'Suriye’yi istikrarsızlaştırma çabalarımızda uluslararası toplumdan gerekli desteği alamadık'. AKP Genel Başkanı bu kez kesinlikle içten konuşuyor

İstikrarsızlaştırabildiklerimizden misiniz?

Örgütlü kötülüğün son kurbanı Deniz Poyraz’ın anısına

Eski Yüzyıl

Genç bir diplomatken, bir başka deyişle geçen yüzyılın sonlarında, meslek büyüklerimizin bize sıkça yineledikleri ve yabancı muhataplarımızla görüşürken muhakkak kullanmamızı istedikleri bir argüman vardı. Türkiye salt istikrarlı bir ülke değil, aynı zamanda istikrarı üreten ve bölgesine yayan, bir anlamda istikrar ihraç eden bir ülkeydi. Bu argümanı güçlendirmek için şu örneği mutlaka vermek gerekiyordu: “İran gücünü bölgeyi istikrarsızlaştırarak artırmaya çalışan bir devlet görüntüsü verirken, Türkiye İran’ın tam da panzehiri olarak, bölgesinde istikrarı güçlendirici adımlar attığı için uluslararası sistem (siz onu Batı hegemonyası olarak anlayın) için önemli ve vazgeçilmez bir devlettir”. 

İran’ın coğrafi bakımdan yakın komşu sayılamayacağı yerlere yaptığı müdahalelerle karşılaştırıldığında Türkiye’nin o dönemki dış politikasında izlediği çizgi, ufak tefek sınır ötesi operasyonları ve Kıbrıs müdahalesini göz ardı edersek, bu argümanı geçerli kılan bir görünüm arz ediyordu.

Türkiye en azından işine gelen durumlarda uluslararası sistemin genel davranış kurallarını düzenleyen BM Şartı’na bağlı olmakla övünüyor, birileri bu şarta uygun davranmadığında yeri göğü inlettiği gibi, Şart’a uygun davranmadığını düşünen komşularını hem uluslararası platformlarda şikayet ediyor, hem de -şayet gücü ve eli eriyorsa- askeri yöntem de dahil baskı altına alma yoluna da gidiyordu.

Somutlaştırırsak; Hafız Esad’ın Suriye’si o dönemde Türkiye’yi bölme hedefi güden PKK’ya destek veriyor, militanlarının önemli bir bölümünü ve yönetici kadrolarını barındırıyordu. O andaki durum Türkiye’nin yorumuna göre, BM Şartı’nın 2. Maddesinin 4. fıkrasında tanımlanan haller arasında bulunan “bir ülkenin toprak bütünlüğünü tehdit” olarak tarif ediliyordu. 

1998 yılında Abdullah Öcalan’ın Suriye’de bulunması gerekçe gösterilerek TSK sınıra yığıldı ve sıcak savaşa kadar gidebileceği düşünülen süreç Adana Mutabakatı ile sonuçlandı. Türkiye’ye yönelik saldırılar düzenleyen ve Bağımsız Kürdistan hedefleyen PKK’nın Suriye’deki etkinliği büyük ölçüde sınırlandı. Bu gerilimli dönem boyunca Türkiye’nin dış politika yapıcıları ve uygulayıcıları deyim yerindeyse kapı kapı dolaşarak Suriye’yi BM Şartı’na aykırı davranmakla suçladılar ve Suriye’ye yönelik askeri güç kullanma tehdidini bu şekilde izah ettiler.

Türkiye’deki Kürt sorununun boyutları, Emperyalizm içindeki kamplaşma gibi ögelerden arındırıldığında Türkiye uluslararası planda haklı görünüyordu. O dönemde Moskova’da görev yapıyordum ve Suriye’nin geleneksel müttefiki konumundaki Rusya’nın bile ciddi bir tepki verdiğini hatırlamıyorum. 

Yeni Yüzyıl

20. Yüzyıldan 21. Yüzyıla gelelim. Eski Türkiye yok. Cumhuriyet elbirliğiyle gömülmüş. Yeni Türkiye var. Yarım akıllı Liberallerin, bedensel atıklarında parlak cisimler buldukları siyasal İslamcılara verdikleri destek sayesinde “ezber” bozulmuş.  İstikrar üretmek bir yana, istikrar tüketen, bölgede neredeyse yapısal bir nitelik arz eden istikrarsızlığı daha da kabartmaya matuf bir yapı kurulmuş. Orta-Doğu’daki her Sünni aşiretin soyunu, sopunu, namazı kaç rekât kıldığını bilmeyi iltifata tabi marifet gibi anlatan cin gibi Profesörlerin devri başlamış.

Kapitalizmin mahir olduğu alanlardan biri reklamcılıktır kuşkusuz. En çirkin olgulara en cazip sloganları bulmakta beceriklidir.  Aynı şekilde “Arap Baharı” olarak adlandırılan kapsamlı cinayet planının son sahnelerinden biri olan Suriye’de iç savaş çıkartılmış. ABD’si, AB’si Orta-Doğu’da İsrail’in karnını ağrıtabilecek son Arap devletini de yıkmak için harekete geçmişler. Ticaretten, daha doğru bir deyişle bölgenin yoksul halklarının sırtından karanlık servetlerine servet eklemekten fırsat bulduklarında “Filistin” Davası diye böğüren müttefikler ve her daim kelle kesmeye hazır her renk ve biçimde cihat çetesi bulmakta zorlanmamışlar bölgede. Malum, kendi aralarında sınıflayabiliyoruz cihatçı terör erbabını: Koyu cihatçılar, orta karar cihatçılar, ılımlı cihatçılar.

Bir de bakmışız ki, Yeni Türkiye 1998’deki denklemi tersine çevirmenin de ötesine geçmiş. Komşusundaki rejimi devirmek, ülkeyi parçalamak için İstanbul’da alternatif hükümet kurdurmuş. O da yetmemiş, emperyalizmin aktif desteğiyle kelle avcılarından bir ordu donatmış, BM Şartı’nın 2. Maddesinin 4. fıkrasında yasaklanan ne varsa eksiksiz yerine getirmiş. Bunların üzerine, sabahtan akşama dek “Suriye’nin toprak bütünlüğüne saygılıyız” diye diye Suriye’nin bir bölümünü de işgal etmiş. Gel gör ki, Şam düşmemiş, Emeviyye Camii, bir kısım siyaset ulemasının secdesiyle şereflenmekten yoksun kalmış. 

Kamuda çalışanlar bilebilir, “görgü, bilgi artırma ziyareti veya seyahati” diye bir kavram vardır. Genelde de yurtdışına yapılır. Her konuda ezber bozan Yeni Türkiye yönetimi en azından bu konuda Eski Türkiye’nin reflekslerine yenik düşmüş olacak ki, sert, orta karar ve ılımlılardan oluşturduğu cihatçı ordusunu Kafkasya ve Kuzey Afrika’da “görgü bilgi artırma” turlarına dahi çıkarttığını gördük örnekse. Bu cihatçıların bir sonraki ecnebi durağının neresi olacağını bilmemekle birlikte ülkemizde kendileriyle aynı sokaklarda yürüdüğümüzü bir dizi katliam, suikast ve cinayetten öğrenmiş olmamız gerekiyor.

Suriye’ye ve bugüne geldiğimizde karşımıza şöyle bir cümle çıkıyor: “Suriye’yi istikrarsızlaştırma çabalarımızda uluslararası toplumdan gerekli desteği alamadık”. Alışık olmadığımız için yadırgayabiliriz ama İstanbul’a Belediye Başkanı olduğunda kentte “ağaç-mağaç” olmadığını söyleyen AKP Genel Başkanı bu kez kesinlikle içten konuşuyor.

Toparlayalım. Yeni Türkiye dedikleri yapının istikrar kaygısı yok. Kendinde vehmettiği gücü, Frenklerin “nuisance capacity” olarak adlandırdıkları zarar verme kapasitesinden alıyor. Bu arada en çok da kendi halkına zarar veriyor. Bu cehennem koşusunu engellemek için çareyi muhalefet görünümlü sandık fetişistlerinde aramakta ısrar eder, fabrikalar, tarlalar ve aklınıza gelebilecek her yerde halka yalan söylemeyi suç sayanların yanında örgütlenmez isek daha uzun zaman da zarar vermeye devam edecek.