Kanıksamak...

Sanırım, ülkemizin ciddi sorunları arasında, “fikri takip”ten pek nasiplenmemişlik kalemi de ön sıralarda yer alır. Hayır, sadece gazetecilik mesleğine has bir şey değil bu, genel bir araz. “Şok”, “flash” anonslu haberlerin dakikalarla sınırlı ömrü olması, hafifsenecek, medyanın zırtapozluğu denilip geçilecek bir şey değil. Altından “toplumsal kanıksama” sırıttığı için.

Ne kadar sık rastlıyoruz değil mi, varsayalım siyasal iktidarın skandal uygulamalarına. Hepsinde de, “başka ülkelerde olsa, şu kadar bakan istifa etmişti” diye racon kesilmesine. Sonrası? Ne istifa eden, ne yakaya yapışmış el. Bir sonraki olayda, yine aynı şeyler.

Bırakalım geçmiş “travma”ları, 60’lardan bu yana, bu topraklarda tanık olunan siyasal, toplumsal fırtınaları, olağanüstülükleri bir anımsayalım. Ya da boşverelim hadi, bir bayram günüdür, daha “minimal” takılalım, küçük ayrıntılarla oyalanalım.

Geçenlerde bir haberle “sarsıldık”. Peru’da, insanları, özellikle de kiloluları öldürüp, vücut yağlarını kozmetik firmalarına satan bir çetenin yakalandığından bahsediliyordu. Pek bir somut veri yoktu, hatta acaba masa başı haberi mi diye de düşündürüyordu ama, tepkilere bakılırsa, ciddiye alınmıştı. Yani, üzerinde durulmamış değildi, aksine, olaydaki vahşet, tüyleri ürpertmişti, infial yaratmıştı gelen okuyucu yorumlarına bakılırsa. Hatta, ajanslar nasıl geçmişti haberi bilemem ama, bazı gazetelerin “entel” cin fikirlileri, Patrick Süskind’in “Koku” romanına göndermelerde bulunmuştu. Pardon, filmine. Muhtemelen okurların “Koku”yu kitap yerine, sinemaya uyarlanmış halinden bilebilecekleri düşünülmüştü. Ya da, haberi yazanlar da o durumdaydı. Oysa, film, gördüğüm en başarısız uyarlamalardan biriydi. Jean-Baptiste Grenouille’in psikolojisini, Süskind’in aktarımındaki…

Bakın, işte bundan bahsediyorum. Son cümlelerde yaptığım gibi, insanların parfüm üretiminde yağlarını kullanmak üzere öldürülmelerinden başlayıp, “Koku” romanına geçiveriyoruz. Haberi okuduklarında irkilenler, muhtemelen etesi gün, parfümlerini sıkarken, “şu kitabı, şu filmi merak ettim, bir okuyayım, izleyeyim” diyorlar. Hatta, böyle bir şeyin akıllarından geçmiş olması bile iyi niyetli bir varsayım. Bari o işe yarasa, yaşanan dehşetengiz olay.

Bunun ne önemi var? Yani, hayvanseverlerin, ister kozmetikte ister giyimde rastlanılan katliamı uzun yıllardır protesto ettikleri bir dünyada, araya birkaç da insan sıkışmış olması basit bir ayrıntı değil mi? Yok artık, böyle de düşünülmemiştir mi diyorsunuz? Peki, var mı haberin gerçekliğini sorgulayan, hangi kozmetik firmasıyla o çete arasında bağlantı kurulduğunu merak eden? Grenouille’in, kokusuzluğun lanetinden kurtulup, insan sayılmak için işlediği cinayetlerle, kozmetik sanayisinin budalalaştırdığı insanların pahalı koku arzusuna hizmet eden cinayetler arasındaki muazzam farkı gündeme getiren ve isyan eden?

Geçti gitti bu haber. “Fikri takip” iradi bir şeydir, buna zorlayıcı etkenler gerekir. O “kamuoyu baskısı” denilen şey, biraz da budur.

Geçenlerde, eski bir yazım lazım oldu, ona bakınırken, şaşırtıcı bir şey fark ettim. 17 Ağustos depremi yaşandıktan sonra, Eylül ayında tabii bu konuya değinmişim. Çökenin binalar değil, bir sistem olduğunu, sosyal fay hattının enerji boşaltacağını ve tıpkı doğa gibi, sıçrayacağını filan söylemişim. Hatırlayın o günleri. Bir sonraki ay, neyi konu edinmek durumunda kalmışım peki? Hemen bir sonraki ay? Satanistleri. İşlenen bir cinayette, ayin izlerine rastlandığı iddiasıyla, bütün ülke bunu konuşmaya başlamış, aptalca yönlendirmelerle sokaklarda rock’çı avına çıkılmış…

“Fikri takip”i gündemden tamamen çıkaran, sadece sosyal bilinçteki uçuculuk değil. Her “flash”, bir öncekini kanıksatıyor, unutturuyor, doğallaştırıyor. Sinir merkezleri toplumun, yoğun uyaranlara maruz kalıp, duyarsızlaşıyor. Öyle ki, bu durumdan rahatsızlık duyanlar da, bir noktada direnip bir sonuç elde etmeye yönelik sebat gösteremez oluyor. Sabun gibi kayıyor ellerden gündemler. Bu bombardıman, durup düşünmeksizin o cepheden o cepheye koşuşturmaya yol açıyor. Ve toplum, alışıyor olağanüstülüklere, “flash”lara, tepkisizleşiyor.

Döngü burada. Her yönden yağan uyarılar toplumu gündem bolluğunda gündemsizliğe, şaşkınlığa itiyor, kanıksamaya zorluyor bu oldukça da, “fikri takip” iradesini zorlayacak etmen, “kamuoyu baskısı”, sosyolojinin boş lafına tahvil ediliyor.

Memurların uyarı grevleri sırasında, şöyle bir dolaştım sokaklarda. Gördüm.

Demem o ki, bunca kelime ziyan ederek, toplumu tepkisinde ısrarlı kılacak sarsıntıyı yaratmak, “adam kovalayan fişeği” (kızkaçıran fişeği) gibi oradan oraya savrulup enerjisini heba etmekten korumak, öncünün “gündemi takip”den, “fikri takip”e geçmesini şart koşuyor. Gündemin uçuculuğu, biraz da sonuç alınamayacak itirazlar genel kabulündendir. Müdahalenin ve ısrarın, beyhudeliği yanılsamasındandır. Bunu kırmanın yolu, bir sonuçtur. İstenirse yapılabileceğini gösteren bir sonuç. İşte bu yüzden, metrobüs fiyatında bir indirim elde etmenin çok ötesinde sonuçlara gebedir, 5 Aralık iradesini örgütlemek…