Bahadırhan Dinçaslan tipi Türkçülük: Teorisyeniniz sınıfını iyi biliyor

Yeni nesil Türkçülüğün yeni olmayan teorisyenlerinden biri: NATO’nun gençlik örgütünden MHP’ye ve İYİP’e uzanan bir kariyer.

Nazım Emre Yücetepe

Türkiye toplumu arayışta. 22 yıllık AKP iktidarının sonunda geleceğe dair umutlarını büsbütün yitirmiş gençlik de arayışta.

Son dönemde bu arayışa yanıt vermeye çalışan akımlardan biri, Türkçülük.

Türkiye tarihini baştan yazmaya, kimi figürleri olmadıkları şekilde kahramanlaştırmaya, kimi aydınlarıysa çamura bulamaya çabalıyorlar. Bu çabalar, özellikle gençler arasında ilgi görüyor.

soL, konuya dair beş genç yazarın yazılarını yayımlıyor.

“Seküler milliyetçiliği”, Türkiye’nin son on yılında fakat özellikle de 2018 seçimlerinden sonra giderek kendine alan açan bir ideoloji olarak konumlandırabiliriz.

Bu milliyetçilik neden seküler veya seküler olması mümkün mü sorularını şimdilik sonraya bırakıp bu yükselişin nereye oturduğunu ve ne işe yaradığını kısaca hatırlatmakla işe başlayabiliriz.

Öncelikle neden 2018 seçimleri? Temel sebep 2018 yılının Türk-İslam sentezinin dönüm noktalarından biri olması. 

AKP ve MHP düzen partileri olarak elbette egemen sınıfın kritik hareket noktalarında hep birbirini tamamlayan bir bütünlüğe sahipti fakat MHP’nin iktidarın ortağı olması hem Türkiye Cumhuriyeti’nin yıkılış-yeniden kuruluş (yeni değerler setiyle) sancısında eli zayıflayan AKP iktidarına nefes olacak, hem de Yeni Osmanlıcılığın milliyetçilik ayağını doldurma işlevi kazanacaktı. 

Kabına sığmakta zorlanan Türkiye burjuvazisi emperyal hevesleri için böyle bir ideolojik salgıya muhtaçtı. Muhtaçlık yeni değerler setiyle giderilmek isteniyordu. Bu gelişmeler seküler milliyetçiliğin Türkiye’de henüz o kadar da serpilmediği yıllara tekabül ediyordu. Fakat seküler milliyetçilik hiç kuşkusuz bu tablonun uğursuz çocuğuydu.

Burada şu noktaya parmak basmak oldukça önemli: İktidar cumhuriyete ve değerlerine saldırırken kendini de yıpratıyordu. “Kuruculuğu” oynamakta zorlanırken, bu saldırıyla uzlaşamayan ve “Yeni Türkiye”yi benimsemeyen kitleler bu tabloda kendilerine yer de bulamamaya, başka alternatifler aramaya başlamışlardı.

Bu gibi durumlarda düzen krizin çatlaklar barındırdığının farkındadır ve bu çatlakları ya eski ideolojik konumlanışlarla ya da mevcut ideolojik konumlanışların başkalaşmış türleriyle doldurmaya çalışır.

Uğursuz çocuk seküler milliyetçilik için ne eski ne de yepyeni diyebiliyoruz. Ama işte Türkiye siyasetinde bu bahsettiğimiz konuma oturuyor. 

Türkiye siyasi tarihinde belli bir sürekliliğe oturan ve kaynaşan Türkçülük ile İslamcılık (Türk-İslam sentezi) seküler milliyetçilikle birlikte ayrışma iddiasına girişiyor. Düzenin boşluğuna bir kene gibi yerleşiyor ve düzenle bağı zayıflayanların öfkesini olması gereken yere değil kum torbasına sallamalarına neden oluyor. 

Türkiye siyasetinde arka bahçe denetimini, “evin kurallarını kabul etmeyenleri” ikna etme işini güzelce üstleniyor seküler milliyetçilik. Birleşmemesi gerekenleri birleştirmeye çalışıyor. Ayrı durması gerekenleri aynı kareye çekiyor.

Seküler milliyetçiliğe teorisyen aranıyor

Bahadırhan Dinçaslan’ın Seküler Milliyetçilik: 21. Yüzyılda Türk Milliyetçiliğinin Teorisi isimli kitabı kavramsal altyapıyı kurma ve temel ayakları bastırma iddiasıyla yazılmış.

Bahadırhan Dinçaslan 2017 yılına kadar MHP üyesi, sonrasında İYİ Parti içinde bir süre bulunuyor ve oradan da istifa ediyor. Şimdilerde ise Tamgatürk isimli, kendi kurduğu bir sitede yazılar yazıyor. Bu oluşumu da ideolojik çizgisinden saptığını düşündüğü İYİ Parti’ye hem bir müdahale aracı olarak hem de seküler milliyetçiliği örgütlemek üzere kuruyor. 

Dinçaslan’ı nasıl biliyoruz? Görebildiğimiz kadarıyla anti-komünizm, anti-sovyetizm bahsinde oldukça net duruyor. 

İlker Canikligil’in Flu TV kanalına da konuk olan Dinçaslan “kendisinin de firma sahibi olduğunu” bu programda özellikle belirtiyor. Hem Amerikancı tutumunu hem bahsettiğimiz anti-komünist tutumunu yine açıkça bu programda dile getiriyor. Kendisi milliyetçiliğin metamorfozunun temelini ABD-NATO ekseninde aramakta.1

Dinçaslan’ın Natoculuğu-Batı sermayesi yanlılığı sadece söylemleriyle de kalmıyor. Kendisi bir dönem YATA (Youth Atlantic Treaty Association) Türkiye ayağının yönetim kurulu başkanlığını yapıyor. 1954 yılında NATO öncülüğünde kurulan ATA (Atlantik Antlaşması Birliği), 1957 yılında Türk Atlantik Konseyi’ni kurmuş. 1996 yılında ise derneğin gençlik ayağı olan YATA kurulmuş. YATA’nın Türkiye ayağının faaliyetleri ise 2006 yılında başlatılmış. Bahadırhan Dinçaslan’ın yanında hala İYİ Parti yönetim kurulu üyesi olan Emir Abbas Gürbüz de Dinçaslan ile aynı makamı paylaşıyor. NATO’nun gençlik örgütü diyebileceğimiz YATA, içerisinde bulunduğu ülkelerin düzen partilerine müdahale etmede ve NATO ile olan bağın sıkılaştırılmasında, “Natoculuktan” sapılmamasında ve düzen partilerinin kadrolarına hakimiyet için kullanışlı bir aparat olarak işlevleniyor. 

Dinçaslan’a dönecek olursak ABD-NATO yanlısı tavrını birçok yazısında, konuşmasında görmek mümkün, emperyal güçlerin fonuyla işleyen Euromaidan Press’e yazdığı yazılardan tutun Tamgatürk öncesi yazılarının bulunduğu Kuzgundan Dinlediğim adlı sitedeki “Neden Kapitalist Olmalıyız” başlıklı yazısına kadar.2

“Metafizikten arındırılmış” milliyetçiliğinin altındaki amaç berrak bir biçimde gözüküyor, sadece doğru soruları sormak gerekiyor.  Öyle ki Euromaidanpress’te yazdığı “Nationalism may bring Turkey back to its course” (Milliyetçilik Türkiye’yi Yeniden Eski Rotasına Sokabilir) başlıklı yazısı henüz aktif siyasete İYİ Parti’de devam ediyorken batı güçlerine siyasi rota tarifi için yazılmış. Yazıda iktidarın kendi emperyal hevesleriyle “özgür dünya”dan ayrı bir yola girdiği, İYİ Parti ile özgür dünyanın tekrardan parçası olunabileceği söylemleri ifade edilmiş. 

“Özgür dünya” söyleminden de anlaşılacağı üzere serbest piyasa ve sermaye savunusu Dinçaslan’ın lügatında önemli bir yer tutuyor.

Siyasi kariyerine tekrardan dönecek olursak, Tamgatürk’ten önce yazdığı yer olan Kuzgundan Dinlediğim sitesinde İYİ Parti’de aktif siyasete atılmadan önce İYİ Parti ve Meral Akşener’e birkaç kez açık mektup yazmış.3 Meral Akşener’le de sonrasında siyasi olarak yakın bir bağ geliştiriyor. Fakat kendi söylemi üzerine parti içi kimi kirli işleyişlere şahit olduktan ve partinin rotasının tarif ettiği ‘‘seküler milliyetçi’’ çizgiden kaydığına vakıf olduktan sonra buradan da ayrılıyor. 

Kuzgundan Dinlediğim sitesindeki yazılar arasında bir diğer korkunç olan ise “Sevilesi Naziler” yazısı. Yazı Wehrmacht ve Waffen-SS farkının ve ilişkisinin açıklanması iddiasıyla başlıyor ve Wehrmacht içerisinde geçmişi Prusya’ya dayanan Generaller ile Waffen-SS (ayaktakımı) ayrımı ile devam ediyor. Biz yazıyı okudukça kendimizi ucuz bir Hollywood filmi senaryosuna bakar buluyoruz: Yazıda ismi geçirilen Wehrmacht generallerinin Hitler ve Nazi iktidarıyla olan sözde çekişmeleri sanki bir asillik barındırıyor ve gerçek bir taraflaşma yaratmışçasına ele alınıyor. Prusya’nın soylu ailelerinden yetişme generallerin eski soylu feodal düzenin kalıntılarından kalma kibirleriyle Nazi ve Hitler iktidarı arasında kahramanca bir karşıtlık kurulma çabasına girişiliyor. Soylu generaller kahraman, Naziler ayaktakımı ilan ediliyor ve ekleniyor; “iyi Nazi yoktur, sevilesi Naziler başlığı dikkat çekmek içindir”, yerseniz...

O “soylu” generaller de en az Hitler kadar Nazi’dir. Özleri aynı biçimleri farklıdır. Neyi övdüğünün farkında bile olmayan Dinçaslan örneğin yazıda Hermann Balck’ı ve katlettiği Sovyet birliklerini anlatırken gayet tepkisiz bir yazım tercih ediyor. Oysaki sıra Sovyetlerin ele geçirdiği Nazi generallerine gelince “Acımasız Ruslar işkence ettiler kahraman Generallere” olabiliyor anlatım dili.

Hermann Balck herhangi biri değil. İkinci Dünya savaşı sonrası ABD tarafından savaş doktrini konusunda “fikir almak adına” NATO ve ABD’ye davet ediliyor. ABD özellikle Sovyetler Birliği ile savaş deneyimi olan bu Nazi generallerinden olabildiğince faydalanmayı gözetiyor. Hem doktrin hem deneyim açısından.

Dinçaslan el altından Nazizm’i masumlaştırıyor ve hatta aklıyor. Nazi generallerinin “soylu” kaprislerinden kahramanlık çıkarmanın başka nasıl bir açıklaması bulunuyor? 

Seküler milliyetçilik: 21. Yüzyılda Türk Milliyetçiliğinin Teorisi

Dinçaslan’ın Mart 2023’te yayınlanan Seküler Milliyetçilik: 21. Yüzyılda Türk Milliyetçiliğinin Teorisi isimli kitabı kavramsal ve ideolojik temelleri kurma iddiasıyla ortaya çıkıyor.4

Kitabın veya tezlerinin tamamının ele alınması bu yazıyı aşıyor. Ama zaten bizi kitabın “ağırlık merkezi” ilgilendiriyor. 

Bir soruyla başlamak gerekiyor: Adına seküler milliyetçilik denen ideoloji hangi sınıfın hakimiyetine yazılıyor? Bu düşünce seti kimin çıkarlarına hizmet ediyor? Günün sonunda hangi sınıfın aklını besliyor?

Bu sorunun cevabına ulaşmak için ideolojiyi alt-üst etmek, kavramlarına ulaşmak gerekiyor. Bir düşünce setinin veya ideolojinin kavramsal kuruluşu gerçekleştirildikten sonra verili kavramların bütünlüklü bir araya getirilişiyle inşa edilen bina ideolojinin gerçeklik algısını oluşturuyor fakat bizi yine bu kavramlarla inşa edilmiş bina değil onun malzemesi; yani çimentosu, tuğlası, demirleri ilgilendiriyor. En çürük bina bile dışarıdan bakıldığında sağlam gözükebiliyor. Dinçaslan’ın yaratmaya çalıştığı binaya karot testi uygulamak gerekiyor. Ancak ve ancak bu bizi Dinçaslan’ın kavramlarının hangi sınıfın aklını beslediği cevabına götürebilir.

Dinçaslan ise milliyetçiliğin çimentosunu bu sefer farklı karma işine girişiyor. Kitap boyunca dertlerinden biri hatta en önemlisi ‘‘milliyetçiliğin metafizikten kurtarılması’’ oluyor. Bunu başarabilmek adına kavramsal bir ayrışmaya gidiliyor:

“Milliyet, bir potansiyel olarak ortadadır ve devlet başta olmak üzere kurumlar üzerinden aktifleşerek millet kimliğini doğurur. Milliyet hep vardır, ancak millet olma hali zaman zaman kazanılıp kaybedilebilir. Milliyet çimentodur, millet ise bina: Bu bina yıkılabilir; üstelik binada çimentonun tamamı her zaman kullanılmaz.”

Dinçaslan milliyet-millet ayrımında ‘‘millet’’ kavramını yıkılış-kuruluşlarla tarihsel bir bağlama oturtarak klasik ana akım milliyetçilikten (milletin ezeli ve ebedi varlığını savunan) ayrışıyor. Fakat milliyetçiliği salt metafizikten kurtarmak isteyen Dinçaslan ideolojisinin ayaklarını maddenin tarihselliğine bastırayım derken kayıp düşüyor. Aslında bu binaya dışarıdan bakıldığında sağlam gibi dursa da yakından incelendiğinde bir pürüz dikkatlere çarpıyor. 

Dinçaslan ‘‘milliyet’’ kavramının her zaman bugünkü anlama sahip olduğu sanrısına kapılıyor. Israrla burjuva devrimleri öncesinde de milliyetin varlığından söz etmek istiyor çünkü milliyetçiliği aynı zamanda insanın genetik varoluşuyla da ilişkilendirme çabasına girişiyor. Fakat Dinçaslan’ın milliyet kavramını, yaratmaya çalıştığı ‘‘millet’’ kavramı tarihselliğinin arkasına gizleme denemesi başarısızlıkla sonuçlanıyor. Elbette ki Dinçaslan’ın ideolojisi kendi içinde bir tutarlılık barındırıyor, fakat sadece kendi içinde. Bu tutarlılık ‘‘illüzyonu’’ binanın çürüklüğünün dışarıdan gözükmemesinden kaynaklanıyor. Fakat ‘‘kavramsal kıvraklık’’ amatörce sergilendiğinden malzemesinin çürüklüğü kısa sürede gözlere takılıyor. 

Hem tüm yukarıda sayılan sebeplerden hem de Dinçaslan’ın seküler milliyetçiliği ‘‘pozitivist’’ bir kavrayışla bilimsel bir zemine oturtma arzusundan dolayı ideolojinin sekülerizm iddiasına büyük bir soru işareti koymak gerekiyor. Bilim Dinçaslan için insanın varoluşunun üzerinde ‘‘iyiyi ve doğruyu’’ tespit için en iyi yöntem olarak karşılık buluyor. Fakat bilimsel bilginin kimin güdümünde nasıl kullanılacağının cevabı verilmiyor. Kitle imha silahları için mi? Evsiz insanların yatmaması adına geceleri otomatik olarak dikenli demirler yükselten banklar üretmek için mi? Ne için? Hangi sınıf için?

Peki bu kavramlar nereye işaret ediyor?

Yazının başına dönecek olursak, seküler milliyetçiliğin ideolojik olarak doldurduğu boşlukla birlikte bütünlüklü bir bakıştan sonra her şey daha da berraklaşmaya başlıyor. 

Tüm bir kuruluş boyunca sınıfsal çelişkilerin veçhesini değiştirmek zorunda kalan Dinçaslan’ın imdadına liberal kardeşleri yetişiyor ve saflar daha da netleşiyor. Seküler milliyetçilik sermayenin hakimiyetine yazılıyor.

Üstelik sadece kavramlarının değil ekonomik modelinin konumlanışına da yardımcı oluyorlar. Dinçaslan’ın piyasacı (kendisini ordoliberal olarak konumlandırıyor) çalışan zihni hangi kavramla veya olguyla buluşsa aynı örüntü takip edilebiliyor. Örnek olması açısından Milliyetçilik ve piyasacılık sevdasını liberal ideolojinin temel kavramlarından biriyle birleştirme işine girişiyor. Milliyetçilik iyidir çünkü ‘‘milletlerin rekabetini’’ şart koşar, kapitalizmin doğasına en uygun, onun pili olabilecek bir niteliğe sahiptir tezi ortaya atılıyor ve tabii piyasacılık faydalıdır çünkü milletlerin rekabeti ve gelişkinlikleri için elzemdir deniyor, üstelik burada da durulmayarak ‘‘millet olma halinin’’ kapitalizmin düzgün işlemesi açısından belirli kurumları sağlıklı işletmekte olmazsa olmaz bir hâl olduğunu dile getiriyor. 

O temel kavramın ‘‘Rekabet’’ olduğunu görüyoruz. Dinçaslan önce milliyetçi sonra liberal olmaktan öte önce liberal sonra milliyetçi bir yerde duruyor. Sadece yazılarının ve paragraflarının arasında kalabalıkta kaybolan bir yüz gibi duran sinsi liberal düşünceyi ortaya sermek gerekiyor. Anlayacağınız seküler milliyetçilik kavram setinin kuruluşundan itibaren liberalizm kokuyor.

Bitirirken şunu da eklemek gerekiyor: Seküler milliyetçilik Dinçaslan’ın kaleminden hem teorisini hem bedenini kazanmak istedi fakat yapısı gereği daha doğumunda sakattı. Dinçaslan kitap boyunca tarihselliğin önemini vurgulasa da, milliyetçiliği tarihsel bir bağlama oturtmak istese de istenilen elde edilemedi. Doğumunda sakattı çünkü metafiziğin reddi ve milliyetçilik uzlaştırılamazdı. Onun yerine kendisi hariç her metafizik olgu ve kavrama kuşkucu yaklaşma iddiasında bir ‘‘frankenstein’’ yaratılmaya çalışıldı. Tarihten hem kaçmak hem de ona sarılmak mümkün değildi. Sekülerizm ve milliyetçilik ikilisindeki çelişkiler mi tek etkendir, yoksa büyük ölçüde yazarın çelişkileri mi bilinmez, fakat önemli nokta burası da değildir. Önemli nokta daha önce de üstünde durduğumuz ‘‘ağırlık merkezi’’ ve onun kitleleri sürüklemeye çalıştığı yerdir.

Yazı sınırları el verdiğince seküler milliyetçiliğin sınıfsal teşhirini ve ortaya çıkış nedenini-koşullarını tarihsel bağlamında açıklama çabasındaydı. Emekçi sınıfların öfkesini soğuran ve düzene isabet etmeyecek yerlere kusan her ideolojiye aynı soruyla dikilmek gerekiyor: Hangi sınıf için?