Derinliğin Altında Yatan TEVFİK ÇAVDAR

Bugün, yenilerde okuduğum ve beni birkaç konuda kışkırtan bir kitaptan söz edeceğim: "Ağrı'nın Derinliği". Ece Temelkuran'ın son çalışması. Ermeni soykırımı savlarını, Ermenistan, Paris ve ABD'de yaptığı dizi görüşmelerle irdelemeye çalışan bir uğraşının sonucunda oluşmuş bu yapıt. Bu konuya, Temelkuran'ın eğilmesini teşvik eden biraz da Hırant Dink olmuş. İyiki de yapmış bu öneriyi.

Temelkuran kendisini izlediğim, eşitlikçi, ezilenden yana tavırlarını takdir ettiğim bir köşeyazarı, gazeteci ve de araştırmacı. Brezilya'daki "Dünya Sosyal Forumu"na ilişkin değerlendirmeleri ve onu izleyen Arjantin'deki mahalle kömünlerini yansıtan yazıları dikkatimi çekmişti. Yoksul ve birçok değerlerini yitirmiş Arjantin yerleşimlerindeki adeta doğaçlama diyebileceğimiz komün dayanışmasını başarıyla bizlere yansıtmıştı. Yazılarda, Temelkuran'ın içtenliği ve de duygusallığı açıkça okunuyordu. Aynı yaklaşımı Bolivarcı hareketi irdelediği kitabında da hissettim. Hemen eklemeliyim ki Masis Kürkçügil'in bu konuyla ilgili değerlendirmesi, bana göre, daha bir ayağı yere basan bakış açısına sahipti.

Temelkuran iki ulusun acısının derinliğine değinirken, acı çeken taraflardan birinin öyküsünü yansıtıyor. Bu onun tercihi. Ne varki bu yanlı öyküleri kaleme alırken önemli bazı noktaları da görmezden geliyor, ya da görmemeyi tercih ediyor. Ermenileri "Hikayelerinde ölüler geçen halk" olarak niteliyor. Doğrudur. Son yüzyıl boyunca Ermeniler ulusal bilinçlerini bu öykülere dayanarak pekiştiriyorlar. Fakat şunu da sormadan geçemeyiz üstünde yaşadığımız şu kürede, hikayelerinde ölüler geçmeyen kaç halk var?

Erivan'da, Paris'te ya da ABD'nin bir köşesinde Ağrı'dan "çalınan dağ" olarak söz edilirken şunu düşünmeden edemedim dağlar çalınmaz, ancak halkların kardeşliğini, dinlerin kesişme noktalarını simgelerler. Everest, Nepal'da mi, Hindistan da mı beni hiç ilgilendirmez. Tek bildiğim her halktan dağcıların ortak simgesidir. Ağrı, Montblanc ve nice dağ da aynı ortak simgenin bölümleridir. Temelkuran Ağrı'yı hava koşulları nedeniyle görememiş. Ona söyleyeyim ki o dağ her türlü güzellemeleri hak eden bir dağdır. Askerlik görevim nedeniyle, İshak Paşa sarayından, gün batımının kızıl pembe ışıklarının yansıdığı Ağrı'yı gördüğümde tek kelimeyle ona tutuldum. Iğdır Ovası'ndan, Aras kıyısından baktığımızda da dağ gene aynı çarpıcı etkisiyle karşımızdadır.

Soykırım müzesi, onların deyimiyle "kırlangıç Yuvası"nı gezerken "çocuk Öfkesi"nin nasıl yükseltildiğini, müzenin geçmişinin sadece onbir yıl olduğunu saptayan Temelkuran şu soruyu kendine sormamış, ya da soramamış: Neden Sovyetler Birliği döneminde bir soykırım müzesi kurulmamış? Bu sorunun yanıtı belki bu trajik olaylar dizisinin çözüm anahtarını bize sunar: Trajik olaylar emperyalizmin tezgâhladığı bir kırımdır. Klasik Türk müziğinin temel taşlarında Ermeni müzik ustalarının payı vardır. Çağdaş tiyatromuz onların ellerinde yükselmiştir. Namık Kemal'in adeta bir ulusal fırtına yaratan yapıtını (Vatan ya da Silistre)yi sahneleyen Çarşıkapı'daki Ermeni tiyatrosuydu, oyuncuları da Ermeni'ydi. Yıllar sonra, 1940'ların başlarında, Eminönü Halkevinde düzenlenen bir Tiyatro Festivali'nde Kınar Hanımı seyretmiştim. O da Ermeni bir aktristi ama en ünlüsü Eliza Binemeciyan hanımdı.

Temelkuran yoksul Erivan'ı anlatırken Sovyet döneminden hiç söz etmiyor. O dönemi unutulması gereken bir "kayıp tarih" olarak algıladığı belli. Acaba ona bu duyguyu veren ne? Ünlü şair Silva Gabudikyan'ın şu sözleri bile gözünü açmamış: "... Şimdiki nesil Sovyet Döneminin iyi yanlarını göremedi. Zengin çocukları için iyi bir sistem bu (kapitalizm) elbette, ama biliyorsunuz küçük hanım burası fakir bir ülke". Gabudikyan güzel bir uyarı da yapmaktan geri durmuyor. "Şiirlerimiz halklarımız içindi. Milliyetçi olduğum sanılmasın. Ama bir insan kendi halkını sevmiyorsa başka halkları da sevemez".

Temelkuran'ın Erivan'ı anlattığı bölümde suskunluğun ve yitirilmiş umutları yansıtan dokunaklı 1 Mayıs kutlaması insanın yüreğini burkuyor. Madalyalarını bir övünç belgesi gibi taşıyan insanların boynu bükük umarsız yüzleri kolayına unutulamaz. 1917 kuşağının sönümlenmesinde bile "emperyalizmi" unutma diyen feryadı bu yüzlerde okunuyor.

Yazar, satır aralarında, Türkiye'nin ilk devrimiçi kuşağını sevmediğini, o günleri incelemeyi düşünmediğini ifade ediyor. Birinci Dünya savaşının emperyalizmin ilk paylaşım savaşı olduğunu biliyorsa da, pek dikkate almıyor, Osmanlının "petrol zengini" topraklarına yönelik paylaşım toplantılarını, Sovyetlerin açıkladığı Çar ve müttefiklerin gizli paylaşım belgelerini gözden kaçırıyor. Bağdat Demiryolunun emperyalist yapısını yok sayıyor. Doğu ve Güneydoğu Anadolu da yaygın ABD misyon kolejlerini, Fransız, İngiliz okullarını görmüyor. Köşe yazarlığı yaptığı Milliyet Gazetesi'nin Roman ödülünü kazanan Zebercet Coşkun'un "Haçin" adlı yapıtını ve de Şevket Süreyya'nın "Suyu arayan adamı"nı okumamış.

Bu topraklar, 1700'den bu yana, evini, yurdunu tüm varlıklarını, dostlarının, evlatlarının, babalarının ölülerini terk ederek gelen "muhacır"larla beslenmiştir. Ne var ki bu göçü, bu ayrılışı bir "ölümler tarihi" olarak hiç öykülendirmemiştir. En yakın Balkan Savaşı'nda bile yaşamını göç yollarında yitirenlerin dramını yansıtanımız yoktur.

Yazarımız iki halkında acısının derinliğine parmak basarken çok haklıdır. Ama acının nedenini de anlatabilseydi. Üçyüz sayfayı aşkın kitapta emperyalizm sanki yok sayılmış. "Demokratik Sosyalist" (?) olduğunu söyleyen birine yakışmıyor bu tavır. Evet, iki halk da emperyalizmin kumandası altında kırılmıştır. Suçlu, emperyalizm ve ona kulluk edenler ya da yaşayabilme umudunu ona bağlananlardır.
"Ağrı'nın Derinliği"ne Kafkasya'daki kanlı hesaplaşmayı daha bir açık anlayabilmek için değindim. Bölge emperyalist güçlerin yeni oyunlarına gebe. Bu bağlamda yanıt anahtarımız daima şu soru olmalıdır: "Kimin yararına". Bu sorunun irdelenmesi biz gerçeğe yöneltecektir. NATO'ya bağlı savaş gemileri Karadeniz'e boğazlarımızdan salınarak geçerken bu noktayı tekrar tekrar düşünün. Emperyalist güçler yeni bir soğuk savaşa değil, temelinde paylaşım yatan sıcak savaşa doğru koşar adım gidiyorlar. Yaklaşan ABD seçiminde Cumhuriyetçi Şahinlerin Adayı McCain'in Demokrat Aday Obania'ya beş puan fark attığını da aklımızın bir kenarına yazın. Halkların yeni kırımına adım adım yol açılıyor.