Durmuş Saat - Bozuk Saat

Yanlış kullanılır bazen. Ayarsız bir saat bile günde iki kez doğru zamanı gösterir derler. Mümkün değil tabii. Doğrusu, durmuş saattir. Bozuğun böyle bir şansı yoktur. Durmuş saatin günde iki kez doğruyu göstermesi de, 12’lik sisteme uygun genel kadranlar için geçerlidir.

Ayarı bozuk saate baktığınızda, eğer zamanı doğru göstermesini beklemiyorsanız, tıkır tıkır çalışıp, ilerleyen bir mekanizma görürsünüz. Bu, olduğu yere çakılmış olanından daha fazla dikkate alınmaya değerdir ilk bakışta. Ama dedik ya, yanlış saat, asla doğruyu gösteremeyecektir. 12’lik sistemin durmuş saati bile ondan daha iyidir anlayacağınız.

Ama, şöyle de düşünülebilir: Ben saatimin ayarının ne kadar bozuk olduğunu bilirsem, gerekli düzeltmeyi zihnimden yaparak, doğru saati kestirebilirim. Oysa, durmuş bir saatte, zamanı doğru gösterdiği anı bilebilmem için, ona denk düşen doğru saati de biliyor olmalıyım.

Tamam, bu saat lakırdısını, aforizma yumurtlamaya kadar vardırarak saatlerce sürdürebiliriz. Zamanı değerli biri çıkıp da, yahu bırak durmuşunu bozuğunu, isterse dijital olsun, zamanı doğru gösteren bir saat bul da konu kapansın diyene kadar. İyi. Unutun buraya kadar olan kısmı, başka bir konuya geçelim.

Dikkat ettiniz mi bilmem, son zamanlarda AKP’nin “demokratik açılım”larına destek çıkan bazı entellektüeller, bir ağızdan aynı türküyü çığırmaya başladılar, sanki aralarında kararlaştırmışlar gibi. Örneğin, Murat Belge, Roni Margulies, Halil Berktay’dan mürekkep Taraf kadrosu, bir “kültürel değişim şart”tır tutturdular. Biri kendini “sosyalist” olarak adlandırmayı dudak tiryakiliğine dönüştürmüş, biri oldum olası adlandırmalara “öyle de olabilir böyle de”ciliği derinlik sanarak uzak durmuş, biri “Aman Tanrım, ben bir de Maocuydum üstelik, inanabiliyor musunuz” feryadı yeri göğü tutup da tedavi görerek akademisyen sıfatına kavuşmuş üç kalemi buluşturan tek kelime var: Demokrasi. O demokrasi ki, toplumda böyle bir kültür olmadığından, AKP’nin tüm çabalarına karşın gelişip serpilemiyor. Buna takılmışlar...

Dişimizin arasına bir kürdan takıp kurcalayaraktan, kültürün üstyapı kurumu olduğu, bunu altyapıyla bağlantıları çerçevesinde ele almak gerektiği, ama üstyapının da altyapı üzerinde etkili olabildiği filan gibi, artık baymış, sıkıcı şeylere girmeyeceğiz, yok. Onlar halletmiş o işi. Diyorlar ki, AKP, demokratik bir zihniyeti temsil ediyor ve buna uygun adımlar atıyor, ama resmî ideolojinin etkisi altındaki kesimler buna direniyor, karşı çıkıyor. Resmî ideolojiyi, cumhuriyet felsefesi ve Kemalizm olarak adlandırıyorlar. Hadi bunlar entellektüel yapılarıyla açıklıyorlar diyelim resmî ideolojinin hegemonyasından kurtuluşlarını, ya AKP kadroları bunu nasıl beceriyor? Aştıklarından mı, etkilenmeyecek kadar gerisinde kalmışlıklarından mı? Orasına değinilmiyor.

Sorun da burada çıkıyor. Bu resmî ideolojiyle, hangi cepheden hesaplaşmaya girilecek? Birincisi, sosyalizm, aydınlanma ve antiemperyalizm bu cephelerin. İkincisi, piyasa, gericilik ve mandacılık. Üçüncü yol, bir kesişme noktası yanılsaması yaratılmasıdır ki, bu mümtaz şahsiyetler buna soyunmuşlar.

Roni, bir toplantıya katılmış, orada bir “Ergenekoncu” ona sataşmış, bir bakmış dört genç kendisini koruyor. Kimmiş Roni’yi korumaya alanlar? “Kimmişler? Kocaeli Üniversitesi’nden Mazlum-Der üyesi dört Kürt genci!” İşte cephe. Doğru safta durduğunu o zaman anladığını söylüyor Roni. “Sosyalist, Müslüman ve Kürt!” Âlâ.

Bir de “kitlesel sol parti” düşlüyor Roni. Ona da bakalım. Bu parti, sel olup akmalıymış meydanlara, ayıran değil, birleştiren yönleri vurgulamalıymış. Genelkurmay’a karşı durmalıymış, Kemalizme hayır demeliymiş, Kürt sorununa çözüm talep etmeliymiş, barış istemeliymiş. Eksik kalmış, Ermeni sorununa özürcü yaklaşmalıymış. Hepsi kabul. Başka? Başkası, sağlığınız.

Murat Belge ne diyor, öncelikle çözümsüzlüğü seven bir ruh haline sahip toplum analizi yaptıktan ve “sorun çözmez” kültürden, “sorun çözer” kültüre geçmek gerektiğini söyledikten sonra? “ ‘Bu ruh halinden çekeceğimiz kadar çektik. Yeter artık. Değişmemiz gerekiyor, değişmemizin vakti çoktan geldi‘ diyen bir hükümet var şimdi. Burada her şeyin tersi geçerli olduğu için, ‘Değişelim’ diyen hükümet, ‘Değişilmeyecek’ diye tepinen de muhalefet.”

Halil Berktay, “siyasal iyimserlik, kültürel kötümserlik” tavrının, AKP’nin “yeni bir siyasal kültür kurma” önderliğinde, yerini her açıdan iyimserliğe bıraktığını ilan ediyor.

Toparlayalım. Bu isimlerin temsiliyeti altında, kimi “sol” partilerin ve aydınların da dahil olduğu kesimlerin “talepleri” neymiş? Ergenekon davasını savunma, Kürt açılımı, Ermeni sorununun çözümü. Bu talepleri kim karşılıyormuş? AKP. Bundan kim kuşku duyuyormuş? Demokrasi kültüründen nasiplenmeyenler.

Yukarıda, resmî ideolojiyle –o da her neyse artık, yeri burası değil- hesaplaşmanın iki ayrı cepheden yürütülebileceğini söylemiştik. Bahsi geçen arkadaşların AKP seçimleriyle, hangi cephede kaldıkları açık. Diyorlar ki, “sol” olan bu safa girer, girmeyen varsa, resmî ideolojinin parçası olmuştur, demokratik kültüre varamamıştır.

Birileri çıkar, iyi ama, der, bütün bunların içinde, sınıf meselesi nerede? Gelin, bütün bu çatışmayı, bir de bu kantara vurarak ele alalım. Bu demokrasi sevdalısı iktidar altında, emekçi sınıfların durumunu, sosyalistler üzerindeki baskıları, sendikasızlaştırmaları, işkenceyi, polis terörünü filan da konuşalım. Şu taleplere, bir de piyasayla mücadeleyi ekleyelim, emperyalizme dikkat çekelim, yoksulluğu, sağlığı, eğitimi, kamuculuğu gündeme getirelim. Sol dediğiniz, bunları esas almaz mı? Demokrasi dediğiniz, sınıflarüstü bir tanım değildir ki, tarihsellikten azade değildir ki.

Demokratik kültürcüler, bunları söyleyenlere, “hâlâ orada mı kaldınız” dercesine bakarlar. Bize itiraz ederseniz statükocu olursunuz sopası sallarlar. Devletçidir, milliyetçidir bunlar. Kemalisttir işte, orducudur, var mı ötesi! Bütün bunları, birileri sınıf dedi diye söylerler. Hâlâ devrim diyorlar diye söylerler. Evet, bunlar eskide kalmıştır. Artık kimlikler zamanıdır. Bunu inkâr edenin beyni donmuş, geçmiş bir zamana takılmıştır. Halil Berktay’ın deyimiyle, marksizmin nispîliğini, zamana bağlılığını unutmuşlardır ve değişememişlerdir.

Bu zatların, zaman zaman, mızrak çuvala sığmayınca, AKP'nin “ilericiliği”nin sınırlarını bildikleri edalı satırlar döktürdüklerine de tanık olunur. Derler ki, hele şu merhaleler atlatılsın, biz ihtiyat payını koyarak, onlara da çeki düzen veririz, ayar yaparız.

Aman, saat konusu daha keyifliydi... Bozuk ayarlı bir saat, asla doğru zamanı gösteremez. Durmuş bir saat evladır. Saati ayarsızlar, ne kadar sapma olduğunu bilirlerse, zamanı doğru kestirebilecekleri kanısındadırlar. “Bir zamanlara” takılıp kalmış saat, vakti gelip de "tam zamanı” gösterdiğinde, ayara ihtiyaç kalmaz...