olduğu söylenen 31 Mart kalkışması "siyasal darbe" kuşkularını parlatan ilk olaydı. Onlardan sonra ilk akla gelen siyasal erk mücadelelerini şöyle sıralayabiliriz.

Bab-ı Âli Baskını (1913) Mahmut Şevket Paşa'nın öldürülmesi ile gün yüzüne çıkan komplo Yakup Şevki'nin darbe girişimi Gazi'ye yönelik suikast sonucu İzmir ve Ankara İstiklâl Mahkemelerinin idam kararları ile İttihat ve Terakki'nin kılıç artığı diye niteleyebileceğimiz son kadrolarının tasfiye etmesi 27 Mayıs 1960 Talat Aydemir ve Fethi Gürcan silahlı kalkışması, 9-12 Mart 1971'de ki iki aşamalı darbe 12 Eylül 1980 28 Şubat vb gibi müdahaleler

1960 ve sonrasında darbelerde ortak nokta, ABD ve NATO'nun belirleyiciliğidir. Bunun anlamı ABD'de simgeleşen kapitalist blok'un strateji ve ekonomik yapısıyla Türkiye'yi uyumlandırma isteğidir. Nitekim 1960 darbesi uluslar arası sermayenin ortaklıklarını ve işbirliğini kolaylaştırdı, yaşama geçirdi. Özellikle Turgut Özal'ın Planlama Müsteşârlığı dönemi bu bağlamda etkin bir rol oynamıştır. DPT Teşkilâtı bünyesine "Yabancı Sermaye" ve "Teşvik Daireleri" bu aşamada katılmıştır.

12 Mart Darbesi, 1960'lı yıllarda yükselen sol siyaset (TİP ve diğer fraksiyonlar), Kürt Demokratik Hareketini ve olası bir sol eğilimli cuntayı engellemek amacıyla, gene NATO ve ABD desteğiyle gerçekleşmiştir. "Balyoz" simgesinin hedefi açıkça sol'du. Ne var ki bu darbenin ABD ve uluslararası sermayenin isteklerine tam anlamıyla cevap verdiğini söyleyemeyiz. Ecevit'in 1973 seçim zaferi ve CHP+ MSP koalisyonu bu hükümetin Kıbrıs'a müdahalesi NATO ve kapitalist blokun sineye çekeceği bir hareket değildir. Nitekim 1974'ün sonunda kurulan "Milliyetçi Cephe" hükümeti bugünün tohumlarını atmaya başladı. Artık uluslararası büyük sermaye ile bütünleşmiş olan yerli sermaye, ABD ve onun CIA, Gladyo vb. gibi organlarının yardımıyla yeni yeni ayaklarının üzerinde durmaya başlayan sol siyasete ve işçi sınıfına acımasız bir saldırıyı yaşama geçirdiler. Bu saldırının yerli kumandanı MESS Genel Sekreteri (CEO'su) Turgut Özal'dı. ABD'den el aldığı Türkiye'nin küreselleşmiş kapitalizmle eklemlenmesini sağlanması görevini Turgut Özal, Demirel ve ABD desteğiyle 1 Mayıs (1977) ve Maraş, Sivas, Çorum vb gibi kentlerdeki yığınsal katliamlarla. Gençlere, aydınlara acımasızca kıyarak ekonomik darlıklar yaratarak 1980'de 24 Ocak kararlarına ulaştılar. Ne var ki bu kararların uygulanması ve de gelecekteki küresel kapitalizmle eklemlenmeyi sağlayacak adımları atabilmek için sol siyaseti ve işçi hareketinin bir silindirle ezilmesi için CIA ve Washington'un karanlıklar prensinin "Our Boys" (Bizim Oğlanlar) dediği Askeri Cunta'nın işe el koyması gerekiyordu. Bir gösteri merkezinin locasında haber ulaştırılan Başkan Carter'de az sonra seçimi yitirecek ve küresel ekonomi Holywood'un beceriksiz kovboyu Reagan'la İngiliz Demir Leydi Margaret Thatcher'ın Neo- liberal egemenliğine biat edecekti.

Şimdilerde CHP Genel Başkanı Baykal ve kurmay heyeti yeni bir gösteriyi sahneye koymakla meşgul: "12 Eylül Darbecileri"ni yargılayalım. Peki, yargılayalım ama kimi yargılayalım. Çoğu rahmetli olan Paşaları mı. Anlamsız. Çünkü onlar ancak ABD ve küreselleşmiş kapitalizmin tetikçileriydi. Asıl suçlular küresel sermayenin çeşitli adlardaki istihbarat örgütleri ve kapitalist blok'un önderi ABD'ydi.

1950-2009 aralığında gerçekleşmiş darbelerin hemen hepsi "Made In USA" patentlidir. "Made In Turkey" damgalısının âkibetini ise Talat Aydemir ve Fethi Binbaşı canlarıyla ödediler.

Bu yazıyı kaleme alırken Genel Kurmay Başkanı Başbuğ'un "TSK'nın demokrasiye bağlılığını" teyid eden sözlerini dinliyordum. Bu sözlerden kuşku duymanın anlamı yok. Çünkü TSK, her NATO üyesi gibi küreselleşmiş kapitalist sistemin koruyucusudur, bu düzenin demokrasi anlayışını benimsemiştir.... 27 mayıs 1960'ın sabahını hatırlayanlar, radyodan, Köktenci Türk Milliyetçiliğinin simgesi olan Albay Türkeş'in okuduğu "Milli Birlik Konseyi" bildirgesinin temel ilkelerinden biri olan şu güvence tümcesini anımsayacaklardır: "NATO'ya, CENTO'ya bağlıyız" . Baykal ve kurmayları bu tümceyle başlayan darbeler sürecinde birkaç general ve albayı yargılamakla ellerini yıkayabilecekler mi?. Turgut Özal, MESS ve TÜSİAD'a ne yapacaksınız. Washington'daki "Karanlık Odakları" kulaklarından tutarak Türkiye'ye mi getireceksiniz. Olayın tarihsel gelişimi ile küresel kapitalist düzen açısından değerlendirmesini yaparsak, sosyalist bir dik duruşa mı sahipsiniz? Geçmişindeki tüm partilerin yasaklandığını, kendi partisinin bir yıl boyunca kapatılma tehdidi ile Anayasa Mahkemesinde endişe ile beklediğini gören Başbakan'ın vehimini anlayabilirim. Ama Kemal Derviş'le kol kola görüntü vermekten çekinmeyen, TÜSİAD'ın yanında IMF borazanını çalan, mevcut küresel kapitalist düzene tek bir eleştiriyi yöneltmeyen Baykal'ın, kurmayların "darbe" gösterisi, Başbakan'ın altını çizdiği gibi bir "Sulu Şakadan" ibarettir.

Her aşamada küresel sermayenin kararlarına ve düzenine "Lebbeyk" diyerek boyun eğen siyasal partilerin sağdan balyoz gibi inen darbelerden şikayete hakkı yoktur. Bırakınız o ayrıcalıkta sosyalistlerde olsun.