Cehennem Bekçileri

Rönesans döneminin İtalya'sı her zaman ilgimi çekmiştir. Ortaçağın tarihe gömülüşünü simgeleyen bu dönem, her geçiş döneminde olduğu gibi geleceği muştulayan bir çelişkiler yumağını andırı. Bir yanda uzak deniz ticaretinin yarattığı ekonomik zenginlik, bu ticaretin güvencesi ve de geleceğin finans dünyasının habercisi olan bankerler ve banknot denilen kaydî paranın yaygınlaşması, diğer yandan sanattaki büyük atılım, heykel ve resim başyapıtlarının yaygınlaşması, yeni bir mimarinin doğuşu, bunlara karşın Vatikan kaynaklı bağnazlığın Firenze'yi (Floransa) oradaki yapıtları yakıp yıkması, Galileo, Bruno vb. gibi bilim adamlarının engizisyon pençesinde sindirilip, hatta yakılarak öldürülmesi.... Sakin, huzur kaynağı Barok müziği, tüm bu çelişkiler yumağının ezgisi Albioni'nin Adaglo'su.... saymakla bitmiyor. Yeni bir çağın doğuşu da böyle olur herhalde. Dünyanın ve Türkiye'nin içinden geçtiği bugünkü bunalımın (ekonomik, siyasal, kültürel, etik). O dönemi anılara yeniden getirdiğini söyleyebilirim. Bu noktada iki yapıtın altını da özellikle çizmem gerek. Birisi Makyavel'in "Prens"de betimlediği pragmatik, sınır tanımayan, ben merkezci siyaset tarzı ve politikacı tipi. Diğeri ise Dante'nin "İlahi Komedya"sındaki anlattığı "Cehennem" Yirmi birinci yüzyılda Rönesans'la doğan sermaye merkezli düzenin evrilerek dünyayı getirdiği nokta kat kat ufunet kokan, iğrençliklerle dolu Cehennem ve onun üreten, kollayan cehennem bekçilerinden oluşan düzendir.

Dünyada da, ülkemizde de sözünü ettiğimiz cehennem akla, ahlâk'a, emeğe yoksula karşı zebanileriyle kılıç sallamakta, ateşi körüklemektedir. Milyarlarca insan arafta beklemiyor cehennemde çırpınıyor. Geride kalan hafta içinde zebaniler düzeninin yalanlarına,saptırmalarına ve altında yatan gerçeklere birkaç örnekle değinmekte yarar olacaktır.

- Önümüzdeki Pazar günü Türkiye, belki de tarihinin en tartışmalı seçimini yapacaktır. Seçim tahmini konusunda medyanın kâhin saydığı Tarhan Erdem bu kez kuşku dolu bir tahminde bulundu: "30 Mart'ta başka bir Türkiye ile karşılaşabiliriz". Bir anlamda seçim sonuçlarının çok tartışılacağını imâ etti. Onu , kendisini ziyaret eden Yüksek Seçim Kurulu Başkanına söylediği şu sözle Cumhurbaşkanı da teyid etti: "Türkiye'nin seçim sicilini korumamız gerekir". 1950'den bu yana ülkemizdeki seçimlere, sonuçları fazla etkilemeyen birkaç itiraz dışında "şaibe" pek karışmamıştır. Ne var ki gerek seçmen listelerinin TUİK'in genel sayımına dayandırılması gerekse seçimle ilgili yeni düzenlemeler kuşkuları arttırmıştır. Ne var ki bu düzenlemeye ilişkin yasalar TBMM'inde ciddi bir irdelemeden geçirilmediği, yani milletvekillerinin görevlerini ihmal ettikleri de açığa çıkmıştır.

Seçmen listelerinin hatalarla dolu olduğu bir gerçek. Bu hataların çok sayıda mükerrer oy'a kapı açacağı endişesini Cumhurbaşkanı da "seçim sicilimiz bozulmasın" dileğiyle dile getiriyor. Mükerrer oyu engelleyecek tek yol oyunu kullananların tırnağına boya sürülmesiydi. Bu da gündemden düştü artık tek güvence TC kimlik numarasının bir kontrol aracı olarak kullanılmasıydı. Kendilerine iktidar ya da muhalefet nitelenmesini yakıştıran siyasal partilerimiz buna da itiraz ediyorlar. Geç uyandıkları, vatandaşı vaktiyle uyarmadıkları nedeniyle Nüfus Müdürlükleri önünde saatlerce bekleyen halkı düşündükleri için böyle düşünüyoruz diyerek yüzlerini kızartıyorlar. Cehenneme zebanilik yapanlardan ne beklenir ki?

- Yanlış sayısal bilgiler, gerçeği yansıtmayan göstergeler içinde bulunduğumuz "Yalan Zamanı" gözlerden kaçırıyor. Cehennem, cennet gibi gösteriliyor. Radyolar, gazeteler, televizyonlar her fırsatta önemi olmayan göstergeleri kullanarak beyinleri yıkamaktadırlar. Borsa indeksleri, bu göstergelerin en fazla kullanılanıdır, ancak bunlar çeşitli şirket hisselerini elinde tutanlar ve o şirketler açısından önemlidir. Yani yalnız defter değeri vardır. Sermayedarları ve hisse alarak onlara ortak olanları yakından ilgilendirir. Ne emekçiler, ne yoksulların durumu yönünden ilgiyle izlenmeye değer değildir. Kuşkusuz şirketlerin iflası emekçilerin işsiz kalması sonucunu verir ama bu sistemin kırılgan oluşunun bir sonucudur. Nâzım'ın bir şiirinde dediği "ne zaman işsiz kalacağım" korkusu kapitalist düzenin temel öğesidir. Aynı şekilde milli gelirin 700 milyar dolardan Başbakanın hedefine yani 1 trilyon dolara erişmesi de gelir ve onunda ötesinde servet dağılımında eşitsizlik sürdükçe yoksul ve açlara bir katkısı olmaz. Sadece sermayenin her şeyi kendine yontan keserinin görünmemesini sağlar.

- Geçen hafta 4. Önlem (krize karşı) paketi açıldı. Birkaç gün sonra Başbakan krize yönelik 47 tedbir aldıklarını söyledi. Sayı olarak doğrudur yanlıştı diyecek bilgimiz yok. Alındığını bildiğimiz tedbirler ise bütünüyle sermayeden yana.

Paket açılmadan yaklaşık on beş gün önceden beyaz eşya satan şirketler boy boy ilanlar vererek ÖTV ve KDV bizden dediler. Paket açılınca bu iki verginin üç ay alınmayacağı açıklandı. Kim kazançlı çıktı? Şirketler. Böylece kendilerinin ödeyeceğini ilan ettikleri vergileri üç ay devlet üstlendi. Paket açıldıktan sonra araba satışları patladı. (Gazetelerin, televizyonların söylediği bu). Peki en ucuzu 20-30 bin TL'den başlayan arabaları kimler alıyor. Herhalde yoksul ve emekçiler değil. Diğer yandan kayıtlı ya da kayıtsız işçilerin ücretleri düşüyor. Kısa çalışma izni için başvuran şirketlerin sayısı 2 000'i aşmış durumda. İçlerinde Fort Otosan, Oyak Renault vb. gibi devler çoğunlukta. Bu izni alırlarsa kısa çalışma ücreti devletten, daha doğrusu işsizlik fonundan sağlanacak sözün özü krizi yaratan sermayenin pervasızlığı, paketlerin koruduğu ise bu açgözlüler. Cehennem zebanileri onları koruyor.

- Sayın Başbakan bir mitingde halka şunu söylüyor: "Kusura bakmayın biz sahtekâr değiliz Karşılıksız para basmak modern hırsızlıktır" Doğru da 1970'lerden sonra hangi ülkenin parasının karşılığı var. ABD altın standardını terk edeli 40 yıla yaklaşıyor. Dolar, bir gazete hızıyla basılıyor artık. Başbakanımız haklıdır. Kapitalist düzenin kaynağı modern hırsızlıktır.

- İşsizlik rakamları tehlike çanı çalıyor. Üstelik gerçek işsizlik 3.5 milyonun da çok üstünde, oran olarak %20'yi aşmış durumda Finansal soygunun İngiltere'de ki merkezinden gelmiş Bakan Mehmet Şimşek kendince bir zebani yalanı uydurmuş, "Bunalımda iş arayan çok olur" diye yığınları kandırmak istiyor, Londra'da ki ofisinde alıp satmakla uğraştığı çalı çırpı fonları, açığa satışların yıkımı yetmezmiş gibi bizleri de uyutma gayretinde

- Görkemli çadırlarla pazarlanan, bir zamanların "Sütlüce Kanarası"nda toplanan, gerçek kimliği bir türlü açıklanamayan "Su Forumu"nda, Dünya Su Konseyi Başkanı Loic Fauchon, "Sağlıklı suyun bir bedeli vardır" buyurmuş. Cehennem Zebanisinden de bu beklenir. Yakın gelecekte "Sağlıklı havanın bir bedeli vardır" noktasına da geleceğiz kuşkusuz.

Son günlerin modası "Yeni Osmanlı" olduğuna göre bizde yazımızı bu eğilime uygun bitirelim. Eskiler "Osmanlı da oyun çoktur" derler. Bu bağlamda çok bilinen bir halk şiirinin iki dizesi şöyledir:

Ekende yok, biçende yok

Yiyende ortak Osmanlı

Osmanlıyı,günümüzün sermaye egemen düzenini ve onun yarattığı cehennemi bundan daha iyi nasıl anlatabiliriz ki?