Yanlış Tanı

Hastalığın tedavisindeki ilk adım "doğru tanı"dır. Eğer yanılgı payı yüksek, bir anlamda yanlış tanıyla hastaya reçete yazarsanız iyileşme bekleyemezsiniz, hatta durumu daha da vahimleştirirsiniz. Günümüzdeki ekonomik krizin nedenleri konusunda da doğru bir tanı üzerinde düşün birliği yok. Reçeteler yanlış. Trilyon dolarlarla ifade edilen reçeteler derde derman olamıyor. Ne klasik liberal ekonomi, ne Keynesgil yaklaşım, ne de neo-liberal tezler etkili olabiliyor. Çünkü bugünkü kriz senelerce sadece palyatif tedbirler, emeğin teri ve kan ile sulanmış sözde çözümlerin yığılımlı bir sonucudur Küreselleşmiş sermaye egemen düzenin kaçınılmaz zafiyetinin yarattığı ölümcül duraktır. Görülen tüm çabalar, yanlış göstergelere dayanan tanılar neredeyse günü bile kurtaramayacak düzeydedir.

Geçen haftanın önemli tartışmaları da bir önceki satırları teyit edecek niteliktedir. Büyük umutların timsali olarak alkışlanan Obama'nın tedbirler paketi 1932'nin New Deal'i kadar inandırıcı olmamıştır. Anlaşılmaktadır ki ABD matbaasına sahip olduğu dolar üzerinden yeni bir kumara hazırlanmaktadır. Devlet aygıtı bir kez daha sermaye egemen düzenin yeniden yapılanması için kullanılacaktır. Bu yeni bir "zor alım" döneminin müjdecisidir içinde savaş vardır, terör vardır, faşizmin daniskası bulunmaktadır.

Böyle bir geleceği engellemenin ilk adımı belki de tanıdaki yanılgıyı sergilemek olacaktır. Çünkü tekelleşmiş medya ısrarla tanının doğruluğunu savunmaktadır. Bunun en güzel örneğine yerel seçim nedeniyle meydanlara, ekranlar iltica eden parti liderlerinin konuşmalarında tanık olduk. Başbakan "Mardin" konuşmasında "Baykal" ve "Bahçeli"ye şöyle hitap etti. "İşsizliğe çaren varsa açıkla. Onu yerine getirmezsem siyaseti bırakırım" Ülke yönetimini üstlenmiş bir başbakanın çaresizliği bu konuşmada açıkça görülüyordu. Baykal bir gün sonra çözüm bâbında yeni öneriyi gündeme getirdi. Bu yedi öneri şunlardı:

Hükümetin harcama kalemlerini, yeniden gözden geçirmesi ve önceliklerini değiştirmesi Yapılacak tasarrufla elde edilecek kaynağın kamunun alt yapı yatırımlarında kullanılması Otomotiv ve dayanıklı tüketim mallarında 6 ay süreyle KDV'nin kaldırılması Kur politikasını, maliye politikasını makûl ölçülerde gevşeterek ihracatçıya hareket alanı sağlanması Kredi krizini aşmak için "Kredi Garanti Fonu" oluşturulmalı, Prim, sigorta ve vergi yüklerini 10 puan aşağı çekilmesi İşsizlik fonunun imkanları işsizlikle ilgili kullanılması

Sosyal Demokrat ya da ortanın solunda olduğunu iddia eden bir parti adına bu önerileri yapması başlı başına bir çaresizliğin, bağımlılığın itirafıdır. Mir Baykal neo-liberal ekonominin Keynesgil yaklaşımla dengelenmiş reçetelerinin ufak bir maketini sunmaktan ileri gidememiştir. Obama, Brown, Merkel, Berlusconi vb gibi G9 önderleri de bundan başka bir reçete yapamazlardı. Kamusal alt yapı yatırımlarını arttırmak... Aklıma 1978'de ki Ecevit hükümeti döneminde Güneydoğu'da istihdamı arttırmak amacıyla Köy İşleri bakanı Ali Topuz'un tarlalardaki taşları toplatma projesi geliyor. Yani Keynes'in ünlü "kuyu açtır sonra da doldur" yaklaşımının traji-komik bir yinelenmesi. Roosevelt'in New Deal programının Tennesse-Valley projesi bu tezin somut örneğidir. Nitekim Obama'da yıpranmış yolları, köprüleri okulları onarmayı da programına aldı. İstihdama minimal bir yararı ya olur ya olmaz. Son otuz yıl süresince sermaye egemen düzen Malezya Endonezya, Kamboçya, Tayland, Vietnam ve hatta Çin'in üç kuruş ücrete dayanan emekçilerini kullanarak bile belini doğrultamadı. Krizin bam teli para simyacılığı yapan finans odaklarının "Serazâd ve Hûnhâr" sorumsuzluğunda yatıyor. Bunların gözü doymak bilmiyor. Obama'nın paketleri bunları doyurmuyor, Baykal'ın "Kredi Garanti fonu" önerisi de doyurmayacak ama ekmeklerine biraz olsun yağ sürecek.

Otomotiv ve dayanaklı tüketim mallarının KDV'sini düşürme belki iç talebe azıcık ivme kazandırır fakat yetmez. Çünkü bu sektörler artık taşeronlaştılar. İç talebe değil dış talebe bağımlılar. Dışarıdaki ana firmalar bellerini doğrultunca sıra onlara gelecek. GM, Opel vb durumu meydanda Başbakan "Mardin"de istihdamı arttırmaya yönelik çaresizliğini söylerken, bir anlamda da ekonomik bağımlılığı ifade etmiştir. Şöyle ki Kemal Derviş'in yeniden yapılanma programıyla hemen bütün ekonomik sektörler özerk üst kurullara eklemlenmişti. Merkez Bankası para politikasının seyrini belirliyordu. Özelleştirmeler devletin tüm ekonomik savunma odaklarının istilâsıyla sonuçlanmıştı.

Ulusal tasarrufun bile yönetimi yarı yarıya yabancı finans gruplarının eline geçmişti. Ekonomiyi eklemlediğin küresel sermaye düzeni ise dara düşmüştü. Tayfun dışarıdan geliyordu, Mir Baykal ve CHP'nin önde gelen ekonomistlerinin derde deva olacak reçeteyi tayfunu yaratan neo-liberal politikalardan çok solda aramaları gerekirdi. Oysa onlar hâlâ IMF'yi davet etmesi için sermaye odakları ile birlikte baskı yapmakla meşguller, IMF'nin "Gelir iradesi özerk olsun" önersini bile Doğan Medya grubuna kesilen 800 milyonluk ceza nedeniyle neredeyse alkışla onaylayacaklar. Doğan Grubuna yöneltilen cezanın usulsüzlüğü, IMF'nin isteğini kabul etmenin nedeni olamaz. IMF, 150 yıllık bir öneriyi önümüze yeniden koyuyor. 1860'lı yıllarda Âli Paşa ve Keçeçizâde Fuat Paşa, sultan Abdülaziz'e sundukları bir arıza vergi teşkilâtının yabancı şirketlere verilmesini önermişlerdir. Haklıydılar. Çünkü Osmanlı'nın çöküş döneminde vergi toplamayı taahhüt eden "Mültezimler" hem büyük kazançlar sağlıyor, hem de vergi aldıkları halka zulmediyorlardı. Yani mültezimden şirkete terfi eden bir gelir idaresi çare olarak düşünüldü. 1881'den itibaren kurulan Borçlar İdaresi (Düyûn-u Umumiye) maliyenin gelirler idaresini bir anlamda uhdesine almıştı, şimdi IMF'nin önerisiyle aynı noktaya dönülüyor, Böyle bir öneriye hangi yurtsever evet der? Yerel yönetimlerin gelirinin kısılması da başta altyapı olmak üzere bir çok noksanın kentlerimizi boğmasına yol açabilir.

Sermaye egemen düzen bu krizi kendini yeniden yapılandırarak atlatmanın yollarını arıyor. Bunu uluslar arası siyasetten başlayarak, ekonomik, sosyal ve kültürel yaşamı tasarımlayarak gerçekleştirme amacında. Finansal disiplin, emeğin daha da baskı altına alınması, tüm iletişim olanaklarının denetimi vb. nice yeni kurumlarla yakın gelecekte karşılaşacağız. Demokrasi bu kalıba uyumlandırılacak. İşte uyanık olmamız gereken nokta budur. Bilelim ki işsiz orduları yaratarak daha yüksek artı değere el koymak sermayenin onulmaz amacıdır.

Nâzım Usta ne demişti

Yirmi beş kuruştu gündelik

İş müddeti on dört saat

Rezalet

Yok canım

Mesele-i fazla kiymet

Yaşam kaynağı "Mesele-i fazla kiymet" olan sermaye egemen düzen işsizliğe çözüm bulmakla ilgilenmez. Tam istihdamı sağlamak onların sorunu değildir. Sözde çözüm paketleri ise sadece zehirli fikirleri de içeren laf salatasıdır.