Sosyal Devlet mi O da Nedir ki?

Akla, sağduyuya en fazla ihtiyaç duyduğumuz bir seçim dönemi geçiriyoruz. Kavramlar, söylemler, edimler her şey bir mikser'e atılmış karıştırılıyor. İnsanlar doğru ile yanlışı ayırt edemez durumda. Şaşkın. En usta üçkağıtçılar bile kartları böylesine karıştıramaz. Özellikle "iki derede bir arada" yaklaşımını kendilerine şiar edinen merkezin olabildiğince sağına oturmuş partiler aynı çarka suyu taşımakta. Onların eski bir banka reklamında söylendiği gibi "birbirlerinden farkları yok". Çünkü aynı düzene biat etmişler. Önümüzdeki bir ay içinde bu yönlerini perçinleyecek söylemlerine bütün Türkiye bir kez daha tanık olacak. Merkezin sağında, aynı ırmağa su taşıyan partiler her zaman ki gibi tüm savlarını, propagandalarını Anayasamızın değişmez üç istinad kolonuna dayandırmaya özenle dikkat edecekler: Laik, Demokratik ve Sosyal Devlet olma niteliği. Ne var ki bu noktada da akıl "mikser"i ile kavramları karıştırıp gözleri boyamayı asla ihmal etmeyecekler. Biliyorum ki bu kavramlara en doğru yanıtı verenler de sol düşünceyi özümseyenler olacaktır.

Geçtiğimiz hafta televizyonların haber ve tartışma programlarının değişmez konularından biri de Tunceli'de yoksul ailelere dağıtılan beyaz eşya, mobilya vb. yardımlar oldu. Valilik ve hükümet yetkilileri bu hizmetin Anayasa'mızda yer alan "Sosyal devlet" ilkesi uyarınca yapıldığını seçim yatırımı olmadığını ısrarla vurguladılar. YSK da aksi yönde karar verdi. 1945'de gerçekleşen ara seçimden bu yana her genel ve yerel seçimi yakından izleyen biri olarak biliyorum ki her seçimde bu tip dolaylı ya da dolaysız akçeli yöntemler kullanılmıştır. Bu kez sığınılan "Sosyal Devlet" kavramını ele alarak irdelemek niyetindeyim.

"Sosyal Devlet" kavramı 1961 anayasası ile siyasi ve ekonomik literatürümüze girmiştir. Dünyada ise 1950'lerde ekonomi ders kitaplarında yer almıştır. Bu hesaba göre yarım yüzyılı aşkın bu deyimi kullanıyoruz, fakat ne olduğunu da tanımlayamıyoruz. "Sosyal Devlet" kavramının temelleri Roosevelt ve Churchill arasındaki ünlü Atlantik Bildirgesi'ne kadar uzanır. Daha sonra, savaşın son günlerinde Roosevelt'in ilan ettiği "Dört Hürriyet"i içeren konuşmada daha bir öne çıkar. Bu haliyle özgürlüklerden sayılan "korkudan, endişeden uzak durma" diye tanımlanan hürriyet, işsizlik, yaşlılık vb gibi güvenceleri işaret etmektedir.

Soğuk savaş döneminde "Demokrasi Cephesi" diye adlandırılan ABD-İngiltere ekseni çevresinde odaklaşan kapitalist ülkelerin, sosyalist ülkelerin toplumcu uygulamalarına karşın öne çıkardıkları kavram olan "Sosyal Devlet" zamanla geliştirilmemiş sadece "Sosyal Güvenlik"e bağlanmış, bu da neo-liberal ekonominin yaygınlaşmasıyla metalaşmıştır. 1940-1950'li yıllarda savaşın yıkımını onarmak talebi arttırmak yönünde başta ABD olmak üzere diğer kapitalist ülkeleri kapsayan, temelde Keynesgil sayabileceğimiz uygulamalara geçilmiştir. Bunların bir bölümünde ABD kaynaklı, hibe ya da uzun vadeli borçlanmaya dayanan yardım fonları etkili olmuştur. Savaşın hemen sonrasında yaşama geçen "Marshall Planı" bunların en önde gelenidir. Türkiye bu planın önerileri, çerçevesinde tarımın mekanizasyonu ve karayolu ağının genişletilmesi doğrultusunda destek görmüş hazır olan sanayileşme ağırlıklı iki planını rafa kaldırmıştır.

Aynı bağlamda ekonomi kuramında büyüme ağırlıklı modeller gündeme gelmiş, "Refah Devleti" (Welfare State) diye bir hedef oluşturulmuştur. Ne var ki bu modellerin hepsi "tüketim"i kamçılayan işlevlere sahipti. Bir kapitalist ütopya olarak sunulan "Refah Devleti" ortaya çıkmamış, buna karşın tüketim toplumu gerçekleşme yönünde yol almıştır. Refah tüketime bağlı bir değişkene dönüştürülmüştür.

1970'li yıllarda (geride kalan bir savaşa karşın) kâr oranları düşen sermaye, neo-liberal ekonomi politikalarıyla kendini yeniden büyüterek üretme yoluna girmiştir. Eskiden, devletin sosyal sorumluluk taşıdığı tüm alanlar piyasaya bağlanmış ve metalaştırılmıştır. Özelleştirme siyaseti ile kamunun iktisadi gücü iyice zayıflatılmış, tüketimin vergilendirilmesine dayanan bir maliye politikası gündeme gelmiştir. Bu konumda devlet istese bile topluma hizmet götürme gücüne yeterince sahip olamayacaktır.

Neo-liberal ekonominin Türkiye ayağını temsil eden Turgut Özal bu nedenle "Sosyal devlet ölmüştür" demek cesaretini göstermiştir. 1980'den sonra zaten içi doldurulmamış olan bu kavram yerini "Sosyal Yardımlaşma fonlarına bırakmıştır. Vakıflar, Dernekler, Deniz Feneri, Beyaz Ay vb. kurumlar bu işe soyundurulmuştur. Osmanlı Döneminin her camiye bağlı imarethaneleri yeniden "modern yardım vizyonu" olarak devreye girmiştir.

Yetmiş milyonu aşkın nüfusunun nerdeyse yüzde 75'i açlık, yoksulluk sınırında yaşayan ülkemizde ianeye dayanan bir sosyal hizmet ve yardım anlayışı, ihtiyaca, seçim kampanyası gibi kısa sürelerde bile zor cevap verir. Bu yardımın "Sosyal Devlet"in gereği olduğunu savunmak ise gülünç bir kolaycılıktır. Muhalefet partilerinin olayın temelindeki zafiyeti görmeyip, seçmene baskı yapılıyor iddiaları da son tahlilde acemi bir propaganda yöntemidir:ters tepebilir.

Sosyalist yani toplumcu bir düzen dışında toplumsal dayanışmanın gereği olan haklar ve destekler yaşama geçemez. İçinde bulunduğumuz sermaye egemenliğine dayanan düzende bir çok kavram gibi insan hakları da onları savunan dernekler ve bunun da ötesinde TBMM'deki insan haklarına ilişkin komisyon tarafından sadece işkence vb gibi baskılara indirgenmiştir. Doğrudur velâkin insanın sahip olması gereken haklardan sadece birine ilişkindir. İnsanın dünyaya gelmesiyle birlikte sahip olması gereken bir çok hak vardır. Bunların hepsini burada saymamız mümkün değil fakat öne çıkan bir kaçına işaret edelim

Çalışma hakkı,

Eğitim ve Kültürel Gelişme Hakkı

Doğumdan Ölüme Sağlık Hakkı

Sağlıklı yaşam düzeyine sahip mekan hakkı

Huzur ve güven içinde yaşlılığını geçireceği ortam hakkı

İşte bunlar ve bunlara ekleyebileceğimiz diğer haklar aslında olmazsa olmaz toplumsal haklarımızdır. Bugün bunların hepsi ya metalaşmış ya da piyasa koşullarında salınıma bırakılmıştır. Bugün, kömürden, beyaz eşyaya, yardımları verdiğimiz ailelere "verdiğimi mi istersin, yoksa bu hakların sağlandığı bir toplumsal sistemimi istersin" sorusunu sorun, alacağınız cevap ne olacaktır? Davul zurna şenliğinde girdiğimiz yerel seçim ortamında sosyalistler bu hakları savunup anlatacaklardır.

Gazetelerde yer alan şu iki habere değinmek bile yeterlidir. Birinci haberde Antalya valisinin şu feryadı yer alıyor: "Camii avlusuna yaşlıları da bırakmaya başladılar". İkinci haber ise genç kuşaklara ilişkin:"Patronlar çalıp söyleyecek 10 000 çocuk okuyacak".

Yanıtı şimdi alamasalar da yakında alacaklarına eminim. Dünyanın bugünkü krizi o yanıtın müjdecisidir.