Küresel Kapitalizme Bağımlılığın Dayanılmaz Ağırlığı TEVFİK ÇAVDAR

Türkiye bağımsızlığını yitirmenin ağır faturasını tüm boyutlarıyla ödemeye başladı. 1960'larda bir avuç sol siyaset erbabının altını çizdiği binlerce gencin mitinglerde seslendirdiği ve de duvar yazılarında dillendirdiği "Tam Bağımsız Türkiye" şiarının ne denli doğru olduğu bugünlerde daha bir öne çıkmış durumda. Ne yazık ki dağına, ovasına büyük boyutlu al bayraklar diktiğimiz yurdumuzun geleceği ipotek altında. Bunu fark etmeyenler ya da fark edipte söyleme cesaretini gösteremeyenler "Duruma Hakimiz" diyerek yalnız kendilerini avutmaya çalışıyorlar. Aciz ve iktidarın pek sevdiği sözcükle yabancılara "Ram" olma günümüz Türkiye'sinin tam resmidir.

Zaman zaman kullandığımız "Binmişiz bir alamete, gidiyoruz kıyamete" vb. gibi nitelemelerle uyumlu bir hal içindeyiz. Bindiğimiz alametin (Siz buna ister gemi ister sal deyin) kaptanları ve iktidara şu ya da bu şekilde katılan, destek veren tüm kurumları, örgütleri tam bir şaşkınlık içinde salınıp duruyorlar. Ne esen yıkıcı kasırgayı tanımlayabiliyorlar ne de hasarı azaltacak reçeteleri var. Bu nedenle "Neler oluyor" diye soranlara önümüzdeki altı ayı izleyin diyorum.

Bugünkü veriler varolan küresel ekonomik kaos konusunda net bir tanı koymamıza yeterli değil. Kapitalizmin tarihini bilen düşünürlerin (Attali, Hobsbawn vb.gibi) değerlendirmelerine göre kapitalizmin odak ülkesi ABD gücünü ve de küresel erkini yitiriyor. Bu yüzyılın ortalarına doğru (2050-60) ABD'nin gerilemesi net bir açıklığa kavuşacak. Yani Negri'nin altını çizdiği ve bir zamanlar bazı Marksistlerin bile kabul ettiği "İmparatorluk" sarsılıyor.ABD'nın emperyal bir güç olmaktan uzaklaştığının bir çok kanıtına bugün bile sahibiz. Ne var ki emperyal güçlerin tarih sahnesinden çekilmesi her zaman çok yıkıcı bunalımlarla gerçekleşmiştir. Bu gerçek kapitalist düzen açısından da geçerlidir. Feodal düzen iki üç yüzyıllık sancılı ve de kanlı bir dönem sonunda tarihe karışmıştır.

Bu açıdan bakıldığında Türkiye'yi bekleyen sorunlar yönünden üç önemli etkinin (faktörün) öne çıktığını tesbit ediyoruz.

* Küresel Finansal Kriz

* Kasım ayı başındaki ABD Başkanlık Seçimi

* Yurt içindeki üstü örtülü iktidar savaşı

Bu üç etmen önümüzdeki altı ayın resmini de belirleyecektir. O nedenle üzerinde daha bir ayrıntılı durmamızda fayda vardır.

i-Finansal Kriz ve Türkiye:

Küresel kapitalizmin yaşadığı krizin ortaya çıkardığı iki önemli sorundan biri olan para kuramının yozlaşması fark edilmemiş durumda. ABD'nın "altın standardı"ndan vazgeçip dolar basımına egemen oluşu, bunun da ötesinde gözü kâr'dan başka bir şey görmeyen yeni-finans odaklarının yarattığı türev paralar (buna köpükte deniliyor) ölçülmesi ve onarılması güç kredi kara delikleri yaratmıştır. Hükümetlerin ise bulabildikleri tek çözüm trilyon dolarlarla piyasaya para pompa etmektir. Her enjekte edilen fon yeni fonları çağırmaktadır. Bir anlamda finans odaklarına yeni türev paralara (köpük) yaratma olanağı da vermektedir. 1970'li yıllarda öne çıkan para yaklaşımları bir başka deyişle yeni simyacılık sorgulanmadan kriz çözülemez. Bu sorgulamanın ilk maddesi ise küresel paranın erkinin bir devlete verilmemesi olacaktır. Bunun yanı sıra türev paraların yarattığı yeni piyasa yaklaşımı ki bu da ikinci sorundur,irdelenecektir. Kapitalizm egemen olduğu devleti gene kullanacaktır. Bunu da sosyalist bir yaklaşım gibi algılanması için her türlü ikna yolunu deneyecektir. Bu yöntemle yaşama geçirilen aldatmaca hiçbirimizi kandırmamalıdır, Theatcher-Reagan döneminin cilaladığı finansal türev paraya dayanan bugünkü krizin faturası ezilen yığınlara, emekçilere kesilecektir.

Türkiye'de tüm ekonomik kurumları küresel krizin en şiddetli dalgalarına açıktır. Bunun nedeni çeyrek asırdır uygulanan ekonomik politikadır. AKP, bu politikanın yarattığı yapay büyümenin ve de sözde refahın meyvalarını toplamıştır. Şimdi ise vebalini ödemek durumundadır. Gerçek suçlu ise Özal'ı vizyon sahibi olarak görüp onun çizgisine dört elle sarılan sermaye sınıfıdır. Bu yazımı kaleme alırken radyoda TÜSİAD'ın önderleri Mustafa Koç ve Bayan Yalçındağ IMF ile "stand-by" imzalayın diye adeta yalvarıyorlardı. Bağımlı bir ülkenin aczi ancak böyle dışa vurulur.

İktidar, elinde kalmış üç dört devlet Bankası ile bu krize nasıl reçete yazabilecektir. Buldukları ilk çare TC vatandaşlarının dışarıdaki para birikimlerini içeri çekebilmektir. 1975'de Demirel Dövize Çevrilebilir Mevduatla "DÇM", 1980'li yıllarda Özal sırdaş hesapla, 1990'lardan sonraki iktidarlar ise getirisi bol devlet tahvili ihracı ve de İMKB aracılığı ile bu reçeteyi uygulamışlardır. Dışarıdan gelecek (Unakıtan'ın ağzını sulandıran) para ise "Deniz Feneri" örneği kara paradan ibaret olacaktır. Mevduatlara devlet güvencesi vermek ise bir çok bankanın içinin boşalmasına yol açmaktan başka bir yarar sağlamayacaktır. Yani durum vahimdir.

ii-ABD'de ki Başkan Seçimi:

Türkiye'yi hem iç,hem dış hem de savunma politikaları yönünden etkileyecektir. Bir istatikçi olarak kamu oyu anketlerine pek güvenmem. Hele adaylardan biri, iki yüz yılı aşkın ABD ulusal ideolojisine ters düşüyorsa kuşkularım daha da artar. ABD halkları bırakın sol düşünceye liberal yaklaşımlara bile çok uzaktır. Obama'nın Beyaz Saraya oturması bu noktadan tam bir ideolojik yıkımı yansıtacaktır. ABD'nın temel düzeninin delinmesi demektir. Demokrat Partinin bunu bilmemesi mümkün değildir. Kanımca şu anda bir "Demokrasi Show" sergilenmektedir. ABD halkı böyle yapay gösterileri pek sever. Bu ülkedeki aydınların genel oy'a etkisi Türkiye'den pek farklı değildir. Sağ yaklaşımlara, kurucu ideolojinin temelini oluşturan ultra liberal ekonomiye bağlı, muhafazakar orta sınıf bu ülkede belirleyicidir. Bu nedenle ABD'nın sarsılan küresel egemenliğini daha da agresif bir tutumla savunacak Mc Cain-Palin ikilisinin şansının yüksek olduğunu düşünüyorum. Obama'nın adaylığı bu yaklaşımımı güçlendiren etmendir. Olası Mc Cain-Palin iktidarı Türkiye'yi yeni serüvenlere sürükleme yönünden elinden geleni yapacaktır.

iii- Üstü Örtülü İktidar Mücadelesi:

Bu mücadele yüzyıllık inkilap ideolojisi ile dini referanslara dayanan muhafazakar yığınları kullanan sağ siyasal oluşumlar arasında hızla yükselerek sürmektedir. Son çeyrek yüzyıl boyunca AB ve ABD muhafazakar sağ iktidarları arkalamış, AKP'ye tam destek verme noktasında ise tavizsiz davranmıştır. Yeni krizler kapitalist düzeni daha bir tutucu davranmaya zorunlu kılacaktır. Yurt içindeki bu erk mücadelesinin trajik travmalara yol açacağını beklememiz doğrudur. Şurası açıktır ki inkılap ideolojosinin (Cumhuriyetin kurucu öğeleri) bu aşamada yeniden gözden geçirilmesi yeterli olmayacaktır. Sosyalist yeni bir programın rehberliği Türkiye açısından vazgeçilmez ön koşuldur.

Son finansal krizin nedenlerini açıklamaya çalışanların ileri sürdüğü savları ele alan Ergin Yıldızoğlu'nun Cumhuriyet Gazetesinin 13 Ekim tarihli sayısındaki yazısının son paragrafını düşünmek ve tartışmak için aynen alarak konuyu noktalamak istiyorum:

" Ya bunlar aptal ve cahil değilse yönetişim hatası dediğimiz bunların seçeneği ise, yani bunlar hırsız ve haydutsa? Ya birbirine sıkı sıkı bağlı insanlardan oluşan bir grup devleti de kullanarak hem kendi halklarını hem de diğer ülkelerin halklarını soyuyor sonra da tükenmeye başlayan bir leşin üzerindeki sırtlanlar gibi birbirinin boğazına atlayıp savaşmaya başlıyorlarsa? O zaman ne yapıp edip, demokratik ya da başka yollarla, artık önemi yoktur, bunlardan kurtulmak gerekmez mi? O zaman kırmızı, siyah, hatta yeşil bayraklar ortaya çıkmaz mı?

Gelin siz bu krizin sermaye birikim sürecinin varoluş hali olduğunu kabul edip "kapitalizm en iyi sistemdir" savına fit olun. Marx'la uğraşmayı bırakın. O nasıl olsa sizin işinize yaramaz. Ondan yararlanacak olanlarda nasıl olsa onu bulup kullanırlar. Biliyorum siz mal derdindesiniz ama onlarda can derdinde"

Küreselleşen kapitalizmle eklemleşen Türkiye'yi de bu bağlamda ele alıp düşünün. Çözüm yolunu bulacaksınız.