Fatoş Güney'e

Atilla Dorsay, “sanki” eklemesini ihmal etmeden, “hepimiz sorumluyuz” dediği bir durumdan yakınırken, adını özellikle vurgulayarak, Yılmaz Güney’in filmlerinin yeterince korunamadığından, sahip çıkılamadığından bahsedince, Fatoş Süleymangil Güney çemkirmiş. 90’lı yıllardan bu yana arıyormuş Yılmaz’ın ortalıkta olmayan filmlerini, ama izlerine rastlamamış, faili meçhulmüş.

Hafıza-i beşer, nisyan ile maluldür. Hele Fatoş Süleymangil Güney’in belleği pek kısa ömürlü. “Unutkan”lığının çok örneği var.
Örneğin, 6 Ağustos 1991’de, Güneş gazetesine şöyle bir demeç vermişti: “Yılmaz Güney üzerindeki yasağı kırmaya geldim!” Ben de kucak açmıştım kendisine, bir mektupla: “Hoş geldin Fatoş Güney. ‘Birşeylerin değiştiği’ ülkene, ‘Ağıt’ filminin galasında bulunmak, Yılmaz Güney Vakfı için çalışmalar yapmak üzere hoş geldin. Çok değil, bir buçuk yıl önce, ‘Umut’un galasına gelmeni engelleyen şeylerin değiştiği, Yılmaz’ın hangi filminin afişi önünde poz vermek istediğini seçebildiğin ülkene hoş geldin. Yılmaz Güney üzerindeki yasağın kırılmasının bir buçuk yıl sonrasında, mücadeleye hoş geldin.”

Bu ilk anımsatmaydı. Sonra, aynı hafta içinde, Aktüel dergisinde bir röportajı vardı, “Yılmaz’ın özeleştirisini yayımlayacağım” başlıklı. Orada kendisine, ‘Umut’ filminin gösterime girmesiyle, yasağın fiilen ve hukuken kalkmasıyla ilgili bir soru yönelttiklerinde, öfkeleniyordu. Söylediğine göre, o, Yılmaz’ın hiçbir filminin gösterilmesinin mümkün olmadığı koşullarda, militanca bir gösterim istemişti bizden, ama biz yasal yollarla oyalanıp, geçen zaman zarfında ülke demokratikleşince filme izin alabilmiş ve “pek amatörce” gösterime sokmuştuk, haliyle o sayılmazdı!
Aynı açık mektupta, o konuda da anımsatmalarda bulunmuştum. Bunu da aktarmak zorundayım, çünkü “biz” derken “2000’e Doğru” dergisini, “ben” derken, tam iki yıl, bu filmle insanları buluşturabilme, bir yasağı sona erdirme uğraşı veren kişiyi kastediyorum.

O süreç, Eylül 1987’de “Yılmaz Güney’e özgürlük” kampanyasıyla başlamış, aralıksız sürmüş, imzalar onbinlere ulaştığında, daha somut bir hedefe yönelmişti Mart 1988’de: “Yılmaz Güney’i istiyoruz!”

Sevgili Nihat Behram, dünya çapında yankılanan bu kampanyayı iyi hatırlayacaktır. Sıkıyönetim emriyle gelen bir yasağın, sıkıyönetimle birlikte ortadan kalkacağından, aslında hukuken dayanağı olmayan, sadece biraz cesaretle fiilen elde edebileceğimiz bir hakkımız olduğundan hareketle verdiğimiz mücadelede yanımızdaydı.

90’lardan beri kayıp filmlerini arıyormuş Fatoş Süleymangil Güney. 3 Nisan 1988’de bunu birilerinin yakasına yapışarak yapmışız ve sormuşuz oysa: “Sıkıyönetimin el koyduğu filmler nerede?” 8 Mayıs’ta almışız yanıtını: “109 film, imha edildi!” Dilekçeler, yanıtlar, isimler, film listesi belge olarak durur elimde hâlâ.

Ve Nihat Behram’dan, acımızı biraz olsun dindiren haber gelmişti: “En önemli filmlerinin negatifleri yurtdışında...”
İşte bundan sonrası, Yılmaz’ın filmlerinin hakkının verildiği İsviçre’deki Cactus Film ve Fatoş Süleymangil Güney ile aramızdaki yazışmalar, yabancı film statüsüne geçmiş filmi Türkiye’ye sokmakta aşılan engeller, denetimdeki kavgalar, dönemin Kültür Bakanı Namık Kemal Zeybek’i çaresiz bırakan ısrar, hukuk zaferi ve kazanılan bir “serbest” sözcüğüdür. Bütün bunlar, iki devasa klasördür, hayret, Fatoş Süleymangil Güney’e iletmemişiz ya da o arşivlememiş.

O “oyalanma” dediği zaman zarfında, ne biz ne bizim adımıza filmin ithalatçılığını üstlenen Efes Film’den arkadaşlarca, en küçük bir ticari şerh koymaksızın, elde edilecek tüm gelirin Fatoş Süleymangil Güney’e aktarılacağı protokolü yapılmasına, işletmeci belgesinin filmin dolaşıma girmesinden hemen sonra iptal edilerek Cactus Film'e devredileceğini teminat altına almamıza karşın, nasıl bir “üç kuruş” hesabıyla uğraşıldığını da unutmuş mudur?

“Militan gösteri” dediği şeye gelecek olursak, filmin gümrükten sokulmadığı günlerde, örneğin Sinema Yönetmenleri Derneği’nin 9 Eylül 1989’daki Yılmaz Güney gecesinde, hukuki tüm sorumluluğu alacağımızı belirterek önerdiğimiz gösterime, kimler “deli misiniz” yanıtını verdi, hadi Atilla Dorsay hatırlamaz, Fatoş da mı unutmuştur? Mesela, o geceyi de yapmaktan caydıklarını? Bir kez daha önerdiğimizde “militan gösteri”yi, 17 Ekim 1989 tarihli mektupta yer alan, “bir çevreye mal olur, spekülasyona yol açar” kelimelerinin altındaki imza, kimindir?
Bütün zorlukları aşarak “Umut”u gösterime sokma hakkı elde ettiğimiz, Yılmaz Güney’in, “9 yıl, 2 ay, 5 gün” süren sürgününü sona erdirdiğimiz gün, bu müjdeyi vermek için aradığımda, “Bunu yasağın bitişi olarak lanse etmeyin ve düzenli hasılat raporu gönderin” sözlerini, kimin en küçük bir sevinç tınısı taşımayan sesinden duymuştum Fatoş? Ve o konuşmadaki son sözün, sonra yazılı olarak da gelmişti, sayende bir deyim öğrenmiştim: Turnikelere dikkat! Bununla ne uyarısı yaptığını anlamamış, sinemacı arkadaşlara sormuştum...

“Umut” militanca mücadeleyle girmemiş gösterime de, yasalarla oyalanırken demokrasi gelişince girmiş... Ama, gösterime girdiği gün, "yasaklar bitti demeyin"miş. Bu basit bir mantıksal çelişme değildir. Bu bir statü seçimidir.
Bunlar uzun hikâye, anlatmakla bitmez.

Ama ne zaman, birilerinin Yılmaz Güney üzerine ahkâm kesişini görsem, o günleri hatırlarım. O korkuyu, o zavallılığı, o tecimsel kaygıları, o hainliği... Hep “bir gün anlatmalı”, der, gülümserim. Yılmaz’ın Nihat Behram’a, onun bize gönderdiği, “yapraklar sumak ağacının güzü” mektubunu okurum... Bir de, 14 Şubat 1990 geceyarısında, Atlas Sineması’ndaki “Umut” galasından çıkışta ağlayan bir Sami Hazinses’le kucaklaşmanın burukluğuyla yazdığım, “Bugün sevgililer günü” temalı yazıyı.

1990'ın sevgililer gününde bitti “Umut”un yasağı. Bununla statüsünü ve gelirini aşağıya çektiğimiz herkesten özür dilerim.
Sıkıyönetimde imha edilen filmlere gelince... Fatoş Süleymangil Güney, o filmleri bir çağrıyla teslim etmeye koşanlara, yıllarca bunun hesabını sormaktan imtina edenlere, dünün acizi bugünün kahramanı olanlara, halka armağan edilmiş filmleri piyasaya yüksek rayiçten sokma hesabındakilere de sorsun, vardır kıyıda köşede birkaç tanesi. Biz o zaman, kurtarılan bazı negatifleri elinde bulunduranların kapısını çalmış, istemiştik de, hoş sahneler yaşanmıştı...

Niye Fatoş Güney’e ille bir Süleymangil eki yaptığım sorulursa, sadece aile soyadı olduğu için değildir, o zamanlar alınan talimata uyduğumdandır. Yaptığım ek, Güney’dir.