Köşe Dönmeci Zihniyet

Değerli iktisat bilimci, Prof. Dr. Sabri Ülgener adı çok duyulan, Keynes öğretisi doğrultusunda kaleme aldığı kitabının yanı sıra “İktisat ve zihniyet” üzerinde de durmuştur. Kendisinin öğrencisiydim. Nakşibendi müridi olduğunu duyardık. Daha sonraları “Zihniyet” sorununu ele aldığı kitaplarını okuduğum da “İktisadi etik”in ne denli önemli olduğunu bir kez daha anlamıştım. Neo-liberal öğreti, Adam Smith’den bu yana dört ele sarınılan liberal ekonomi politikalarının mikro düzeyde de olsa benimser gözüktüğü küçük etik uyarıları da çiğneyip geçti. “Bırakınız yapsınlar, bırakınız geçsinler” düsturu bir “mafya” yasası hüviyetine büründü.

1983 Seçim Kampanyası sırasında TV ekranında Turgut Özal’ın elindeki kalemi gözümüze sokarcasına anlattıklarını bir türlü kavrayamamıştık. Satacağım diyordu. Köşe dönmenin erdemlerinden söz ediyordu. Sonra yaklaşık on yıllık iktidarı (Başbakan, Cumhurbaşkanlığı) süresinde hepsini gerçekleştirdi. Köşe dönme, yağmalama adına tüm yöntemleri teker teker uyguladı. Bir “hünkâr” (hünkâr sözcüğünün bir anlamı da kan içici demektir) gibi davranmakta beis görmedi. Ne var ki ilk Müslüman cumhurbaşkanı olarak Fatih camiinden uğurlandı.

İstanbul’u ve onun Trakya’daki varoşlarını adeta yıkan son sel afeti yeniden “zihniyet” meselesini gündeme getirdi. Bu afette dikkati çeken “zihniyet” sadece bize özgü değildi. Bu bağlamda iki örneğe değinmekte, düşüncemi açıklama babında yarar vardır. Sözünü ettiğim iki örnek de ABD’den. Sanırım on yıl önce New York’ta uzun süren bir elektrik kesintisi olmuştu. Bu kesinti anında yaygın bir yağmalama afetine dönüştü. Sokaklara dökülen on binlerce insan mağazaları yağmaladı. Diğer örnek ise üç – dört yıl önce New Orleans’ı vuran kasırgadan sonraki çaresizlikler acılar ve yağmalamalardır. Dikkat buyurulsun acı ve yağmalama aynı anda sahneleniyor. Dünya devi ABD, kentin ve de insanların yardımına koşamazken, yağmalamanın da önünü alamıyordu.

Aynı sahnelere İstanbul’da da rastlandı. Bir yandan görevlilerin acizliği, diğer yandan yağmalama. Bu örnekler neo-liberal zihniyetin doğal sonuçlarıdır. Çünkü egemen ekonomik anlayış: “Köşeyi dönme, parsayı toplama, rantı kapma” biçiminde özetlenebilecek bir zihniyete dayanmaktadır. Annan planının gündemde olduğu günlerde yetkili ağızlardan duyduğumuz tek söylem vardı: “Win – win” yani kazan – kazan. Yenilerde pek revaçta olan bir reklâmda Prof. Dr. Deniz Gökçe çiklete sığınıp “alın – verin” öğüdünü yaparken köşe dönücülüğün en pervasız söylemini dillendirdiğinin farkında mıdır acaba? Sanmıyorum. Çiklet ya da oyuncağın işsiz, yoksul hatta aç olan bir ailenin çocuğuna faydası sıfırdır. Fakat ona verilecek 50 kuruşun sermayedara katkısı önemlidir. Bu da yağmanın bir başka biçimidir. Ekmek vermediğinde yararsız bir mal karşılığı para yürütmek.

Ayama’ma deresi çevresi rant kaynağıydı. İkitellide ki medya plazaları görkemleriyle ışıl ışıldı. Benzeri bir dizi bölge imara açılarak yeni rantlara kaynak oldu. Maliye eski bakanının Eskişehir’deki seçim kampanyasında kenti alt ve üst geçitlerle donatacağı sözü kulaklarımda çınlıyor. Melih Gökçek ve diğer AKP’lilerin de kentleşmeden anladıkları sadece trafiği belki bir ölçüde rahatlatacak geçitler. Bu yaklaşım ilkel bir kent anlayışıdır. Bu geçitlerin en ufak bir yağmurda nasıl gölleştiğini biliyoruz. Kentlere verdiği diğer zararlar da cabası.

Başbakan “Derenin intikamı” demiş. Haklıdır, bugün Artvin’den Giresun’a değin derelerin intikamını hep gördük. Bir ölçüde gösterişe ve ranta dayanan nice girişimin beceriksiz yönetimleri birer birer bu doğal intikamlarla bitirecek. “Doğal serbesti”ye tutkunların yağmacı, rantçı zihniyeti önce doğanın sonra insanın ayaklanışını görmeye mahkumdur.

“Köşe dönücü”, “Bal tutan parmak yalar” zihniyeti bugünü ve geleceği ipotek altına almanın da yollarını aramaktadır. Böyle sapkın bir zihniyet Hitler’in dünyanın gelecek bin yılını tasarımlama zihniyetinin traji komik bir türevidir. Bugünkü yaklaşım. Kentleri, bölgeleri, ülkeleri ve de yer küreyi bir logo oyuncusu gibi yoğurma, biçimlendirme, yağmalarına zeminini hazırlamak gayretindedir. Fakat bu gösteri devam etmeyecek. “Show must go on” sözü ancak Brodway’de geçerli.

İktidar ve belediye İstanbul’u “Dubai”leştirmekle, New York’laştırmak arasında bir “moda tasarımcısı” rolüne soyunmuş görünüyor. Rant düşkünü sermaye de onu desteklemekte geri kalmıyor. Manhattan örneği Mashattan maskaralığı, Trumptower – İstanbul yaratma şımarıklığı, plazalar, gökdelenler (Avrupa’nın en yükseği de burada) sadece bir küçük azınlığın yaşamını ve de gönlünü hoş eder.

“Dubai” bir belgeselin altını çizdiği gibi varılacak son duraktır, orada doğa yoktur, adım adım mahşerin uğultusu yükselmektedir. Yapay adalar, yapay ağaçlar, kuleler, kuleler. Filler öleceklerini hissedince belli yerde toplanır, sonu beklerlermiş. Fil mezarlıkları böyle oluşmuş. “Dubai” de sistemin mezarlığıdır. Bir son sığınak ya da kapitalist sistemin ulaşabileceği insanın bile yapaylaştığı son duraktır.

Topbaş Başkan kent sevgisini Dubai örneği yapay adaları Marmara’da da oluşturmaya dönüştürme derdinde. Sıra yapay arazilerin rantına geldi demek. Korkarım ki onun bu yeni rant düşü kendi sonunu da hazırlayacak. Yağma zihniyeti gün olur kendini de yağmalaya başlar. Son ekonomik krizi bir de bu açıdan çözümlemeye çalışın, önemli ipuçlarını göreceksiniz. İnsan insanın kurdudur demişler bu söz bireyin kar ve yağma açgözlülüğünü resmediyor. Açgözlülüğün kurdu açgözlülüktür, onu bitirir. Rant ve kar hırsının yarattığı bir avuç insanın gelirinin geride kalan milyarlarca insanın, toplam gelirinden fazla olması, Başbakan’ın söylemi ile “hayra alamet değildir”. Develer gibi insanın da öfkesi vardır.