Balı Tutmak

Yazıma, Dr. Taner Timur'un ülkemizdeki burjuvaziyi, bir başka deyişle büyük sermaye sahiplerini tanımlayan, kerelerce yinelediğim bir tespitiyle başlayacağım: "Batıda fetihci burjuvazi, borçlandırma, kontrol ve yağma yöntemleriyle modern devleti yaratmıştı bizde, tersine bir süreç içinde, geleneksel devlet, yağma yöntemleriyle, fetihci burjuvaziyi yaratmaya kalktı. Ve sonu felaket oldu." Dr. Timur'un bu tespitini, küçüklüğümüzden bu güne önümüze ibret meseli olarak sunulan atasözlerinde de görürüz. Şu iki örnek bu bağlamda çok net bir mesajı yansıtmaktadır: "Bal tutan parmağını yalar" "Devlet (Miri) malı deniz, yemeyen domuz"

Çetin Altan hemen her yazısında "Hazineden geçinmeli" deyimini haklı olarak kullanır. Ne varki bu yaklaşımı özel kesime uzatamaz. Oysa Osmanlıdan bu yana kendisini "Müteşebbis-i şahsi" diye niteleyen her "iş adamı" devleti yağma ile, Necati Doğru'nun altını çizdiği gibi dişlemekle ilk servetlerini yapmakta ve de büyütmektedirler. Yağma, karaborsa, tasallut, hortumlama ve niceleri... Maliye Nazırı Cavid Bey'in "takdis"lerinden bu yana meşrulaşmıştır. Bu noktada kınanması gereken, "kitab-ı mukaddesi" piyasa olan Manchester ekolüdür. O ekolün "Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler" siarı da bir nev'i amentüdür.

Dişlemelerin temeli, İzmir'de, kurtuluştan beş ay sonra, iktisat kongresinde atılmıştır. Kongrede çiftçileri temsil eden toprak ve aşiret reislerinin, tüccar ve sözde sanayicilerin her talebi bir emir telakki edilerek kabul edilmiştir. Dış ticaretteki, Lozan antlaşmasından kaynaklanan, serbesti 1927'de yasalaşan Sanayi Teşvik programı, iş çevrelerine ümitlerin de üstünde ayrıcalıkları sunmuştur.

TBMM üyeleri yabancı şirketlerin iş takipcisine dönüşmüştür (Yakup Kadri'nin "Ankara" romanını bir kez daha okuyun). Dönemin Başbakanı İsmet Paşa, TBMM koridorlarında "Aferizme (Soygunculuğa zemini hazırlayan iş çevirmek) izin vermeyeceğim diye esip, gürlediyse de asabını bozmakla yetinmiş, soygun, tasallut (saldırma, gasp) sürüp gitmiştir.

Yüzüncü yılını idrak eden Türk İnkılabının kurucu kuşağı (umulanın aksine) kapitalistleşmeyi tek hedef bellemişlerdir. Gazi Paşa "Zenginleşin" derken bu erdemli hedefi (?) Adnan Menderes "Her Mahallede milyoner yetiştireceğiz" biçiminde somutlaştırmıştır. 1930'lu yıllarda Sovyet Uzmanlarıyla hazırlanan Sanayi Programı bile İktisat Vekili Celal Bayar'ın himmetiyle özel kesime fon aktarımına dönüştürülmüştür.

Cumhuriyet yönetimi kendi kapitalistini çeşitli yöntemlerle yaratmayı başarmıştır. Nedir bu yöntemler? İlk akla gelenler şöyle sıralanabilir.

&bull Kamu İhaleleri
&bull Kamu Satın almaları
&bull Ham madde ve ara malları ucuza sağlamak
&bull Bedavaya yakın ulaşım olanakları (özellikle demir ve deniz yollarında) yaratmak
&bull İletişim kolaylıkları
&bull Ucuz enerji, ucuz tesis arazisi sağlamak
&bull Gümrük ayrıcalıkları
&bull Kamu Bankalarından uygun faizle uzun vadeli kredi olanakları (günümüzün Çalık örneği) sağlamak

Kuşkusuz bunlara daha başka yasal kolaylıkları da katabiliriz: Vergi muafiyetleri vb. gibi. 24 Ocak 1980'de egemenliğini ilan eden sermaye sınıfımız böyle doğdu. Son yirmi beş yılda özelleştirme vb. yollarla (yani kamunun elindeki sanayi ve finans kurumlarına el koyarak) daha bir palazlandı.

Bir yanda kamunun kaynakları ile yaratılan sermaye sınıfı, diğer yanda diz boyu yoksulluk. 1920'li yılların sonunda Sertel'lerin yayınladığı "Resimli Ay" dergisinde şu feryatları okuyoruz. "İhtiyarların sokakta süründüğünü ve fabrikalarda amelenin istismar edildiğini duyuyoruz. Fabrika tezgahlarında say (emek) kuvvetlerini bir havyan gibi akıtanların tekaüt (emeklilik) maaşı da yoktur. Hakkını arayan köylülerin iplerle bağlandığını, Mecideyeköyünde çalışan amelenin hayvan gibi, uşak gibi istismar edildiğini görüyoruz, duyuyoruz. (Ayancık'ta, köylünün, baltalık ormanına tecavüz eden şirkete direnişine değiniliyor) Memlekete ecnebi sermayesi gelsin diyorlar. Ecnebi sermayesi gelirse böyle gelir.."

Savaş, sermayeye yeni soygun kapılarını açar. İkinci dünya savaşının ilk aylarında, Tan gazetesinin 23 Aralık 1939 tarihli sayısının başyazısı (Zekeriya Sertel) bu bağlamda verilebilecek en güzel örnektir: "Hususi (özel) sermaye ve amme (kamu) menfaatı kavgası... Fabrikatör cevap veriyor: Ham madde getiremiyoruz, elimizdeki stokları işliyoruz. Arz azalınca talep çoğalır. Onun için biz de fiyatları arttırıyoruz. O vakit ticaret vekili şu cevabı veriyor: biz halkça ve devletçe birçok fedekarlıklara katlanarak sizleri limonlukta çiçek yetiştirir gibi yetiştirmeye çalıştık. Halbuki ne görüyoruz? Halkın ve devletin hesabına yaptığımız fedakarlıklarla elinize verdiğimiz silahı, sizin ilk fırsatta halkı ve devleti arkadan vurmak için kullandığınızı. Tüccar ve fabrikatör yani özel sermaye her yerde kendi karını düşünür. Onun nazarında halk, memleket, amme menfaati bahis mevzu değildir."

Bu yağma artarak, ivme kazanarak sürmüştür. Türkiye'de devleti, belediyeyi yani kamuyu yağmalamadan sermaye birikimini gerçekleştirmiş bir kişi, ya da şirket gösteremezsiniz. Yasaların boşlukları bu dişlemeyi daha bir kalıcı kılmıştır. Ulus gazetesinde çalışmaya başladığı günlerde (1945-46) Başyazar Falih Rıfkı'ya bazı CHP kodamanlarını işaret ederek "Bunlar çalıyorlar" serzenişinde bulunan Çetin Altan'a Falih Rıfkı "Çalmıyorlar, alıyorlar" yanıtını vermiştir. Gerçek budur.

1980'den sonra soygun ve yağma "iş bilme" meziyeti haline gelmiş, çok boyut kazanmıştır. Gasp yani tasallut ahval-i adiyedendir. Liberallerin pek öğündüğü mülkiyet hakları bile tasalluta uğramıştır. Kentsel dönüşüm adına gayri menkullere tasallut ediliyor. Dişli olayında olduğu gibi arsalar bir kalem darbesiyle el değiştiriyor, değer kazanıyor ya da yitiriliyor. Bu soyguna devlet borçlanma tahvillerine uygulanan yüksek faiz politikasıyla yabancı fonlar da katılmaktadır.

"Serbest Piyasa"yı kitabı mukaddes, kâr'ı ise tanrı kabul eden acımasız bir düzenin saldırısı altındayız. Boş zamanlarımızı bile kâr'a dönüştüren saldırının adeta esiriyiz. Ayni ve fikri haklar ayaklar altında. Reşat Nuri'nin, Halit Ziya'nın, Orhan Kemal'in yapıtlarına tasallut ediliyor. Değiştiriliyor. Kârı arttıran reklamlara zemin hazırlanıyor. Bu çağın düzenini iyi tanıyalım. Onu değiştirmek, eşitliği, sömürüsüz bir dünya özlemini gerçekleştirmek için bilenelim. Çünkü FELAKETİN EŞİĞİNDEYİZ!