Cülûs'tan Sonra

Allanıp, pullanarak tüm kürenin "umud"u diye öne sürülen Barack Hussein Obama, geçen Salı günü görkemli bir "nümayiş" ile tahtına oturdu. Beyaz Saray'ın anahtarlarını George W. Bush'un kanlı ellerinden teslim aldı. 2007'nin sonbaharında itibaren başlayan seçim kampanyası süresince ABD'nin sermaye çevreleri açık ya da kılıfına uydurulmuş bir şekilde Obama'ya maddi ve manevi destek vermekten çekinmediler. Büyük ulusal medya kurumları yakaladıkları her fırsatta "Obama"ya ilişkin bir dizi yüceltici haberi, makaleyi servis etmeyi özenle sürdürdüler. Partisi usta bir manevrayla ABD için köklü bir değişimi simgeleyen kadın aday (Senatör Hillary Clinton) ve zenci aday (Senatör Obama) arasındaki adaylık savaşımını sürdürdü. Dikkatler hep bu değişim üzerine çevrildi, böylece Obama altı ay boyunca gündemin ön sıralarına oturdu. Seçim sloganı ise basitti "Değişim". Tek düze adeta mekanikleşmiş bir yaşamı sürdüren orta sınıf Amerikalı için bu sözcük adeta bir kurtuluşun müjdecisiydi. Neyin değişeceği pek sorgulanmadı. Obama yarışı kazandı.

Obama, küresel kapitalist düzen açısından çekici bir kokteyldi. Bilindiği gibi kokteyl çeşitli içkilerden oluşan, barmenin ustalığına göre damak zevkine hizmet eden bir karma içkidir. İçeriğine göre içeni bazen çakırkeyif yapar, bazen de zom. Obama hem zenci, hem de beyaz, yani melezdir. Hem camideki Kur'an kursuna gitmiş, hem de İncil'i hatmetmiştir. Kölelerin rengini taşısa da, sermayenin eliti olabilmiştir. Aranıp da bulunmayan bir kokteyldir bu. İçene, hem sermaye sınıfının çakır keyfini, hem de ezilenlerin zomluğunu tattırır. Yerine göre Otello, yerine göre Hamlet niyetine alkışlanabilir.

"Cülûs" Osmanlı'da tahta çıkmak anlamında kullanılırdı. ABD gibi küresel kapitalizmin amiral gemisi olan bir ülkenin önderliğini devir almak herhalde sıradan bir başkan değişimi gibi algılanamaz. Mâlum ya Başkanlık sistemi "Taçsız Krallar" yaratır. Onların makamlarına oturması da "Cülûs-i Hümayun" a denktir. Gerek bir gün önceki "Lincoln Anıtı" önündeki kutlamalar, gerekse Capitol (Parlemento Binası) önündeki yemin töreni çok görkemliydi. Kutlamalarda Obama'nın "Burada mısın Amerika" ve "Değişim'e Hazır mısın Dünya" haykırışının üzerinde düşünmemiz gerekir.

Capitol'de göğe bir mızrak gibi, uzanan Washington anıtına kadar yaklaşık 10 km'ye yakın alan tıklım tıklımdı. Yemin edeceği platforma yürüyen Obama, başı dik bir Ramses edasıyla (nedense bana onu anımsattı) yürürken sanki bir dünya fatihi havasını vermeyi amaçlıyordu. Tüm dünya halklarına saplanan bir kama benzeri ışıklar içinde odaklaşan Washington anıtı ise sözünü zihinlere kazımak ister gibiydi: Değişime Hazır mısın Dünya.

Obama, ezilen yığınlara, açlara yoksullara bir ümit ışığı gibi algılanıyorsa da onun asıl görevi küreselleşen sermaye hegamonyasının sarsılan itibarını yeniden iade etmektir. Bunu gerçekleştirebilmek içinde kadife eldivenle saklanan demir bir yumruk olmak zorundadır. Ünlü yapıttaki gibi (iki yüzlü adam) hem Mr iyiyi hem de Mr kötüyü oynayacaktır.

Küresel kapitalist ekonominin tamiri bu kez 1929'dan daha zor olacaktır. İkinci Dünya savaşı, Kore, Vietnam savaşlarında 50 milyonu çoktan aşan mezar, binlerce kentin harabesi , açlık, hastalık üzerine tamir edilen 1929 bunalımı bugünkünün yanında orta şiddette bir depreme eşdeğerdir. Oysa bu kez açgözlü bir kumarbaza dönüşen küresel finans sistemi iflasın eşiğindedir. Yeniden kumar masasına dönmek için elindeki mirası sonuna kadar satıp savma niyetindedir. Bu bakımdan saldırganlaşmayı da göze alabilecektir. 1929'un Keynesgil reçeteleri bu krizi aşamaz, talebi arttırsa da bu artış ancak reel sektörü bir ölçüde rahatlatır. 1970'den sonra hızla ucuz emek alanlarına yayılan (Çin, Vietnam, Endonezya, Malezya vb. gibi) uluslararası şirketlerin üretimleri beklendiği ölçüde artmamıştır. Görünen büyüme, bilanço kârları finansal oyunlardan gelmektedir. Şirketlerin satış ve faiz gelirleri arasındaki hızla gelişen ters orantı bunu ortaya koymaktadır. W. Greider'in Tek Dünya Küresel Kapitalizmin Manik Mantığı (İmge yay. 2003) adlı yapıtı bu gerçeği çok net sergilemektedir. Yazar "Büyük Felaket İhtimali"ni (Say.137) açıkça dillendirmiştir.

Obama başta ABD olmak üzere küresel kapitalist düzeni sarsan bu krizi eko-mahşere dönüştürmeden ayağa kaldırma ile yükümlüdür. Yeni bir ekonomik restorasyon modelini yaratma ve uygulama sorumluluğunu üstlenmiştir. Bu sadece ekonomik modelle sınırlı bir sorumluluk değildir. Birde modelin tüm dünyada arızasız çalışması için "Sezar"laşması da gerekecektir. Son yirmi yıl içerisinde raydan çıkmış olan sistemi yeniden regüle edecek kurumları, oluşturmak onları uluslarüstü bir güç haline getirmek yıkılan Bretton-Woods anlaşmasını (IMF) yenileştirmek. Dünya Ticaret Örgütü'nü yaratan Geatts vb. gibi sözleşmeleri gözden geçirmek, hepsinin ötesinde ultra-liberalleşen pervasız finans sistemini yeniden zapt-ı rapt altına almak bunlar ilk anda akla gelen noktalar.

Bu ekonomik çözülmenin yanı sıra küresel egemenliği pekiştirecek, siyasi bir dizi eylemi gerçekleştirmek zorunluluğu da ortadadır. Nitekim ilk adım olarak Ortadoğu ve Afgan-Pakistan coğrafyasına iki sorumlu atanmıştır. Eski aşina Richard Holbrook yeniden sahnededir, Afganistan-Pakistan'dan sorumludur. Bush'un dağınık politikaları ile geri plana itilmiş olan Orta Asya yeniden odak haline gelmiştir. Anlaşılıyor ki Obama ABD halkının milliyetçi duygularını kamçılayarak yeni bir küresel ağalığa soyunuyor.

Bu ağalığın gereği Türkiye'ye de yeni bir görev verilecek. Yumuşak bir söylemle bize düşen iş bölümü ne olacaktır? Bunu sanırım kısa sürede öğreneceğiz. Ama şimdiden ekleyebiliriz ki gerek ekonomi, gerekse siyasi anlamda bu iş bölümü ülkemizin siyasal yaşamındaki istikameti belirleyecektir. Bu nedenle Sovyetler Birliği sönümlenmeden önce olası bir nükleer saldırıyı öykülendiren "Day After" (Ertesi Gün) filminden esinlenerek yazıma "Cülûstan Sonra" dedim.