Nazizm ve faşizm teorik olarak liberalizmden çok etkilenmişlerdir. Uygulama alanı zaten birdir. Yani faşizm ve Nazizm hiçbir zaman üretim süreçlerinde kapitalizmi sorgulamamıştır. Fakat bunun ötesinde siyasal anlamda iki ırkçı teorinin uzantıları liberalizme iner. Hatta liberalizmin en has adamlarından Alexis de Tocqueville’e iner. İnanmayanlar ya nasıl iner? diyecektir, bakın şöyle iner. Bir kere liberallerin öyle de ya da böyle sosyal eşitliğe, sosyal yardımlara karşı geldiklerini biliyoruz. Yani bu konuda o kadar çok örnek var ki, bu durum artık kesin bilgidir. Tocqueville’de aynı şekilde her türlü sosyal yardımlara karşıdır. Bunu cebimize koyalım bir. Fakat Tocqueville orada kalmaz biraz daha ilerler (not: gerçi hepsinden aynı örneklemeleri bulabiliriz de Tocqueville önemli olduğundan onu misal vereceğiz). “Lettre sur le paupérisme en Normandie” adlı 24 Kasım 1855 tarihli mektubunda yoksullara yardım yerine yoksullara yardım vakıfları kurulmasını önerir. Bu vakıfların amacı yoksul için verilen vergileri azaltarak sermayenin mali yükünü aşağıya çekmektir. Burada bir sorun yok. Fakat sonrasında Tocqueville dilencilerden bahseder. Bu kesimin hem şehirlerde görüntü kirliliği yarattığını hem de yardım almalarına rağmen dilenciliğe devam ettiklerini söyler. Bunu önlemenin tek yolu bu kesime “ağır cezalar” uygulamaktır. O cezalar arasında hapis cezası gibi uygulamalar ile asıl faşizme ilham verecek onların o bölgeden uzaklaştırılmasıdır. Dilenciler bölgeden uzaklaştırılmalıdır ama aynı zamanda bazı yoksullarda o bölgeden uzaklaştırılmalıdır. O yoksullar o bölgeye yabancı olup, o bölgenin yoksulu olmayanlardır. Bunların o bölgeden yardım alma hakkı yoktur ve dolayısıyla kanun emriyle uzaklaştırılması gerekecektir. İnsanları bir bölgeden bir başka bölgeye süren, onları tehcir eden anlayışı taa 1855 yılında Tocqueville’de görüyoruz. Bu tehciri kime yapıyor? Yabancı yoksula, şehirlerde görüntü kirliliği yapan dilenciye yapıyor. Bu revayı Tocqueville kendi halkına layık görüyor. Bunun niye söyledim çünkü bunun bin beterini 1847 tarihli Cezayir raporlarında Cezayirli halk için söylüyor. Oraları girmeyelim, demokrat Tocqueville adına çıkamayız çünkü.
İş Tocqueville’le kalmaz tabii. 19’ncu yüzyıldaki devrimler ile sarsılan liberalizme, sosyolojiden ve antropolojiden de destekler yağacaktır. Hem de faşizme ve Nazizm’e ilham kaynağı olacaktır. Nasıl mı? Söyle. Le Play, de Lapouge, Le Bon gibi faşistleri doğrudan etkilemiş sosyolog ve antropologlar, devrimlerle sarsılan 19’ncu yüzyıl liberalizmi kurtarmak amacıyla geleneği, dini, ahlak’ı daha çok vurgular olmuşlardır. İnsanları sosyalistlerin eline teslim etmemek için toplumsal ahengi özgürlük, eşitlik ve dayanışma ile değil bu kavramlarla (ahlak, hiyerarşi, otorite – Frederic Le Play) sağlayabileceklerini düşünmüşlerdir. Antropologlarda olaya ırkçı ayrımlarıyla, alt ve üst sınıfları tespit edecekler ve bu alt-üst sınıflar iktisatçılara da mesela Hayek’e ilham verecektir. Zaten sınıfları zamanla reddeden ve yerine birey’i getiren liberaller bu sefer bireyi’de reddedip yerine “bireyler” i ortaya atacaktır. Neden çoğul? Çünkü insanlar arasında tıpkı ırkçı antropolog’ların söylediği gibi algı farklılıkları vardır. Yani bazı insanlar aptal bazıları akıllıdır. Evet, ırk demeyeceklerdir ama algıları kıt diyeceklerdir. Bu kesim ise emekçilerdir, yani bir açıdan de Lapouge’a göre öjenik unsurlar barındırmayan ırklardır. Her ne kadar bu söylediklerimizi tartışmalı bulan kişiler varsa zaten başta da söylediğimiz gibi tartışmasız bir argümana yeniden dikkat çekmek isterim o da liberallerin sosyal yardım karşıtı olmalarıdır. Bu kesin bilgidir. Dolayısıyla tüm kuramlarını bu sosyal eşitlik sürecini nasıl döndürüp yönetebiliriz üzerine kurgulaşmışlardır. Onun için sosyal önermeleri daha çok toplumsal ahengi sağlayıcı gelenekçi ve dinci motiflerle süslüdür. Yani sınıfsal antagonizma yerine uysal işçiyi oluşturacak olan yeni bir siyasi liberalizmin temellerini atacaklardır. Bu yeni liberal düzenin asi çocukları ise faşistlerdir. Biraz Hitler ama asıl Mussolini ve Salazar gelenekçi, katolik değerlere önem veren, aileye önem veren ve içinde korporatizm gibi sosyalizme alternatif sosyal projeler barındıran kişiler ve rejimleridir. Bunların toplumsal çözümleri 1938 Lippmann konferansına katılmış olan birçok neo-liberalin ilgisini çekmiştir. Daha sonra bazıları Rougier gibi, savaş sonrası Faşizme meyletmiştir. Bu söylediklerimiz de kesin bilgidir. Mesela o toplantılara katılmış olan Louis Baudin’in elit toplumu ve devlet yapısı çok nettir. O da Salazar’ın Portekizidir, Peru’nun 1948 yılındaki askeri diktatörü Odria’nın düzenidir (bkz: A l’aube du liberalisme kitabındaki sözleri). Le Play yanlısı Louis Baudin ve Hayek’in sosyal düzeni alt sınıfların üst sınıflara “coercition” (zorlama) yapmasını önlemek için üst sınıfların alt sınıflara, yani özgürlük düşmanlarına “coercition” (zorlama) yapmasını önermektedir. Ancak bu şekilde insanları “kötü”lerin seleksiyonuna uğratmayacaktır (Lapouge’cu yaklaşım). Kötüler ve vasatların toplumda güç kazanmalarını önleyecektir ve iyilerin ve öjenik olanların yönetimi sayesinde sosyal seleksiyonun “kötüler” lehine işlemesinin önüne geçecektir. Sosyal yardımlar, sosyal devlet Hayek ve birçok liberal açısından ekonomik maliyetin ötesinde sosyal bir maliyettir. O da kötü ve vasıfsızların iyilere nazaran güçlenmesidir.
O zaman 19’ncu yüzyıl Tocqueville’in 20’nci yüzyıldaki devamları olan Lapouge, Baudin ve Hayek’e göre neo-liberalizmin sosyal düzeni “özgürlük düşmanları olan” sosyalistlerin, sendikacıların, Yahudilerin, Arapların ve tüm alt sınıfa ait, öjenik unsurları düşük ırkların yok edilmesi üzerine (şiddet yoluyla ya da pasif yolla) kurulu bir sosyal seleksiyon düzenidir.
Peki, Naziler ve Faşistler bu yukarıda yazılanlardan farklı ne yapmışlardır? Savaş. Ki o da emperyalizm konusuna girersek o ayrımda ortadan kalkabilir. Faşistler uzaydan gelmediklerine göre savaş öncesi ve savaş sonrası teorilerini nereden ilham alarak geliştirdikleri bana göre çok açık.