“Türkiye’nin Mazlum Amele ve Rençberlerine”

Emekçilerin, halkımızın, hiçbir musibete uğramasını istemeyiz. Bunu önlemek için var gücümüzle uğraşırız. Ama, önleyememişsek, başa gelen musibetin, öncesindeki nasihatle bağlantısını kurmalıyız. Böylelikle, yeni nasihate kulakların daha açık olmasını sağlamalıyız. Bu, “keşke haklı çıkmasaydık” dedirten bir duyguyla, “sözün çözemediğini pratik çözer” bilincinin soğukkanlılığını buluşturan noktadır.

“Ey Türkiye’nin ezilen işçi ve köylüleri, her zaman bir şeyi hatırından çıkarma: Avrupa ve Türkiye’deki bütün sermayedarlar, zenginler, paşalar, ağalar, papaz ve tutucu mollalar, büyük subaylar Türkiye’ye hükmettikçe, sermaye ve para esirliği ortadan kalkmaz ve işçi köylü halkı kendi devlet ve hakimiyetine kavuşamaz.”

Bunu, geçen yüzyılın başlarında söylüyordu Mustafa Suphi, biz hiç ara vermeksizin bugüne dek söyleyegeldik, söyleyeceğiz.

Türkiye’nin içinden geçtiği çalkantılı süreçten, alt üst oluşlardan, emekçiler hayrına, mazlumlar yararına bir sonuçla çıkmanın biricik yolunun sınıf ekseninden geçtiğini söyleyegeldik, söyleyeceğiz. Biz yetmezsek, hayat anlatacak. Gösterecek. Öğretecek.

Şatafatlı teorilerin, ışıltılı palavraların göz alıcılığı geçicidir. “Hayatın kayalıkları”na çarpıp dağılması kaçınılmazdır. Gerçekler, bazen yeraltı suları gibidir, yüzeyden görülemezler. Ama fışkıracağı bir noktanın bulunacağı, kanundur. Şimdi bunu yaşıyoruz. Kimlik siyasetleri, sınıf siyasetleriyle yüzleşiyor. Kâğıtta ve ekranda değil, sokakta. Asıl denek taşında.

Söyle TEKEL işçisi, demiryolu çalışanı, itfaiye emekçisi söyle, anlat yaşadıklarını. Hakkını aradığın, insanca bir yaşam, iş güvencesi, çocuğunun rızkını talep ettiğin için teninde hissettiğin cop, suratına çarpan kalkan, genzini yakan gaz, senden kimlik belgesi istedi mi? Basınçlı su, yumruk, tekme, sana milliyetini sordu mu? Sen, bu saldırıya karşı koyarken, omuz başındakinin, kolundakinin hangi kökenden olduğunu merak ettin mi? Düştüğünde yerden kaldıran, düştüğünde yerden kaldırdığın, birbirinize hangi dille hitap ettiniz? Namaz kılıyor mu acaba diye geçti mi içinden, sana gelen tekmeyi engellemeye çalışana bakarken? Sen soluksuz kalırken gömleğinin yakasını açan, düşünmüş müdür acaba, Alevi olup olmadığını?

Yaşadın, gördün. Anlat, sermaye sisteminin gözünde milliyetinin, dininin, dilinin, mezhebinin bir önemi var mıydı, üzerinize saldırırken? Eşitçe nasiplenmediniz mi bundan? Türk var mıydı aranızda? Kürt? Ermeni, Çerkez, Laz, Arap? Ayrım gözettiler mi, söyle. Ya siz? Gözettiniz mi, safa girerken?

Politika, hayatın sadeleştirme işlemiyle sınanır. Yaldızlar, hayatın somutluğunda kazınır.

Yaşananlar, bir grup işçiye, polis saldırısı değildir. Yaşananlar, safların netleşmesidir. Geçerli tek kimlik bölünmesinin ayan beyan kendisini göstermesidir. “Zâmirlerin aşikâr” olduğu andır.

Demek olaylar durulacak, evlere dönülecek, hayat devam edecek ve birlikte savaşanlar, zulme uğrayanlar, bunları unutup birbirleriyle savaşmaya kışkırtılacaklar, kendisine bunları reva görenlere oy verecekler, bölünüp, dağılıp, parçalanıp, sineye çeken, yönlendirilen güçsüzlere dönüşecekler, öyle mi? Öyle mi? Söyle TEKEL işçisi, demiryolu çalışanı, itfaiye emekçisi, söyle, öyle mi olacak, unutacak mısın? Dün sınıf kardeşinken, yarın milliyet hasmın mı olacak yarana tütün basan? Dün sana su fışkırtanla mı birleşeceksin bu temelde, yarın ona karşı? O da seni, ciğerini gazla yakanın safında mı görecek, düşmanı mı belleyecek?

Düşmanın sana vururken gösterdi kendi yüzünü. İyi bak ona. O bir dil, bir din, bir milliyet, bir mezhep, bir cins değil. O bir sınıf. Bunu açıkça söyledi. Sıra sende. Şimdi aynaya bak ve söyle, sen nesin?

Ama… Evet, böyle “ama”lı, tumturaklı şerhlerle çıkacaklar karşına. Kürt illerinde diz boyu zulüm, şehit askerler, tehcir, arkadan vurmalar, cemler, minareler, inkârlar, bölünmeler... Durduğun yerden bakacaksın, hepsinde, durduğun yere göre bir doğruluk payı bulacaksın. Doğruluk payı olan her soruna da bir kaynak, bir müsebbib arayacaksın. Sana, “senin gibi olmayan”ı işaret edecekler o zaman: Türk Ahmet, Kürt Selahattin, Ermeni Raffi, Alevi Haşim, Sünni Mevlüt… Yalnızca bununla tanımlayacaklar sizi. Yalnızca bunu önemsemenizi isteyecekler. Kimliğinize sınır çizecekler.

Hani o saldırı karşısında girdiğin havuzun buz gibi sularıyla sarılmışken gövden, dumanlar yakarken gözünü, hemen yanında duran Selahattin bölecek bu ülkeyi ha? Göğsüne bayrak sarıp polis kalkanına yürüyen Ahmet, Kürt halkı üzerindeki boyunduruğu vurandır, öyle mi? Hele hele sen, Haşim’e siper olan Mevlüt, sen nasıl yaptın bunu Raffi’ye? Soru sana yönelince şaşırdın, değil mi? Sen yapmadın ki! Evet, onlar da yapmadı. Yapan, şimdi hepinizi “kaynaşmış bir kitle” olarak suya dökenlerdi. Ve nasıl ki suda olmanızda bir sorumluluk payınız yoksa, nasıl ki o sudan çıkıp bir daha buna cüret edememelerini sağlayacak tek güçseniz, işte o doğup büyümesinde payınız olmayan sorunları da siz çözeceksiniz. Birlikte atıldığınız havuzdan, birlikte çıkarak. Sizi atanlara karşı. Sizi atanları iyi tanıyarak.

İyi tanıyarak! Dar günde belli olur dost düşman. Hani size diyorlardı ya, AKP demokrasi getiriyor ülkemize! Hani diyorlardı ya, kimliklerinizi teslim edecek! Hani açılımlar yapacaktı ya AKP, hani bolluk bereket kapıdaydı ya! Hani, el çırpanlar vardı, size özgürlük nutukları çekenler vardı. Yaşasındı Avrupa hani, yaşasındı Amerika, yaşasındı liberal ekonomi! Yaşasındı onların planlarını harfiyen uygulayan AKP hükümeti! Kurtuluş buradaydı, ey ezilenler! Hatırladınız mı?

Gaz solurken hatırladınız mı, ey işçiler. İşte onlar da aşikâr şimdi.

Kimlik siyasetleri, sınıf siyasetleriyle yüzleşiyor. Geçerli tek kimlik ayrımı sahne alıyor: Sınıf, sınıfa karşı. Hayat, her şeyi sadeleştirme işlemine tabi tutuyor…

Türkiye’nin mazlum amele ve rençberleri, birleşin!

Size saldıranlar yekvücuttu, unutmayın. Sizi sömürürken de öyleler. Bu düzen böyle gitsin diye, yekvücut çalışıyorlar.

Siz de birleşin! Birleşin ki, ulusal sorun başta, kimlikleriniz üzerinden mağduriyetinize yol açan ne varsa, onları da kardeşçe çözün. Sorunları yaratanların size çözüm de üreteceği yalanına kanmadığınızı gösterin. Emperyalizmin, piyasanın sahte vaadlerine, kışkırtmalarına, bölücülüğüne bir yanıt verin. Sınıfsal sömürü ve ulusal baskı, bir bütündür. Bir bütün halinde tarihten silin…