Arz-ı Mev'ûd

Gözlerim ekranda, konuşulanları duymuyorum. Ağzında cikleti, saçı-başı karmakarışık ağlayan bir çocuk. Koşuşan, bağıran insanlar. Uzaktan, bir iniltiye benzer ezgi ağır ağır yükseliyor. Verdi'nin Nabakko operasındaki esirler korosu bu. Vaat edilen toprakları özleyen, Babil kralının zulmüyle topraklarından söküp atılan esirlerin korosu. Derken ekranda inanılmaz bir ışık şöleni, salkım söğüt örneği dallanarak yere düşen küçük ateşten topları... Acaba fosfor mu derken 1944'teki Dresden bombardımanını anımsıyorum. Binden fazla uçankale uçağının, Dresden'e fosfor bombaları attığı on binlerce insanın, vücutlarındaki fosfor yanığını söndürmek için nehre atladığını, sudan çıktıkça tekrar yanmaya başladıklarını yazan gazete haberlerini sanki yeniden okuyorum. Ürperiyorum. Babamın anlattığı Sinâ ve Filistin savaşları hep aklımda. Falih Rıfkı'nın "Zeytindağı", Halide Edip'in "Mor Salkımlı Sokak"taki Kudüs, Filistin izlenimleri, kitapları dün okumuşum gibi, yineleniyor zihnimde. Büyük Ricat'ta Arap çetelerinin, İngiliz askerlerinin ateşleri cembiyeleri önünde geri çekilen Mehmetlerin Şam, Halep meydanlarında bir bardak suya hasret kendilerini Anadolu'ya götürecek trenleri bekleyişleri. Bugünü mü, dünü mü yoksa iki bin yıl öncesini mi izliyorum? Derken küçük bir çocukken duyduğum bir deyim gözlerimin önünde beliriyor: "Arz-ı Mev'ûd" yani "Adanmış Toprak". Musa'nın kavmine tanrının vaat ettiği, adadığı toprak. O günlerin Fenikesi, bugünün Filistin'i ya da İsrail'i.

Bir Türk Profesör, Bender Abbas'ta denize uzanan iskelenin üzerinde tanıştığı "Ekonomik Tetikçi" John Perkins'e şöyle der: "Size göre İsrail hakimiyet demek. Yahudiler içinse bir düş, yanılsamadan öteye gitmeyecek bir serap olduğu anlaşılacak. Ama Filistinliler için boşaltmak zorunda bırakıldıkları vatan anlamına geliyor. Araplar oraya Arap toprakları üstünde kurulmuş bir düşman kalesi olarak bakıyor. İsrail dünyanın her tarafındaki Müslümanlar için bir hakaret, bir aşağılama, hepimizin sizden nefret etmesi için bir neden." Şimdi daha rahat bir şekilde şu soruyu sorabiliriz. "Arz-ı Mev'ûd" diye tanımlanan bu topraklar gerçekten kime adanmıştı?

Yöreye coğrafi anlamda şöyle bir göz attığımızda toprak verimliliği yönünden hiçbir özelliğe sahip olmadığını kolayca saptayabiliriz. Ne var ki Doğu-Batı ticaret yollarının kavşak noktasıdır. Batının Akdeniz yoluyla Hint okyanusuna (ister Kızıldeniz, ister Basra Körfezi tarikiyle) oradan da Uzak Asya'ya ulaşabileceği yolun anahtar bölgesidir. Zorlu engellerle dolu "İpek Yolu"ndan daha kullanışlıdır. Antik Yunan'dan, Fenike'den bu yana ilk çağ uygarlığının odak yöresindedir. O dönemden bu yana ticari merkezlerinin yer aldığı Akdeniz kıyısındadır. Bunların da ötesinde üç semavi din açısından da kutsaldır. Musevilik için "Arz-ı Mev'ûd"dur, İsevilik (Hıristiyanlık) için doğum yeridir, İslamiyet açısından da bin beş yüz yıla yakın yurt bellediği bölgedir. Günümüzün deyimiyle uygarlıkların buluştuğu noktadır. Ne var ki özellikle on dokuzuncu yüzyıldan bu yana (yaklaşık iki asır) emperyalist ülkelerin hedefidir, bir anlamda uygulama laboratuvarıdır.

Önce Napolyon'un Mısır ve Akka seferini hatırlayalım. Onu izleyen İbrahim Paşa kumandasında Mısır Ordusu'nun (İngiltere destekli) Kütahya'ya kadar uzanan ilerleyişini, nihayet, İngiltere'ye çeşitli imtiyazlar sağlayan ticaret antlaşmasının, borçlanmaları göz önünde tutarak Osmanlı İmparatorluğu'nun (kerelerce yinelediğimiz) yarı-sömürge oluş sürecini düşündüğümüzde bölgeye yönelik emperyalist emeller daha bir açık ortaya çıkacaktır.

Kırım Savaşı'yla gündeme yerleşen, gelişmiş Avrupa ülkelerince "Şark Meselesi" diye adlandırılan sorun Osmanlı'ya yönelik paylaşım emellerinin somutlanmış ifadesidir. Türkiye ve bölge yaklaşık 150 yılı aşkın bir süredir, adı ne olursa olsun emperyalizmin yeni aşamalarının gündemindedir. Bu bağlamda yapılacak tüm siyasal ve ekonomik tahlillerde bu olgu göz önünde tutulmalıdır.

Filistin topraklarına İsrail lejyonlarının yerleştirilmesine yönelik çabalar 19. yüzyılın son çeyreğinde başlanmıştır. Yahudi Enternasyonali bu bağlamda Sultan Abdülhamid'e çeşitli öneriler götürmenin yanı sıra dolaylı bir baskı da uygulamıştır. Sultan buna gücü yettiğince direnmiştir. İttihat-Terakki iktidarı da aynı baskılarla karşılaşmıştır. Alman İmparatoru Kayzer Wilhelm'in Osmanlı ülkesindeki ziyaretini Kudüs'e kadar uzatmasının da bu açıdan dikkate değer olduğu kanısındayım.

Birinci Paylaşım Savaşı'nı takiben, Ortadoğu'da Arap halklarının yoğun olduğu bölgeyi Fransa ve İngiltere paylaştı. Arap aşiretlerine ilişkin aileler, uygun gördükleri yapay ülkelere kral yapıldı. Küçük kral Faysal ve onun Naibi Abdülillah Irak'a, Kral Abdullah Trans-Jordan'a yani Ürdün'e İngiliz himayesinde nasbedildi. Arap yarımadası, Yemen savaşında da İngiltere'nin müttefi olan Vahabi Suud ailesine bırakıldı. Mısır'da yapay bir krallığın arkasındaki asıl güç İngiltere'ydi. Suriye ve Lübnan'da Fransız mandasında, işbirlikçi hükümetler iktidardaydı. Bu resim İkinci dünya savaşından sonra değişti. Fransa'nın sadece Kültürel etkinliği zayıflayarak sürdü, İngiltere'nin yerini ise ABD aldı ve Bölge'de faaliyette olan tüm petrol alanlarının denetimini üstlendi. Bu noktada bu alanı sürekli kontrol edecek bir uç beyliğine de gereksinim kendini gösterdi. Filistin anayurdu İsrail'e tahsis edildi. Nazi ölüm kamplarında öldürülen milyonlarca Musevi'nin yarattığı sempati (nedense o kamplarda aynı zulmü göre sosyalist ve komünistlere benzer sempati gösterilmedi) "Arz-ı Mev'ûd"un onlara verilmesi için yeter sebep kabul edildi. İngiliz himayesi süresince zaten bu bölgede bazı Yahudi yerleşim yerleri doğmuştu. Nazi zulmünden kaçanlar da savaş süresince bu yöreye yöneltilmişti.

Savaşın bitimiyle birlikte ABD ve İngiltere bölgeye yönelik yığınsal bir Musevi göçünü başlattılar ve himaye ettiler. Propaganda makinesi hızla işletildi. Asrın göçü "Exodüs" gerçekleştirildi. Filistinli yurtseverler bu göçe direndiler. Ne yazık ki emperyalizm diretti "Arz-ı Mev'ûd"u Beni-İsrail'e verdi. Gerçekten verdi mi? Daha önce de sorduğumuz soruyu yanıtlamadan önce Hazreti Muhammed'in bir hadisine değinelim: "Ey Kudüs, sana doğru inen çiy bütün hastalıkları iyi ediyor, çünkü geldiği yer Cennetin bahçeleridir" Kudüs'ü Zeytindağı'ndan seyreden İsa ise şöyle der: "Ey Kudüs! Peygamberleri öldüren ve kendisine gönderilenleri taşlayan sen." Sürgün edilen İsrail çocuklarının şarkısı ise şöyle başlar: "Seni unutursam ey Kudüs, sağ elim hünerini unutsun."

Şimdi sorumuzu yanıtlayalım: "Arz-ı Mev'ûd" gerçekten kimseye, hiçbir kavme ya da ulusa iade edilmedi. Küreselleşme denilen emperyal güç ona el koydu. Emperyalizmin ne olduğunu bilmeyenler ise sadece birbirini suçluyor. Oysa Gazze üzerine yağan fosforlu misketler Dresden'lileri derelere koşturan bombaları atan müttefik uçankalelerin bugünkü nesilleridir. Onların etiğinde her şey mübahtır, gerisi ise teferruattır, boşuna yakınmadır.

Not: Yazıda yer alan hadis, İsa'nın sözleri ve İsrail çocuklarının şarkısı, Larry Collins-Dominique Lapierre ikilsinin "Kudüs, Ey Kudüs" adlı yapıtından alınmıştır.