Teşvik Paketi ve IMF

Geride bıraktığımız hafta süresince ekonomiye yönelik tartışmaların odağında "Teşvik Paketi" vardı. Türkiye bu denli teşvik paketlerine ve onların sermaye sahiplerine sağladığı ayrıcalıklara alışıktır. İlk paket 1913 yılında "Teşvike-i Sanayi Kararnamesi" ile gündeme geldi. Kararnamenin uygulanması aşamasında patlak veren I. Dünya Savaşı bu girişimi engelledi.

Cumhuriyetin ilanından sonra, 1927 yılında eski kararname daha da genişletilerek "Teşvik-i Sanayi Yasası" haline dönüştürüldü. Sanayi tesisi kuracaklara bedelsiz arazi tahsisinden başlayarak, gümrük resimlerinden muafiyet, fiziki alt yapı olanakların ucuza sağlanmasına, ürünlerinin kamu kuruluşlarınca alımı garantisine kadar bir çok taviz, teşvik olarak veriliyordu. Bu yasadan yararlanan işletmeler 1940'lı yıllara kadar "İstatistik Genel Müdürlüğü" tarafından izlenildi. Elde edilen bilgiler istatistik yıllıklarında yayınlandı. Ne yazık ki sermaye sahiplerine sağlanan bu ayrıcalıklar, bir anlamda onları palazlandırdı, fakat ülke açısından beklenen sanayi atılımı sağlanamadı. Bu atılım 1930'lu yıllar içerisinde I. Sanayi Programı uyarınca devletçe gerçekleştirildi. 1940'la 1950'li yıllarda da özel kesime "teşvik" adı altında bir çok ayrıcalıklar gündeme gelmiştir. Planlı dönemde de (1962-1980) bu bağlamda yerli ve yabancı sermayeye özendirici ayrıcalıklar tanınmıştır. Fakat tüm imtiyazlara karşın 1980 yılına kadar Türkiye'nin sosyal ve ekonomik kalkınmanın ana motoru Devlet yatırımlarıyla çalışmıştır. Bu yakım iktisadî tarihimizin bize öğrettiği bir derstir.

Piyasa'nın belirleyici olduğu bir ülkede hangi ürünün üretileceğini, yatırımların nereye, hangi teknolojiyle yapılacağını piyasa koşulları belirler. Bu koşulun en güzel örneği GAP projesidir. Başlangıçta sağlanan tüm özendirici ayrıcalıklarına karşın bölgeye gitmeyen sermaye, bugün o yöreye yönünü çevirmiştir. Çünkü piyasa bunu istemektedir. Mayınlı arazi için kopan fırtınayı bir düşünün.

Teşvik Paketi açıklandıktan sonra çeşitli eleştiriler ortaya atıldı. Özellikle illerin dört bölgeye ayrılması üzerinde duruldu. Teşvik edilecek sektörlerin seçiminin keyfiliği de çeşitli sorunlara şimdiden yol açıyordu. Kanımca pakete yönelik en çarpıcı tepki TÜSİAD'dan geldi. "İşsizlik açısından bir anlamı var" mealindeki bu açıklama, asgari ücrette 100 000 işsize kısa dönem bir uğraşın sağlanması dışında paketin anlamı olmadığını, paketin uygulama olanağının sıfıra yakın olduğunu ortaya koyuyordu. Nitekim aynı açıklamada bütçe ve kaynak sorununa da kuşkuyla bakılıyordu.

Pakete belki de en sert tepki, olanaksızlığını vurgulayan yanıt, Merkez Bankasının revize edilen yeni tahminleriyle geldi. Banka enflasyon beklentisini 6.6'ya çekmişti. Bunun manası talebin daralmasından başka bir şey değildir. Dolar kuru 1,62 TL. Dış açık 11 milyar dolar ve büyüme de -%4 seviyesindeydi. Yıl sonuna doğru daha olumsuz göstergelere ulaşacağımız çok açıktır.

Bazı öngörüler bu paketin IMF'ye karşı alındığını vurgularken, bu yaklaşımın aşırı iyimser olduğu kanısındayım. Türkiye ekonomisi adım adım IMF kurallarına evet deme doğrultusunda ilerliyor. Küresel kapitalizmle eklemlenen "gelişmekte olan piyasanın" kaçınılmaz bir kaderidir bu. Hem bezirgan olup, hem de isyan edenin G-20'lerde yeri olamaz. Bu konulara yaz boyunca sık sık değineceğiz.