Senin adına, senin çıkarlarına en iyi ben düşünürüm!

Yukarıdaki başlık ile özetleyeceğimiz neo-liberal düzenin post-faydacı toplum yapısı, bugünkü AKP siyasetinin ana hatlarını çizmektedir. Uluslararası arenada AKP’yi sorgulanmaz ve meşru kılan da budur. Yukarıdaki cümlede geçen “çıkar” kelimesi bireysel faydayı anlatır. Burada kişinin kendisine özel özgürlük alanlarını çizen ve ona o alanla sınırlı, sınırsız özgürlük tanıyan bir yapı mevcuttur. İslam’ın ve diğer tüm dinlerin takıntıları olan “kadın ve ölüm” örneğin, post-faydacı neo-liberal toplum yapısında “sınırsız” yayılma alanı bulacaktır. Öldükten sonrada var olmak isteyen insana “cenneti” sunar din. Bir anlamda sonraki zamanı en iyi şekilde geçirmenin anahtarıdır ve buna ulaşmanın kuralları vardır. Zaman içinde, bilinmezde olsa bir mekânda hep var olmak isteyenler için bunu vaat edenlerin önceden çizdikleri yolları takip etmeleri gerekir. Sonuçta kişi beklentisinin gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini yaşadığı dünya’da bilemeyecek olsa bile, bu zaman sonrası bir yerde arzusuna kavuşacağına olan inancı taşır. Dolayısıyla dini vecibeleri yerine getirerek varacağımız ölüm sonrası kusursuz ilahi mutluluk, herkesin çıkarınadır. Ölüm sonrası mekân bir takıntıdır. Çünkü Cennet’e gitmek gibi Cehenneme düşmek de vardır. İkinci takıntı kadındır. Erkek bakışına göre kadın narindir ve korunması gerekir. Kendi başına toplumda yer alamaz. Onun evlenmek, çocuk yapıp bakmak gibi görevleri vardır. Evinin kadını olup kendisini dış görünüş itibariyle kocası hariç tüm erkeklerden soyutlaması gerekir. Kadında, erkekte bundan “fayda” sağlayacaktır. İkisi içinde dini bütün olmak, gelecek zamanda bir şekilde var olmanın anahtarıdır. Bu zamanda ise yine ikisi içinde mutlak güvence ve mutlak rahatlamadır. Dini örtünme, koruma-korunma, güven vs… hiçbir kuşkuya fırsat vermeyecek kadın-erkek ilişkisini düzenleyendir. İnsanların yaşamlarını “zahmetsiz” kolaylaştırıcı bir görevi vardır. Örneğin İslami aileler ergenlik yaşlarında ki oğul ve kızlarına hem kendilerine hem de çocuklarına uygun gelin ve damat adayları arayıp bulurlar. Ebeveynin uygunluk ölçütü kızının ve oğlunun çıkarına en uygun olandır. Evlenecek çocuklar adına, büyükler herkese en faydalı olanı bileceklerdir. İleride iş konusunda, meslek konusunda vs… aileler yine kendilerine ve çocuklarına en uygununu çocukları adına kendileri seçecektir.

Bu gelişmeleri kültürel bir veri olarak kabul edip, karşısında bunları eleştiren ve toplumu eşitlik ve vatandaşlık ölçütleri bağlamında yeniden düzenleyen Cumhuriyet kazanımlarını “suni” bir müdahale olarak yargılarsak, sadece kişisel faydacı anlayışa hizmet etmekle kalmayıp, aynı zamanda kişisel çıkarlara dayalı her türlü kapalı cemaat, ahbap-çavuş ilişiklerinin de toplumda kök salmasına vesile olmuş oluruz. Üstelik bu yaklaşım, aynı zamanda neo-liberal düzenin tüketim toplumu anlayışına ters olmadığı gibi, post-demokrasinin dayandığı en önemli temeldir. Şöyle ki, “düzeni sorgulamayacak ama kişisel faydasını her türlü yoldan sonuna kadar savunacak bir özgürlük ortamının”, ancak istikrarlı ve durağan toplum yapılarında mümkün olduğunu bilmekteyiz. Neo-klasik Walrasyen denge, statik bir denge üzerine kuruludur. Kendi içine dönük ve sadece kendi ailesinin çıkarları ve dini görevleri için yaşayan bir toplum yapısında daha fazla emek sömürüsü ve borçlanarak mümkün olan tüketim özgürlüğünün benimsenmesi daha kolaydır. Sömürü ve tüketim özgürlüğü dinen sakıncalı faaliyetler değildir. Dinde bazı şeyleri elde etmek için bazı zorlukların altına girilebilir. Bu sistemde birey, sadece alacağı, vereceği mal ve hizmetlerin fiyatlarını sorgulayacaktır. Piyasa mekanizmalarını ve kapitalist üretim süreçlerini sorgulamayan kapalı bir toplumun demokrasisidir sonuçta tasarlanan. Neo-liberal düzen eşitlik yerine özgürlük projesi olduğundan kendince topluma faydalı bulduğu faaliyetlerin özgürlüğünü yayarken, eşitliği ise kişilere bırakmaktadır. Eğer burka veya peçe aile içinde istikrarı ve sükûneti sağlıyorsa o zaman bireyler arasında eşit bir zemin vardır demektir. Dolayısıyla oluşturulmak istenen, gelişmeyi körelten, durağan, kısa vadeli dengeler üzerinde yoğunlaşan bir toplum modelidir. Bu model Neo-liberallere ve İslamcılara göre zaten kendi içinde demokratiktir.

Erdoğan’ın Gezi olayları esnasında ki sert çıkışı ve toplumu bölen konuşması olmasaydı, Türkiye bu siyasal düzlem üzerinde yoluna devam ediyordu. Birbirini besleyen Neo-liberalizmle İslam’a, muhalif kesimden en çok destek verenler liberal solcular oldu. Bugün hükümete bu destek süreci Gezi olayları ile beraber biraz geriledi. Ama Başbakan’ın toplumu geren konuşmayı azaltmasıyla bu kesimlerden destek yeniden başlayabilir. Böyle bu durumda AKP ve destekçilerinin varmaya çalıştıkları düzen post-faydacı bir post-demokrasidir. Karşımızda çocuklarımızı düşündüğü için internet yayınlarına sınırlama getiren, sağlımızı düşündüğü için toplu alanlarda sigara ve alkol içmemizi yasaklayan, maçlarda fanatizmi önlemek için taraftarlara alkol muayenesi yapan, demokrasinin sandıktan geçtiğini, diğer toplumsal hareketlerin yasa dışı faaliyetler olduğunu durmadan basın yoluyla halka açıklayan kısacası bizim çıkarlarımızı bizim adımıza en iyi düşünen bir siyasal erk vardır. İslami görevler ve uyarılar ile yaşamayı bilenler için yeterli bir demokrasidir. Babadan oğla, anneden kıza geçen yaşamsal uyarı mesajları, kişilerin özeline dokunduğu için doğrudan o kişinin çıkarlarına yöneliktir. Post-faydacı devlette aynı şeyleri vatandaşları için yapar. Örneğin Erdoğan’ın televizyonlarda sıkça tekrarladığı üç çocuk yapın mesajı. Birçok bekâr genci etkileyen bir mesajdır. Başbakan “gençler kitap okusun, spor yapsın” deseydi, o kadar etkili olmazdı. Çünkü kitap okumak ve spor yapmak bir alışkanlıktır, eğitimle, kültürle, gelirle ilişkisi vardır. Oysa üremek doğaldır. Sadece cinsel istek yeterlidir. Bu bağlamda diyelim ki, herkese zorunlu okuma haftaları düzenleyen, herkese haftada bir kere toplu jimnastik yaptıran, mahallerde kütüphaneler kurup ailelere bedava kitap dağıtan ve okumayı zorunlu kılan bir hükümet ile okuma işini ve sporu özelleştirip tercihi bireylere bırakan, bol bol çocuk yapın diye tavsiye’de bulunan hükümetten hangisinin sizce sevilme şansı daha yüksektir? Ahmet Ayşe’ye “Ayda üç kitap okuyalım, gel beraber koşalım” mı deseydi gönlünü kazanırdı? Yoksa “evlenince üç çocuk yaparız” deyince mi? Sonra neyle ve nasıl yaşayacak Ayşe ve Ahmet? Onun da cevabı hazır: “sen yap üç çocuğu Allah nasıl olsa rızkını verir”. Peki, niye gidiyoruz sandığa o zaman? Sahiden ne kadar kaldı genel seçimlere?