Yarın Artık Bugündür

“Yarın Artık Bugündür” yaklaşık yirmi yıl önce, senaryosunu Attila İlhan’ın yazdığı bir TRT televizyon dizisinin adıydı. İstanbullu bir ailenin ferdinin, Tıp Fakültesi’ni bitirdikten sonra doğuda bir sağlık ocağı doktoru olarak verdiği savaşımını anlatıyordu. O günlerde çok tutmuş, hâlâ da anımsanan bir diziydi. 1960 – 70’li günlerin Türkiyesi’nde sağlıkta sosyalizasyon en yoğun tartışılan konulardan biriydi. Prof. Dr. Nusret Fişek ve grubu bu bağlamda adeta öncülük yapıyorlardı. 12 Mart cuntasının ilk döneminde, Başbakan Nihat Erim’in “Beyin takımı” diye tanıttığı kabinesinde Atilla Karaosmanoğlu, Prof. Dr. Türkan Akyol, gerek “Üçüncü Kalkınma Planı”nda, gerekse Sağlık Bakanlığı bağlamında “sosyalizasyon” konusuna ağırlık verdiler. Nusret Fişek de Etimesgut ve Çubuk’ta pilot sağlık ocakları kurarak önemli deneyimlerin kazanılmasını sağladı. Ne var ki neo-liberal paragöz ekonominin Türkiye’deki misyoneri olan Turgut Özal, “Sosyal Devlet sonlanmıştır” fetvasını vererek bu çabayı baltalamış, “Sağlık ocakları” binaları çürümeye terk edilmiş, hayvan barınağı haline gelmişti. Bugün ayakta kalanlar da doktorsuz ve hemşiresiz adım adım sönümü beklemektedir.

Geçen Pazar günü “Beyaz Saray” çevresinde toplanan onbinlerce Amerikan vatandaşı, Başkan Obama’yı komünist ve sosyalist olarak niteleyip, onun çok kısıtlı sağlık reformunu protesto ederken, yukarda yansıttığım, Türkiye deneyi aklıma geldi. Obama’nın sağlık reformunun çatısı Türkiye’nin sosyal güvenlik sisteminin (bugünkü haliyle bile) çok gerisinde. Kentleri milyonlarla aç, mekansız ve işsizlerle doluyken, vatandaşlarının neredeyse üçte biri mevcut özel sağlık sigortası sisteminin dışında yaşarken Obama’yı protesto eden milyonları anlamak mümkün değildir. Belli ki sağlık sektörüne egemen olan ilaç tekelleri, sigorta şirketleri, çok şatafatlı lüks hastanelerin bağlı olduğu firmalar bu protestoyu örgütlemişler. Beyaz Saray önündeki “tamtam”lar geleceğin tekelci saldırıların ilk işaretleridir. Ne yazık ki “at gözlüklü” ABD vatandaşları güney kıyılarına çok yakın olan Küba’nın sağlık sisteminin tüm yoksunluklara karşın eriştiği kazanımları görmekten bile uzaktırlar, cahildirler.

Sağlık sisteminin sosyalizasyonu, 2. Dünya Savaşı sırasında İngiltere’de, Beveridge planı ile gündeme geldi. Sovyetler’in sağlıkta elde ettiği aşamalar, örgütlenme düzeni bu planın oluşumunda etkin bir rol oynamıştır. 1945’te iktidara gelen İşçi Partisi hükümeti, Beveridge planını yaşama geçirdi, birçok sektörde de (demiryolu, madencilik vb) kamusallaştırma gerçekleştirildi. Ne var ki İngiltere’nin bu kazanımları M. Theatcher’in başbakanlığı döneminde acımasızca yıkıldı, özel kesimin egemenliği yeniden ihdas edildi. Neo – liberalizm’in ilk utkuları Reagan – Theatcher iktidarları döneminde kazanılmış ve perçinlenmiştir.

Sağlık ve güvenlik, insanların olmazsa olmaz gereksinimlerinin başında gelmektedir. İktisadi açıdan talep esnekliği bu sektörlerde çok küçüktür. Özellikle sağlıkta, ölümcül hastalıklarda insan elindeki varlığını gözünü kırpmadan bu babda feda edebilir. Aynı şekilde sigorta sistemi de akıl almayacak alanlara doğru yaygınlaşmıştır. Sağlık, emeklilik, araba, trafik, yangın gibi bilinenlerin yanı sıra çok küçük riskler bile sigortalanmakta, aileler gelirlerinin neredeyse önemli bir bölümünü bunların prim ödemelerine tahsis etmektedir. Olanakları oranında sigortalanarak, bir yerde soyulmaktadırlar.

Sağlık sigortası açısından, Peter Sellers’in bir filmi, bu soygunu sergilemiştir. Basit bir sorunu için hastaneye başvuran Sellers, sigorta limitini dolduruncaya kadar gereksiz ameliyatlar geçirir ancak limiti dolunca taburcu edilir.

Türkiye’de de durum bu boyutlarda olmasa da farklı değildir. Basit bir sorun için özel klinik ya da hastanelere başvuranlar, gerekli gereksiz bir yığın tetkik ve tahlile katlanmak zorunda kalmaktadır. Röntgen, tomografi, MR gibi pahalı tetkikler her zaman karşılaşılan olaylardır. Özel sağlık kurumlarının fiyat seviyeleri denetlenmemektedir. Beyaz Saray’ı kuşatan gösteri siyasal liberalizmin ne ölçüde toplumun aleyhine kullanıldığını sergilemektedir. Halk düşmanlığının bu boyutu kapitalizmin ulaştığı noktanın göstergesidir. Televizyon dizilerindeki albenili hastanelerin sağlık hizmetlerindeki kaliteleri, albenili görünümleri düzeyinde midir? Bu sorunun yanıtı pek net olarak verilememektedir. Gene de, özelleştirme ağırlıklı sağlıkta dönüşüm programlarına karşın, ABD’ye göre şanslı sayılırız. Fakat tehlikenin kapıda olduğunu aklımızdan çıkarmamalıyız.