Laf Olsun Torba Dolsun

Bir süredir aksattığım, yalnızca bu köşedeki yazılar değil. İki hafta önce, Nâzım Hikmet Kültür Merkezi'nde yapmam gereken konuşmaya da katılamadım. Söz açılmışken, "elde olmayan nedenler"le de olsa, taahhüt ihlalleri için, korkarım geleceğe de matuf, toptan bir özür borcumu ödeyeyim.

NHKM'deki konu, Brecht ve Nâzım paralellikleri, özel olarak da faşizm konusundaki yazılarıydı. Gidemeyeceğimi bilemediğimden, Nâzım'ın yazı ve konuşmalarını bir kez daha hızlıca gözden geçirmiştim. Sonra, kendimi, konuşmayı ve çerçevesini değil, bambaşka bir şeyi düşünürken bulmuştum: Küçük şeyleri.

Nâzım ya da "Orhan Selim", gazetedeki köşe yazılarında, bizimkiler dahil, sol yayınlarda neredeyse hiç kendine yer bulamayan sorunları yazmaya ağırlık vermişti. Tramvayların kapılarındaki, dahası, özel olarak bir hatta çalışan bir tramvayın kapısındaki açılıp kapanıştaki aksamadan bahsediyordu mesela. Yaz sıcaklarında ortalığı kaplayan koku ve haşerelerden. Vapur seferlerinin seyrekliğinin yol açtığı izdihamdan. Kapatılmayan belediye çukurlarından. Dolmuş duraklarının elverişsizliğinden. Sokak satıcılarının bağırışlarından ve zabıtalardan. Ailece gidilecek parkların azlığından ve kapanış saatlerinden. Uzatmayayım, bu minvalde her şeyden bahsetmişti yıllarca...

O yıllarda faşizmin Avrupa'yı kapladığı, emperyalist paylaşım savaşının soluğunun hissedildiği de düşünülürse, bu sıralananlar tam "sade suya tirit" gibi algılanabilirdi. Elbet, faşizme ve savaşa da değinmişti, ama ben, örneğin bir kaptanla konuşmasından aktardığı, yük taşımak üzere alınıp denize indirilecek bir şilebin 15 yaşını geçmemiş olması zorunluluğuna karşın, yolcu taşımacılığı için aracın 27 yaşında olabilmesindeki mantığı sorgulamasından girecektim söze. Mal ve insan arasındaki kategori tercihinin yansıttığı dünya görüşünden...

Gündelik yaşantılarında, insanlar, emperyalizmi, sermaye sistemini, gericiliği, makro analizlerle zihinlerinde canlandıramazlar. Bizim algımızla son derece somut görünümlerinden süzüp bilince çıkaramazlar. Bu siyaset biliminin, sınıf kurmaylarının, diyelim ki vapurların ya da demiryolunun neden kara yolları karşısında ihmal edildiği sorusuna getirdikleri açıklıkta iş görür, kabul. Ama belki de, "sıradan" vatandaşın zihnini bu berraklığa sıçratmanın yolu, önce onunla birlikte seferlerin seyrekliğinden yakınmayı paylaşmaktan geçiyordur. Bu şikâyetiyle zerrece ilgilenilmediğini düşündüren mecralarda, "ulaşım problematiği"nin genel ele alınışları, kendisinin dışında süren bir akademik münazara gibidir onun için.

Sanırım Nâzım, bunu görmüş ve bir yabancılaşmayı kırmış, "basit" sorunları yaşayan biri olarak köşesine almış ve bir üst kertede sorgu alanı yaratmaya zemin hazırlamıştı. Ayrıca, ne yani, zaten sokağa çıktıkça çekiyordu o dertleri ve bir "vatandaş" olarak dile getiriyordu.

Hani o "taşra" işi görülüp dudak bükülen, berbat baskılı iki yapraklık yerel basının, kendi bölgesinde, "ulusal" medyadan daha etkili olmasının sebebi de budur. İnsanlar, haberin fonunda değil, bizzat öznesi olarak, kendilerini bulurlar. Az önce tavla atarken komşusuyla bahsettiği şeyleri okurlar. Ve orada sorun o kadar net, o kadar somut haldedir ki, çözümü de çok mümkün görünür, yeter ki uğraşılsın, biri öne düşsün. İşte o basın, o uğraşan olarak, bir güvenilir arka çıkıcıdır halk nezdinde ve gücü oradan gelir.

Okurlarının, köylerinin bozuk yolunda paraladığı ayakkabısına yaktığı ağıdı ya da veresiye defterindeki kabarıklığı haber olarak yazabildiği bir gazete, acaba, Pentagon senaryolarını deşifre eden bir gazeteye oranla, daha mı "kollektif örgütleyici"dir, hep merak etmişimdir.

Nâzım'ın, yanmayan kibritlerden şikâyet ettiği yazısını okurken, bunu bir kez daha düşündüm. "Laf olsun, torba dolsun" diye yazılmış gözüyle de bakılabilirdi minicik bir haklı şikâyetten, faşizme karşı yazdıklarında da, bu haklılık payıyla sözünü dinletebilirlik mevzisi elde ediş olarak da... "Kibrit İnhisarı"nın sistemin bir parçası olduğu üzerinde durmayalım bile.

"Nihai çözüm" odaklı perspektif, küçük sorunları çözmeye öncülüğü dıştaladıkça, bir "dirsek teması" olanağı heba mı ediliyor sorusu geldi bunların ardından... Bilemem, maksat, laf olsun torba dolsun...