Obama Umut Olabilir mi? TEVFİK ÇAVDAR

Anayasa mahkemesinin AKP'ye yönelik verdiği son karar, toplumda nisbî bir iyimserliğe neden oldu. Borsa fırladı, yayınlanan bilgilere göre yabancı finans şirketlerinin geçtiğimiz haftada ki kârı %15 düzeyine ulaştı. Yerli ve yabancı yetkililer "Siyasi belirsizlik sona erdi Türkiye önüne bakmalı" diyerek AB doğrultusunda ki çabaların arttırılması önerisini yinelediler.

Kuşkusuz olan tek nokta, yaklaşık altı aydır kapama davası ile Ergenekon davası arasında sıkışıp kalan aydınlarımız, köşe yazarlarımız ve de TBMM'de ki partilerimizin, ülkemizin ve de halkımızın esenliğini yakından ilgilendiren sorunlara eğilmelerine yönelik beklentilerimizdir. Bu sorun ve konuların başında "Yeni Dünya Düzeninin" ağası ABD'de ki siyasi gelişim önde gelmektedir.

Bilindiği gibi ABD halkı Kasım ayında yeni başkanını seçecek. İkisi de merkezde odaklanan Cumhuriyetçi, ve Demokrat partilerin adayları belli oldu. Cumhuriyetçi Partiden Senator McCain ön seçimi kazandı. Demokrat Partinin ön seçiminde ise, Obama ile Hillary Clinton yarıştı. Hillary tüm tahminleri alt üst ederek Obama'ya yenildi. Kenya'lı Müslüman bir ailenin torunu olan siyahi Obama ipi göğüsledi. Yarışta kullandığı sloganı "Değişim"di. Obama yakın gelecekte ABD'nin ilk siyahi başkanı olacaktır. Bu önemli bir değişimi simgeleyecektir ama temelinde biçimsel bir değişimdir. Oysa, ABD'nin ve onun şu ya da bu biçimde hükmettiği yer küremizin beklediği değişim biçimsel olmanın çok ötesinde radikal dönüşümlerdir. Yığınlar gerçek eşitliğe özlemlerini, iş'e, aş'a, sağlık hizmetlerine, sosyal güvenceye, eğitime olan gereksinimlerini her geçen gün daha da yükseltiyorlar. Obama bu istekleri karşılayabilecek mi?

Beklenti büyük. Berlin'de, büyük bölümü gençlerden oluşan iki yüz binin üstündeki kalabalık bu umudu yansıtmak için onun karşısında toplanmışlardı. Aynen yarım yüzyıla yakın bir süre önce J.F Kennedy'i dinleyen Berlinliler gibi. Kennedy o gün "Ben de Berlinliyim" derken samimiydi. Çünkü kapitalizmin lideri olan bir ülkenin başkanı olarak, Berlin'i ikiye ayıran duvarı ve sosyalizmi lanetliyordu. Duvarı yıkma 1990'ların başına denk geldi, ama duvarın altında tüm dünyanın emekçileri, ,işçileri, yoksulları kaldı.

ABD başkanları, daima kendi ülke düzenleri ve dolayısıyla kapitalist ekonominin temel aşamaları doğrultusunda umut olabilmişlerdir. Washington, John Adams, Madison, Jefferson yani kurucu kuşak temelleri atmıştır. Birlik adım adım gelişmiştir. Başkan Monroe "Amerika Amerikalılarındır" ilkesini ortaya atarak Orta ve Güney Amerikanın, Birleşik Devletlerin dokunulamaz arka bahçesi olduğunu ilan ederek emperyalist isteklerini bir biçimde dile getirmiştir. A. Lincoln kuzeyin gelişen sanayiinin ucuz emek gereksinimini sağlamak için çağın dışında kalan güneydeki köleliğe yönelik bir iç savaşı başarıyla sonuçlandırmıştır. Özetlersek her ABD başkanının bir biçimde kapitalist düzenin gereksinimlerine uyumlu bir yönetim sergilediğini söyleyebiliriz. Yirminci yüzyılın başından itibaren ABD başkanları dünyada ki siyasal statükonun da belirleyicisi, hatta bir anlamda da bekçisi olmuşlardır.

Söylememize gerek yoktur ki ABD'de siyasi yaşamın belirleyici etmenleri şirketler, finans kurumları ve sermaye örgütleridir. Bu nedenledir ki Başkan adayları kendi programlarını, politik eylemlerini tasarlarlar ve de uyarlarlar.

Başkanlar çeşitli kurumlar tarafından sürekli gözetim, hatta denetim altındadır. Yüksek Mahkeme, Kongrenin iki kanadı (Senato ve Temsilciler Meclisi) Bu denetimin organlarıdır. Bu da yetmez Başkan Yardımcıları da başkanın tüm eylemlerini kontrol altında tutabilir. Yani başkan yardımcılığı bir yerde düzenin sigortasıdır. Kennedy'nin Başkan Yardımcısı Johnson bunun en güzel örneğidir. Cheney'de bugün aynı rolü oynamaktadır. Obama'nın da başkan Yardımcısı bu nitelikte olacaktır.

Bir noktaya dikkatinizi çekmek isterim. Başkan adayları ön seçimle adım adım bu noktaya ulaşırken, Başkan yardımcıları nihai kongrede belli olur, adeta atanır. ABD'de parti örgütlenmesi bizdekine hatta Avrupa ve diğer ülkelerdekine benzemez. Buna karşın, vakıf mütevellileri gibi bir "ağır ağabeyler" komitesi perde arkasında tüm süreçleri kontrol eder. Nihai kongrede de seçilmiş delegelerin yanı sıra onlardan daha etkili olabilen daimi delegeler de vardır. Nitekim Hillary Clinton bu gruba dayanarak adaylığını son ana kadar sürdürme inadını göstermiştir.

Bu koşullar altında Obama vaad ettiği "Değişim"i (Neyse) gerçekleştiremez. Sistemin onay verdiği biçimsel dönüşümleri yapabilir. Gerçek olan şudur ki, Obama, siyah oluşu, Afrikalı bir aileden gelişiyle "amerikan rüyası" sloganının sempatik figürü olarak "rol modeli"nden başka bir noktaya varamaz.

J.F.Kennedy, seçim kampanyası boyunca, ABD halkının önemli bir çoğunluğunun, günü "bir kutu fasulye konservesiyle" geçirdiğini söyleyerek, yoksulların ve yoksunların oylarıyla kıl payı başkan olabildi. Sonra ne yaptı? Küba'ya "Domuzlar Körfezi" çıkartmasını gerçekleştirdi, ünlü Küba krizini çıkardı, Vietnam'a müdahaleyi tam boyutuyla tırmandırdı. Gene sisteme yaranamadı. Öldürüldü.

Obama bana fazla umut vermiyor. Fakat günlük siyasi dedikodulardan, komplo teorileri üretiminden uzak kalacak medyamız, Kasım'a kadar onu "Umut Güneşi" olarak yükseltebilir. Ne de olsa umut fakirin ekmeği...Ye Mehmet ye...Tabii yerseniz.