Arşimet ve Centilmen

Kesip saklamıştım, LeMan'ın "Lombak" sayfasındaki karikatürü. İki bilimadamı, laboratuvarlarında. Etrafta deney tüpleri, duvarlara kadar yazılmış formüller, belli ki hışırları çıkmış uğraşmaktan. Biri, ellerini arkasında kavuşturmuş, pencereden bakıyor. Dışarıda, elinde tasla koşan Arşimet'i görüyoruz, hamamdan çıplak fırlamış, "evreka! evreka!" diye bağırıyor. Hemen yanında, bir ağacın altına yangelmiş yatan Newton'un başına elma düşmüş, o da "aha! yerçekimini buldum" sevinci içinde. Pencereden bakan, galiz bir küfürün ardından "ballılar!" diye hayıflanıyor. Öbürü, "eeehh, bırakıyom arkadaş ben bu işi" öfkesinde. Önce, tepkilerinin haklılığına gülüyorsunuz. Onlar orada o kadar çabalasın didinsin, dışarıdaki "ballı"lardan biri hamamda, biri ağacın altında keyif sürerken bilim tarihine geçiversinler...

Aslında, bizimkilerin kızmaya hakları yoktu tabii. Laboratuvara kapanıp "hiç yoktan" bir şey üretmek mümkün değildi. Kurnadaki tas hep yüzerdi, elmalar hep düşerdi. Ne suyun kaldırma kuvveti bir sırdı, ne de yerçekimi. "Buluş"ların öykülemesi işe renk katıyorsa da, yapılan, herkesin bildiği şeyin yasasını, denklemini ortaya koymaktı, olmayan bir şey icat etmek değil. Ve bu yasa ortaya konulunca, gözlemlenen "kendinde şey", "bizim için şey"e dönüşüp, hükmümüze giriyordu.

Sınıflar ve mücadeleleri gibi. Marks'tan önce de bilmeyen yoktu. Sokağa çıkıp bakmanız yeterdi. O, bunun yasasını, denklemini kurdu, kaynağını gösterdi. Ve böylece, nasıl müdahale edileceğinin formülü bulunmuş oldu.

Bu karikatür, durup dururken gelmedi aklıma. Bilimin hep laboratuvar aletleriyle sembolize edilmesiyle, bir fanus içinde yaşayarak da sosyalist olunabileceği yanılgısı arasındaki paralellikti dürten. Oysa, her ikisi de sokaktan başlardı ve yeniden sokağa, bu kez biçimlendirmek için dönmek üzere laboratuvar testlerine tabi tutulurdu. Hayata katışmayan bilim, elleri arkasında pencereden bakan bir "etkisiz eleman"dan ibaretti.

Bilimsel sosyalizmin formülasyonuyla, bakıp bakıp yazıklanacağınız, "olmasa ne iyi olur" diye âsilane fikir beyan edeceğiniz bir şey olmaktan çıkmıştı sömürü. Herkesin bildiği, gördüğü, herkesi üzen bir mukadderata karşı homurdanmakla yetinilemezdi artık. Sosyalistleri "diğerleri"nden ayıran şey de, vicdani bir duyarlılıktan ötedeydi bu "keşif" sonrası. Onlar, bu "bilinen"i değiştirmek için ortaya koymuşlardı görüşlerini. Bu eylemi içermeyen "saf tutuş", ezelden beri "sıradan romantik" için de geçerliydi. Pencereden bakmayı sürdürenlerin anlamadığı buydu.

Kim söylemişti anımsamıyorum, gerçek bir centilmenin, evde kimse yokken de, tuvalete gittiğinde kapıyı kapadığını, ya da duştayken idrar boşaltma ihtiyacı doğduğunda, çıkıp işini gördüğünü ve sonra duşunu almaya devam ettiğini. Bunların "zırtapozca" tanımlar olmasını boşverin, önemli olan nokta, bir anlayışın içselleştirilmesine vurgu. Tuvaletin kapısını, sırf başkaları görmesin diye, bir "sosyal davranış" olarak kapatmayıp, kendi başınızayken de, çevrenizde yörenizde bunu fark edip takdir edecek kimse yokken de kapatmak.

Bu da durup dururken gelmedi aklıma. Gündelik yaşantısında, kendisi için kurduğu planlarda, kişisel beklentilerinde sistemin kabullendirdikleriyle hareket edip, bir topluluk karşısına çıktığında "sosyalizmin teorisini" hararetle savunmanın yaygınlığıydı dürten.

Sınıf mücadelesinin yasalarını bilmek ve başkalarına karşı savunmak. "İşte sosyalizm budur, ben de sosyalistim!" diyebilmek. Hayır, bu kimsenin içini rahatlatmasın.

Bir hamam kurnasında tası yüzünce geçmedi tarihe Arşimet. Elma başını acıttı diye alacağı yok Newton'un. Size kitabi bilgiyle kendinizi donatın diye verilmedi bilimsel sosyalizmin formülasyonu. Bunlar hep vardı, herkes bilirdi. Bunun bir "tık" üstüne çıkmakla ayrılamazsınız ellerini kavuşturmuş bakan adamdan.

Bunlar, hayata uygulansın diye varlar, bunlar hayata geçen pratikte anlamlılar.

Sosyalistlik, mahreminize girerken askılığa koyacağınız bir "dışarılık elbise" olsaydı, elbet, "eeeh, bırakıyom arkadaş ben bu işi" demeden yaşar giderdiniz... İşe başlamamıştınız ki...

"Yalnızca hazım zamanlarını, boş saatlerini değil, boydan boya ömrünü ver ihtilale" dizesinin, bir laboratuvarın dışını, bir centilmeni çağrıştıracağı, benim de aklıma gelmezdi...