Eko-Cehennemin Hâr'ı Yükseliyor

Binlerce yıldır ezilenler, sömürülenler, köleler bir cehennemde yaşatılıyorlar. Sınıflı toplumların varoluşundan bu yana cehennemin ateşi azalmak bir yana arttıkça arttı. Egemen sınıf ve onun emir eri gibi kullandığı inanç simsarları sürekli olarak cennet masalları anlatarak var olan cehennemi öteki dünyaya ertelerler. Mesihler günahları sayarken, öldürmemeyi, hırsızlığı, yalanı kötülerler. Bir yanağına tokat atana öbürünü de uzat derler. Dışı pembe rüyalarla süslenmiş, içi hârlı bir ateş yumağıdır ezilenlerin dünyası. Bu acımasız ortam yalanlarla örtülür. Büyük ünvanlı akademisyenler, inanç dünyasının ulemâları, sanat âleminin gününü gün eden şöhretleri, medyanın meddahları ve nice bilge kılıklı Hacivatlar bu yalanların sözcülüğünü üstlenirler. Geçimleri bundandır. Pembe köşkün bekçi köpekliği ödevi bunu gerektirir.

Küresel kapitalizm tarihinin belki en ağır ve sonucu bugünden kestirilemeyen bir buhranın sarsıntısıyla kıvranıyor. Fabrikalar, şirketler, ekonominin çeşitli dallarında faaliyet gösteren birimler kapanıyor, küçülüyor, işçilerini kapının önüne koyuyorlar. ABD ekonomisinin itici gücü olarak 19. yüzyılın sonundan bu yana önder niteliğine sahip otomotiv sektörü devlet desteği ile ancak soluk alabiliyor. Detroit gördüğü en geniş işsizlik dönemini yaşıyor. AB ülkelerinde, Uzakdoğu'da reel sektör deyim yerindeyse yerlerde sürünüyor. Vietnam savaşından bu yana, pek üzerinde durulmayan, açıklanmasından korkulan sürekli bir talep (küresel anlamda) düşüşünü yaşıyor. Uzakdoğu Asya, Afrika, Latin Amerika ülkelerindeki neredeyse bir doların altına inmiş günlük ücrete rağmen küresel şirketlerin kâr oranı düşmektedir. 1980'lerde başlayan, Sovyetler Birliğinin sönümlenmesiyle daha da pervasızlaşan finansal oyunlar, açığa satışlar bunun için öne çıktı. Bugünkü finansal krizi doğurdu.

Bu nokta üzerinde kerelerce durulduğu için ben yinelemeyeceğim. Ne var ki 2008'in ikinci yarısından bugüne ülkelerin (Başta ABD ve AB vb.) kamu kaynaklarının kullanımına, çok tehlikeli dolar bazlı trilyonlara ulaşan likit akıtılmasına karşın finans sektörü "yeni simyacılık" oyununa yine başlamış görünüyor. ABD ve AB kaynakları Wall Street'in (New York Borsası) Obama'nın ekonomik modeline savaş açtığını belirten haberlerle dolu. Bırakın Wall-Street'i bizim İMKB de aynı eğilimde. 2009'un ilk çeyreğine ilişkin "Büyüme "oranı bu eğilimin en önemli göstergesi. TÜİK'in geçen hafta içinde yaptığı açıklamaya göre Ocak-Mart döneminde Millî Gelirimiz bir önceki döneme oranla yüzde 13.8 küçülmüş. Önde gelen sektörler açısından küçülme ya da daralma diye adlandırdığımız oranlar şöyle

Tarım -3.0
Madencilik -13.0
İmalat Sanayii -18.9
Perâkende Ticaret -25.4
İnşaat -18.9
Mâli Kuruluşlar -10.8

Bu tablo şu gerçekleri gözler önüne seriyor. Yabancı küresel sermayenin taşeronluğuna indirgenen İmâlat sanayi (Başta otomotive, beyaz eşya dalı olmak üzere) küçülmüştür. Öte yandan perakende ticaret ve inşaat sektörü açık bir talep yetersizliğinin göstergesidir. Bu durum krizle mücadele politikasının, özellikle teğet geçti savının yanlışlığını ortaya koyan bir kanıttır. Her krizde toplam talebin düştüğü bilinir. Çünkü işsizlik emekçi yığınlarının gelirini düşürmüştür. Daha dikkatli harcama eğilimini güçlendirmiştir. Bu durum krizin etkisini arttırır, yani adeta bir çoğaltan rolü oynar.

Toplam talepteki düşüşün bir başka nedeni de TC Merkez Bankasının ısrarla izlediği "enflasyon" indeksli politikasıdır. Ne yazık ki hükümetin bu politikaya yönelik uyarı şansı yoktur. Çünkü TC Merkez Bankası IMF ve Kemal Derviş tarafından dayatılan yapısal reform yasaları gereğince bağımsızdır, başka bir deyişle özerktir. Bunun neticesinde neo-liberal ekonomi öğretisinin ana çizgisini izler. Enflasyonu etkin bir faiz politikasıyla düşük tutmaya çalışır. TC Merkez Bankasının izlediği bu strateji kriz öncesinde ve sonrasında daima finansal simyacıların yararına olmuştur. Zaten ilk birkaç ay panik atağın travmasıyla sinen bu oyuncular şu anda gene küresel kapitalizmin direksiyonuna oturmak üzeredir. Aşağıdaki örnek bunun delilidir. Wall-Street paniği atlatmış, Obama ve AB ülkelerinin biraz Keynes parfümlü modellerine karşı ilk eleştirilerine başlamıştır. Ülkemizde de 2009'un ilk çeyreğindeki dramatik daralmaya karşın İMKB 100 indeksi Ocak-Mart döneminde 25 binden 37 bine yükselmiş, bir anlamda bir avuç finansal oyuncu (yerli-yabancı) cebini şişirmiştir.

Bizim sevgili medyamızın akil (?) eko- diyalogcuları milli gelirin bölüşümüne yani kâr, faiz, rant ve ücret'e âtıfta bulunarak üçünün de kaybettiğini söyleyerek yalan beyanda bulunsalar da kaybeden emekçilerdir. Kâr, Rant ve faiz üç silahşörler olarak hep kazandırırlar. Servetler büyüdükçe büyümektedir. İktisat bilimine "İlmi Servet" diyenleri kutlamak gerek.

Nitekim son enflasyon verisi yüzde 5 düzeyini göstermektedir. Bunu istikrar diye niteleyenler yalan söylemektedir. Bu veri yoksulluğun daha da arttığının kanıtıdır. Ücretlerin dibe vurduğunun göstergesidir. Yeni simsarlık yasası ile köleleştirme sürecine giren emek gücümüz ucuz bir pazar olma yolunda ilerliyor. Türkiye Pakistan, Hindistan, Endonezya olma yolunda adeta sürat koşusuna çıktı.

(Not: Geçen haftaki yazımda, Enver Paşa'ya yönelik hareketin simgesi Yakup Cemil'in adı şehven Yakup Şerif olarak yazılmıştır. Düzeltir ve de özür dilerim.)