Sanal İnsanın Hijyenik Mecrası

TEKEL işçilerinin son yılların en direngen ve hedef yükselten mücadelesinin de hoşnut edemediği bir arkadaşla sohbetteydik. Kat edilmesi gereken daha çok mesafe varken, böyle bir eyleme “mal bulmuş Mağribî gibi sarılmamız”dan rahatsızdı. Görmemişin eylemi olmuştu… Toplumun geneline baktığımızda, bu neydi ki? Uzlaşılacaktı, geçip gidecekti, kalıcı bir etki yaratmayacaktı. Çünkü, “sınıf” dediğimiz şey, bizim klasik tanımlarımızın çok dışında bir şeydi artık, sosyalistlerin yeni şeyler bulması, “bilgi ve teknoloji çağı”nın gerektirdiklerini kavraması, farklı örgütlenmeler geliştirmesi gerekiyordu. Bu nasıl bir şey olmalıydı konusunda henüz düşünmemişti, ama böyle olmayacağı kesindi. Yanlış anlamayaydım ha, devrimciydi hâlâ tabii, ideallerini, hayat görüşünü değiştirmemişti, sadece kalıpları kırmak gerektiğini düşünüyordu ve dünyayı yeniden tanımlama zamanının geldiği kanısındaydı. Bu aşamayı kaydettiğine kendisini ikna edecek bir “yapılanma” görene kadar, mücadeleyi bir kenara bırakacak teslimiyetçilerden değildi elbet, şahsen birşeyler yapmaktan geri durmuyordu. Benim gibi “çakılıp kalmışların” uzak düştüğü dinamikler vardı. Enerjisini boşa harcamıyor, buralara yöneliyordu.

Artık o “devrim, parti, sınıf, örgütlenme” gibi “içeriği boşalmış” şeylerden umudu ve ilgiyi kesmek, ama düzenle, sömürüyle, haksızlıkla filan da bağdaşamayıp, bir şey yapmak gereği duymak. Yaşamını ve enerjisini, sonuçsuz kalacağını gördüğü işlerle heba etmemek, ama uzlaşmayı da içine sindirememek. Somut konumuyla vicdanı, gerçekliğiyle ideali arasında bir köprü kurmaya çalışmak. Çelişkilerini, iddiasızlaşmasını, sosyalistlerin kabahatlerine yükleyerek, kendisini bir üst mertebede yalnız kalmışlık hissiyle örtmek. Hayli tedirgin edici bir psikoloji.

Hiç azımsanmayacak sayıdaki benzerleri gibi, arkadaşım da Facebook aktivistliğinde bulmuş zeminini gördüğüm kadarıyla. Eylem üzerine eylem, örgütlenme üzerine örgütlenme. TEKEL işçilerinin sokaktaki eylemine beyhude gözüyle baksa da, “hayat görüşü” nedeniyle, destek vermekten geri durmamış ve “kitle çalışması” yürütmüş, içinde yer almış. Yetinmemiş, “Çarşı” grubuyla pankartlar açmış, tezahüratlar yapmış.

“Sosyal iletişim ağları” da, tribünler de, insanların olduğu her yer gibi, sözünüzü iletmenizin, çağrılar yapmanızın birer zemini olarak değerlendirilebilir elbet. Milyonlarca insanın ilgi alanındaki hiçbir mecra, görmezden gelinemez. Bu olanakların kullanılmasına ve yararlanılmasına bir itiraz da yok. Çalışmalarımızın, görüşlerimizin, eylemlerimizin ya da dikkat çekilmek istenen herhangi bir sorunun bu ağlar aracılığıyla daha geniş çevrelere iletilmesinin önemini, içinde yer alınan genel yapıya bakarak reddedecek sığlıkta bir tavır alacak, bu yöndeki çabaları desteklemeyecek değiliz kuşkusuz. Hatta, yeterince kullanamamakla eleştirilebiliriz. Sorun burada değil. Sorun, arkadaşımdan hareketle üzerinde duracağımız bir tip.

Ağlar ve tribünler, örgütlenme ve mücadelenin “günümüzdeki merkezi” yanılsamasına varacak boyutta bir insan malzemesi barınağına dönüştüğü için, işin gerçeklik boyutunu ıskalamaya malzeme olmaya başladığı için, arkadaşım sakındığı enerjisini çok daha boşa harcadığını fark edemiyor. Bir cismin hareketi için gereksindiği gücü tanımlıyorsa enerji, doğru, bilgisayar klavyesinde bir tıklamayla bu dediğini gerçekleştiriyor. TEKEL işçisi eylemde mi, bir tık, işte destek. AKP’yi istemiyor muyuz, bir tık, işte bunu gösterdik. Sosyalistler seçimde az mı oy alıyor, bir tık, işte sayıyı artırdık. Irkçılık mı geldi gündeme, açık tribüne bir pankart, işte kınadık...

Bir şeyi duyurmanın, bir şeyi iletmenin ön koşulu, o şeyin olmasıdır. Onlar gerçek hayatta, kanlı canlı insanların gerçekleştirdiği şeylerdir. Ve ancak, o olanlarla somut bağlarınız varsa, onları yapanlarla somut olarak temas ederseniz, büyür ve artar duyurmak istedikleriniz. TEKEL işçisinin omzuna değen beş kişidir, Facebook grubundaki onbinlerce kişiye tek tıklık destek ihtiyacı duyuran. Mesele işte burada.

Fırtınada ayazda mücadele edenlerin sayısının artmasına var ihtiyaç, sanal ortamda tıkların değil. Bunlar arasında özdeşlik kurulduğu için, arkadaşım bir destek grubunda yorum yazarak vazifesini ifa ettiği duygusuyla rahatlıyor. “Bir şey yapmak” için sokağa çıkmaya gerek duymuyor. Grubunda istediği kadar arkadaşını toplayabildiği için, örgütlenme ihtiyacını karşılıyor. AKP’yi istemeyenler grubuna katılanların çokluğu, AKP iktidarı somutluğuyla bağlarını kesebiliyor.

İçi rahat. Üstü başı çamur içindeki çocukları, evindeki tülün arkasından izleyerek steril kalıyor ve onların oyunlarının bilgisayar simülasyonlarıyla kendisini sokağın parçası hissedebiliyor. Oysa, bir gerçek varsa, simülasyonu vardır. Simülasyonu gerçeklikle özdeşleştirdiğiniz anda, istediğiniz kadar tıklamayla vicdanınızı rahatlatın, sanal bir karaktersiniz şu hayatta. İnsan rumuz kullanabilir, tezahürat yapabilir. Rumuz ve tezahürat insanın yerini alırsa, “teknoloji çağı”nın tutsaklığına zor kılıf bulursunuz… Hijyenik ortamda kalış, virütik etkilere direnci azaltır diyeyim arkadaşıma sadece. Sonra, “bilgisayarımı kapatıyorum, sokağa çıkıyorum diyen çok kişi vardır” grubuna kaç “beğeni” gelmiş, bir sayayım…