Neo-liberal siyaset destekli küresel piyasa aktörlerinin ve kurumlarının merkez - çevre küresel ülkelere her geçen gün daha fazla esnek iş gücü piyasaları uygulamaları önermektedir. Kısa süreli, yarı-zamanlı, a-tipik çalışmalar, işten çıkarılmalarının kolaylaştırılması, taşeronlaşmanın teşviki gibi bir sürü önlemler gittikçe daha fazla iş gücü piyasalarının yapısını etkilemektedir. İş gücü piyasaları ne kadar daha esnekleşebilir tarzı veya iş gücü piyasaları esnekleşirken çalışanların hakları nasıl korunabilir türü palyatif sözüm ona önerileri kapsayan bilimsel makaleler yazılmaktadır. Rekabet ve verimlilik adına yapılan bu araştırmalar birçok liberal iktisatçıyı daha fazla neo-liberal siyasetin dar kalıpları içine sıkıştırmaktadır. Neo-liberal siyasetin işlevsiz kıldığı sosyal demokrat öneriler Fransa’da Yunanistan’da solun toplumsal krizin çözümünde daha fazla çaresiz kalmasına ve toplum gözünde değer yitirmesine neden olmaktadır. Avrupa’da yükselen ırkçılık ve faşizm bize büyük dünya krizinin haberciliğini yapmaktadır. Karamsar olmak için her türlü veri mevcuttur. Mesela Eurostat verilerine baktığımızda Avrupa’da yoksulluk riski oranı 2000’li yıllarda çok artmıştır. Günümüzde her dört AB üyesi vatandaşından biri yoksulluk riski altındadır. Bu oran 2013 yılı itibariyle Yunanistan’da üçte birdir. Avrupa’da işsizlik oranları son 30 yıldan beri düşürülmemekte tersine kriz dönemleriyle beraber (mesela Türkiye için 2000-2001 krizi) yukarı doğru çıkış emaresi göstermektedir. Bütün bunlar olurken sağ ve sol hayal tacirlerinin neo-liberalizme karşı hiçbir sistemsel program geliştirmeden gelecek için iyimser senaryolar üretmesi geleceğin ne kadar biz emekçiler için belirsiz ve karamsar olduğunu göstermektedir.
Eurostat’ın 4 Kasım 2014 tarihli basın bülteninde 2013 yılı için AB (28) ülkelerinde 122,6 milyonun üstünde yoksul olduğunu açıklıyor. Bu sayı toplam nüfusun %24,5’ünü temsil ediyor. Yani bir başka değişle dört AB vatandaşından biri yoksul. Eurostat’ın yoksulluk ölçütü ise hane halkının aşağıdaki üç olumsuz durumdan en az birini yaşıyor olmasıdır. Bunlardan ilki sosyal transferlerden sonra da kişilerin yoksulluk riskinin devam etmesi, ikincisi bazı yaşamsal temel ihtiyaç mallarından mahrum olması ve sonuncusu da kişinin çalışabilme olanağı kısıtlı hane halklarında yer almasıdır. Bu üç kriterden birine ait olanların Almanya’da oranı %20,3’dür. Yani her beş Almandan biri yoksuldur. Üstelik son beş yılda bu oran 0,2 puan artış göstermiştir. Yunanistan’da yoksulların topluma oranı %35,7’ tür. Yani üç Yunanlıdan biri yoksuldur. Son beş yılda bu ülkede yoksulluk tam 7 puan artmıştır. Bulgaristan’da her iki Bulgar vatandaşından biri yoksuldur. İtalya’da yoksulluk oranı %28,4’tür. Beş yıl içinde bu ülkede yoksulluk oranı 3 puan artmıştır. Fransa’da ise %18,1’tür. Son beş sene 0,4 puan düşmüş olsa da hâlihazırda Fransa’da 11 milyon 213 bin insan yoksuldur. Bu sayı Almanya’da 16 milyon 210 bin kişiye çıkmaktadır. AB ülkelerinde %24,5 olan yoksulluk oranı 2008’e nazaran 0,7 puan artmıştır (bkz: Grafik 1). Beş yıl önce 116 milyon 580 bin Avrupalı yoksul’a 2013’de 6 milyon yoksul daha eklenmiştir.
Peki, yoksulluk artıyor da bu durumdan nemalananlar kimler oluyor? 2013 yılında Fransa borsası olan CAC 40’da yer alan büyük firmaların büyüme oranı %8 düşüyor, fakat sermayedara dağıttıkları temettü gelirleri %6 büyüyor. Diğer bir değişle CAC 40’a kote olan şirketler kârlarının %80’nini yatırım yerine sermaye’ye gelir olarak kullandırıyorlar. Bu bir anlamda üretim sermayesine yönelik yatırım yerine portföy yatırımcısını düşünen ve finansal piyasaları memnun eden bir anlayışı temsil ediyor. Fransız borsasında şirketlerin sene sonu karlarının 1982 yılında sadece %40’ı sermaye’ye verilen temettü gelirlerine giderken bu oran 2012’de %85’e çıkıyor.
Grafik 1: AB (28) ülkelerinde yoksulluk riski oranı (toplam nüfus içinde payı %)
Kaynak: Eurostat 2014
Diğer bir değişle 80’li yılların başında temettü gelirleri yatırımlara ayrılan payın yarısını teşkil ederken, günümüzde temettü gelirleri yatırımlara ayrılan paydan tam 2,6 kat daha fazlasını temsil ediyor (konuyla ilgili şuraya bakabilirsiniz).
Sonuç olarak diyebiliriz ki Avrupa krizi artık sosyal politikalarla ve sosyal demokrasi ile regüle edilemeyen Finans Kapital’in başı çektiği kapitalizm krizidir. Bizim gibi Küresel çevre ülkelerin buna mukabil verdikleri cevap, üretimde maliyetleri düşürmek ve uluslararası rekabet adına çalışanların haftalık çalışma sürelerini uzatıp onları sosyal güvenliksiz işlerde çalıştırmaktır. Küresel çevre ülkelerin zaman zaman yakaladıkları büyüme oranları bu sağlıksız çalışma ve yaşam koşullarına dayanmaktadır. Başka bir değişle çevrede ki doğa katliamları, hava kirliliği ve stresli, kötü çalışma koşulları Merkez Küresel devletlerle rekabet edebilmenin sonuçları olmaktadır.