Erdoğan ve Kakavanlar

Tayyip Erdoğan, geçenlerde CHP’ye Aziz Nesin’den alıntıyla vurdu. 1948’de “Zincirli Hürriyet”te yayımlanan “Ey Türk Faşisti!” yazısından almıştı parçayı. Haberi her yerde okudunuz. soL da, yazının makaslanan yerlerini sundu kamuoyuna.

Bu alıntının geçtiği konuşmasında, yine Nâzım Hikmet’ten, Ahmet Kaya’dan da söz ediyordu Erdoğan, Ece Ayhan’dan dize de aktarıyordu.

Mesele, kimler olduğu üzerinde muhtelif iddiaların ortaya atıldığı, Ahmet Hakan’ın yarı şaka olması muhtemel tahminlerine karşı farklı isimlerin zikredildiği bir “metin hazırlayıcı” ekibin, etkili olacağını düşündüğü çarpıcı parçalar seçmesinden ibaret değil tabii. Yalnızca, sol yazarları, sinemacıları, şairleri filan bol bol analım ki, toplumsal uzlaşmacı imajımızı güçlendirdiğimiz gibi, hepsini çatımız altında topladığımız, yandaşımız kıldığımız havası yaratalım da değil. Hayır, bizim ürettiğimiz değerlerin satırlarıyla süslemek zorundalar nutuklarını, çünkü hiçbir değer üretemeyenler soyundandırlar, tıpkı en etkili kalemşorları da döneklerden devşirmek zorunda oldukları gibi de demeyeceğiz.

O meşhur kahvaltılarda, sofraya toplanan isimler üzerinde durulmasından daha önemlisinin, hitabette geçen isim ve ifadeler olması gibi bir yönü var bunun. Bazı aydınlara, sanatçılara kuş sütü ikram edilmesinden ve onların da bunu kabulünden daha vahimi, Erdoğan isimler saydıkça, alıntılar yaptıkça, solun büyük kesimi dahil olmak üzere, yüzlere yayılan tebessümler olsa gerek. Bunların bir kısmı, AKP’ye feci muhaliftir, gelecek projeksiyonları Marks’ı geride bırakır, aşmış entelektüellerdir, “resmî tarih”in, ulusallığın bir hoplayışta ötesine geçmişlerdir. Böyleyken, nedendir o tebessüm suratlarında? Bir zafer duygusuna eşlik etmektedir de ondan.

Erdoğan, Yılmaz Güney dedikçe, Nâzım Hikmet dedikçe, kendisine Aziz Nesin’i şahit gösterdikçe, bu kakavanlar, işte bizim değerlerimizi kabul etmek zorunda kaldılar memnuniyeti yaşamaktadır. AKP gücümüzü kabul etti! Bu isimlere reva görülenlerin özrünü diledi! Hani, krizler patladıkça, kapitalizm emek sömürüsüne modern biçimler vermeye zorlandıkça, “ne büyük adammış Marks” gevelemelerinden keyif aldıkları gibi…

Diz çökmenin, ihanete düşmenin en bariz görüntüsü bu tebessümlerdedir. Oturulan sofraymış, alenen ilan edilen dönekliklermiş, “sol” yaftalı yalakalıklarmış, basit iş.

Erdoğan, işte bu “entelektüel” madeni bulmuş, kazmasını oraya vurup durmaktadır. Diyelim, Birikim tayfasının kullanılmaya müsaitliğinin, “yeni sol” akımların havlu atmışlıklarının, kurulu düzen ve kendileri için nasıl birer cevher olduğunu keşifleri yeni değildir. Şimdi, çeperi genişletmektedir akıldaneleriyle birlikte. Hitabet sanatının incelikleriyle, solun değerlerini kendi malzemesine çevirmekte, onay aldıkça da, bu minvalde devam etmektedir. Bu, onun işi, yadırgamayız. Ama buradan bir “zafer” memnuniyeti türeten dangalaklara da sessiz kalmayız.

“Ey Türk Faşisti!” yazısının yer aldığı dergi çıktığında, Aziz Nesin cezaevindeydi. Neden? “Amerikan emperyalizmine, Truman doktrininin Türkiye’ye uygulanmasına ve sözde Amerka’nın Türkiye’ye yardımına karşı yazdığım ‘Nereye Gidiyoruz’ adlı bir broşür nedeniyle mahkûm edilip Üsküdar’da Paşakapısı Cezaevi’ne kapatıldığımda…” diye başlar bunun öyküsü. ABD’nin hizmetlisi Başbakan, Aziz Nesin’e zeytin dalı uzatacak, öyle mi? O dergi üzerindeki baskıların, Aziz Nesin’in yaşamı boyunca gericiliğin hedefi olmasının, defalarca linçten kurtulmasının fikir babalarıyla yetişmiş Başbakan, kendisinden alıntı yapıyor, ne güzel, öyle mi? İstanbul’dan Aziz Nesin adını kazıyacağını ilan eden, karşılığını da tokat gibi alan Başbakan, şimdi önünde ceket ilikliyor, kazandık, öyle mi? Sivas’taki katiller sürüsünün, gerici güruhun verdiği ölüm fetvalarına, katli vaciptirlere huşu içinde kafa sallayan Başbakan, alıntılar yapıyor, ne hoş, öyle mi?

Sen kimsin ki, bu soytarılıklarla puan alacağını düşünüyorsun diye sormaktansa, el çırpıp durmalarının altındaki teslimiyettir bu “entelektüellerin” mide bulandırıcı yönü. Kavgaları bittiği için, önlerindeki her yemi barış fırsatı olarak yutuyorlar. Ya Aziz Nesin sağ olaydı diye sormaktan bile korkuyorlar.

Yılmaz Güney’i andı! Arabacı Cabbar’ı künyelerinden sildikleri için mutlu oluyorlar. Ece Ayhan’ın “Biz tüzüklerle çarpışarak büyüdük kardeşim”ini alıntıladı! Şiirin “Hangi çocukların neye imrenmesi yalınayak şiirdir” dizesiyle bitişini unuttukları için yalanıyorlar. Nâzım’ı mezarını bile şey edecekler! “Tepeden tırnağa kavgadan ibaret” bir insan olabileceğine ihtimal veremez olduklarındandır duydukları heyecan…

Köpeksiz köyde değneksiz gezip meyvelerimizi toplayacakları hayalini paylaşıyorlar. Yok öyle! Bağışlayıcı, hoşgörülü bir edada Erdoğan. Kucak açıyor. Biz o kucağa gelmeyiz. O isimleri anacak ağzın iyice çalkalanması gerektiğini söyleriz. Sen kimsin de, onları kucaklayacakmışsın diye sorar, mızıkçılık yaparız. Zararsız birer şaire, sinemacıya, yazara tekabül ettirme cüretini suratlarına çarparız. Sınıf mücadelesinin, emperyalizme karşı koymanın artık rafa kaldırıldığı kuruntusundan gelen bu çalımı yemeyiz.

Bugün yanıt hakları yok diye, sahipsiz mi bellediniz siz o isimleri? Erdoğan’ın gözbağcılık çırpınışı da, feci muhalif, aşmış şapşalların kadri bilinmişlik gözyaşları da nafile! Onların kavgaları halen sürüyor, sürecek. Onlar sizi bağışlamayacak. Zeytin dalı uzatmayacak. Şu düzeniniz un ufak olana kadar savaşacaklar.

Can düşmanlarının, sağlıklarında cesaret edemeyecekleri sözler sarf etmelerine, adlarını ağızlarına almalarına bugün engel olamadığımız için, o cânım insanlara özür borcumuz var, doğru. Ama biz, o damardan beslenenler, bu borcu elbet öderiz… İnkârdan gelemeyecekleri güçte, adlarını anamayacakları duruşta yeni Aziz Nesin’ler, Yılmaz Güney’ler, Nâzım Hikmet’ler, Orhan Kemal’ler çıkararak!