Olağanüstü Bölge

Ülkemizin Güneydoğu Bölgesi Osmanlı'dan bu yana olağanüstü bölge muamelesi görmüştür. Anımsarsınız, 1980'den sonra uzun süre bölgeyi "OHAL" olarak mizah dergilerinde nitelemiştik. Haber alınamazdı. Bilinmezdi o yörede neler olduğu. Gırgır vb. gibi mizah dergilerinin bir köşesinde OHAL'den gelen haberler karikatür vb. gibi şifreli duyurulurdu... Cumhuriyet'in ilk yıllarından beri bu durum aynen sürüyor. Nasturi, Şeyh Sait ayaklanmalarından günümüze silahlar susmadı. Başkaldırıların çoğunda emperyalist ülkelerin arkalaması itici güçtü. Ne acıdır ki ezilen, sömürülen bölge halkı bu bağlamda kullanıldı.... Sorunlar göz ardı edildi. Toplumsal yapı irdelenmedi. Tek tip reçeteler uygulandı. Meydana gelen olaylar ya gizlendi ya da saptırılarak yorumlandı. Mardin'deki "Bilge Köy" katliamında da aynı aymazlığın sergilendiğini görüyoruz. Bu aymazlıktan DTP de kendi payına düşene ortak oluyor.

Katliama ilk tanıyı Başbakan koydu ve lanetledi: "Olmaz olsun böyle töre" dedi. Haklıydı. Akıllara durgunluk veren bu saldırıda temel nedenin töre olması en büyük olasılıktı. DTP'li eşbaşkanlar Ayna ve Türk ise cinayetin devletin silahlarıyla işlendiğine dikkat çekerek, koruculuk diye bilinen sistemi eleştirdiler. Onlar da haklıydı. Medya da büyük ölçüde bu iki nedeni kabullendi ve kız çocukların okula gönderilmemesi, cehalet vb gibi soslarla zenginleştirdi. Ne var ki ne AKP, ne CHP ne de DTP cinayetin kökeninde yatan aşiret düzeninin sözünü bile etmedi. Medya ise dizilerle albenilediği aşiret yapısını ağzına almadı. Anlaşılıyor ki bu düzenden herkes memnun.

Osmanlı İmparatorluğu döneminde Mezopotamya, Cebel-i Lübnan, Suriye ve diğer Arap topluluklarının dinî ya da hanedan temelinde belirli imtiyazlara sahip özerk diyebileceğimiz aşiretlerin varlıklarına Osmanlı Tarih yazarlarının değindikleri bir noktadır. (Örneğin Tarih-i Cevdet) Kurtuluş savaşının yeni sonlandığı dönemde Hakkari Valisi Halil Rıfat Bey'in Kürt aşireti tarafından esir edilmesi bölgenin sorunlarla dolu niteliğini ortaya koyuyordu.

Bölgenin yapısını yakından bilen Ziya Gökalp Halk Partisinin kuruluş aşamasında Anadolu Ajansı tarafından yayınlanan bir makalesinde Gazi'ye aşiret reislerinin tasfiyesi çağrısını yapıyordu. Bu öneriye itibar eden olmadı. İngiltere'nin arkalaması ile yaşanan Şeyh Sait isyanı bile uyarıcı olmadı. Ezilen yoksul, çaresiz Kürt halkının desteğini ve Cumhuriyet'e güvenini sağlayacak böyle bir girişimde bulunulmadı. Tam aksine her türlü takiyye ile yerel egemenliklerini sürdürmeyi amaçlayan aşiret reislerini kullanarak bölgede denetimi sağlama yolu tercih edildi. Önce CHP bu yolu (Gazi'nin dönemi de dahil olmak üzere) denedi. Sonra DP ve onu izleyen iktidarlar bu aşiretleri oy deposu görerek aşiret düzeninin arkasını sıvazladı. Saîd-i Kürdi (Nursî) gibi hem dini hem de siyasal önderlerle ilişkilerini pekiştirdiler. Bugün kendini "Kürdistan Özgürlük" hareketi gibi sunan DTP de gene aşiret reislerine dayanmaktadır. Başta AB olmak üzere bir çok uluslar arası kuruluştan övgü ve ödüller alan Leyla Zana bile Kürtlerin önderi olarak Barzani ve Talabani'yi çekinmeden sayabilmiştir. DTP'nin önderleri içtenlikle aralarındaki aşiret reisi ve benzeri etkinlikte olanları söyleyebilirler mi...

Bilge Köy katliamının nedeni olarak ileri sürülen töre kimin töresidir: kuşkusuz ki aşiretin töresidir. Aşiret reisleri ve onların bir anlamda dini uzantısı olan Şıh'ların yazılı olmayan yasalarıdır töre dedikleri kurallar. Cinayet devletin silahlarıyla korucular tarafından işlendi. Bu yeni bir gerçek mi? Televizyon kanalları yayınladıkları aşiret düğünlerinde kaleşnikoflarla havaya sıkılan kurşunları kerelerce göstermediler mi? Diyelim ki bu koruculuk sistemi kalktığı zaman bu aşiret reislerinin kendi silahlı birlikleri olmayacak mı? Şeyh Sait'ten Dersim'e uzanan ayaklanmalarda aşiretler silahlı güce sahiptiler. Aşiret düzeni var oldukça da böyle bir güçleri olacaktır.

Kadının metalaştırılmasından tutun da yöredeki tüm sefalet, açlık ve de eğitimsizliğin ana nedeni aşiret düzenidir. Bunun açıkça kabul edilip çözmeden bölge tüm cinayetleri, yolsuzlukları ve daha nice kötülüklerin olağan üstü yapısından kurtulamaz. Bunu bir dönem CHP saflarında yer alan Hasip Kaplan, Ahmet Türk'te çok iyi bilir. İşçi Partisine yakın Mehdi Zana ve nice Kürt aydını da farkındadır.

Üretim Kooperatifleriyle pekiştirilmiş Toprak reformu bölgenin aşiret baskısından kurtulmasının ilk adımıydı. Anafarta'da, Sakarya'da, Dumlupınar'da mucizeyi gerçekleştiren Gazi bunu başaramadı, İnönü'nün girişimi Menderes, Sazak vb. toprak ağalarınca püskürtüldü.

12 Mart cuntasının girişimi ile zorlama bir adım atıldı. Urfa'da sınırlı da olsa birkaç ilçede uygulandı. Sonra ne oldu. Reformu gerçekleştiren Prof. Ümit Doğanay öldürüldü, ileri olduğunu savunduğumuz Anayasa Mahkememiz yasayı iptal ve yorumlarıyla kuşa döndürdü. Mahkemenin bu tür kararlarıyla ilgili Prof. Artun Unsal'ın, Siyasal Bilgiler Fakültesi'nce yayınlanmış kitabına bir göz atın.

Akademik çevrelerimiz bölgeyle ilgili sosyo-ekonomik bir araştırmayı bugüne kadar pek yapmadı yapanlar olduysa da gün yüzüne çıkarmadı. Yetmişli yılların ilk yarısında Atatürk Üniversitesinde (Erzurum) genç bir asistan İsmail Beşikçi böyle bir araştırmaya girişti. Ne var ki sakıncalı görüldü. Tezi red edildi ve üniversiteden uzaklaştırıldı. Beşikçi araştırmasını daha da geliştirerek "Doğu'nun Düzeni" adıyla yayınladı. 12 Eylül'de cezaevlerinde işkence gördü. Yenilerde isminin PKK'nın ölüm listesinde olduğunu gazetelerden öğrendim. Başbakan katliamdan sora yöre üniversitelerini göreve çağırıyor. Beşikçi'nin hem akademik, hem de Kürt çevrelerince telin edilen kitabı bu bağlamda ilk adım olabilir.

Okumayı, okuduğumuzu irdelemeyi sevmeyiz. İlkokuldan üniversiteye kadar sadece önümüze konanı hatmederiz. Kitap ve silah son yarım yüzyılın her olayında yan yana suç öğesi olarak sergilenmektedir. Oysa, biraz okumayı sevsek, yaşama alanını bile mayınlarla çevirdiğimiz bu olağan üstü bölgeyi daha yakından tanırdık. Öyküler, romanlar, filmler önümüzde ama gözümüz kör. Osman Şahin, Bekir Yıldız, Yılmaz Güney, Kemal Bilbaşar, Mehmet Uzun ve niceleri yazdılar. "Fırat'ın Kanı", "Hudutların Kanunu", "Yol", "Sürü" "Hakkari'de Bir Mevsim" ve başkaları ne çok öykü okuduk ,ne çok film seyrettik bu yöreyi anlatan. Hepsini sevdik. Ama "Bile Köy" ve daha bir çok yerde aşiret düzeninin kurbanlarıyla birlikte ortak bir türküyü bulamadık, halimizi anlatacak "söz"ü yakalayamadık.