Halkı bu tuhaflıktan kurtaracak bir yeni normal aranıyor ve bu normali bugünün Türkiye’sinde ancak tek bir hareket sunabiliyor.

Yeni normal

Bir seçim yasası değişikliği ve bir Ukrayna krizi 6’lının tutkalının ne kadar dayanabileceğine dair kuşkuları hemen ortaya döküverdi, dün AKP için “bekleyin gidiyor” diyenleri telaş aldı.

Bitmeyen adaylık tartışmalarında Demokrat Partili Gültekin Uysal’ın “AKP döneminde sorumluluk üstlenmemiş olma” kriteri, Karamollaoğlu’nun “üçüncü ittifak” çıkışı, Akşener’in İYİP’in eksenine ve kadrolarına sürekli müdahale etme gereksinimi bir büyük paket oluşturuyor. 

Ama bu pakete “AKP kulisleri”ni de eklemek gerekiyor: AKP’nin kaybetme ihtimali, dışarı haber servis edilmesi sorunu, bürokrasinin endişeli bekleyişi ve hazırlık yapma ihtiyacı… Bunlar ortadan kalkmış değil. 

Ve çünkü bugünkü tablonun bir ay sonrasında değişmeyeceğini kimse söyleyemeyeceğinden, bir “normal” oluşamadığından bu paket de büyümeye devam edecek. 

Bir ay sonrasına nasıl uyanacağımızın belli olmadığı bir dünyadan ve Türkiye’den anlam çıkarmaya uğraşıyoruz.

Peki bu mümkün mü?

Bildiğimiz, Türkiye’nin bir tür yenilenme yaşamadan bu kadar stresi atlatmasının mümkün olmadığıdır. Sıkça söylüyoruz, Türkiye burjuvazisi uzun süredir bu yenilenmenin sınırlarını çizmeye çalışmakla uğraşıyor. Bu sınırlar içerisinde tek ata oynamamak, farklı alternatifleri ve kadroları yedekte tutmak da var.

Yenilenmenin yumuşak olmasına ve makyajdan ibaret kalmasına uğraşmak bu büyük kapitalist ülkede patronların tercihi. Halbuki tercihlerin tutmayabileceği bir dönemden geçiyoruz. Çünkü bunun için de ortada “normal”e en azından benzeyen bir şeyin mevcut olması gerekiyor.

Enflasyona dair algıların kaybolduğu bir ülkede “yeni normal” oluşmuyor. Ukrayna krizinin “olağanüstü” koşullara evrilebileceği bir dönemde yeni normal için plan yapmak kolay olmuyor.

Halbuki Türkiye “normalin kayması”nın uzun süre görmezden gelinebileceği bir ülke de değil.

Çünkü normal kayması kitlelerin nasıl ve neye göre düşündüğüyle de yakından ilişkili. Bu kadar stresin yüklendiği bir halkın hiç değilse bir tür “normal”e ihtiyacı olduğu kesin.

Yüzüne karşı “kahrolsun kapitalizm” diyen ülkücü esnaf Akşener’i eğlendirmiş ya da “ben sosyalist devrimci bir ülkücüyüm” demek zorunda kalan İYİP yöneticisi stüdyodakileri ve ekran başındakileri güldürmüş olabilir. Oysa tablo bu iki ilginç örnekten ibaret değil.

Burjuvazinin “yumuşak geçiş” planları Türkiye’nin bugününün sorumlusu olan, bu haliyle “yeni” olamayacak bir iktidar ile ne sunduğu ne olduğu belli olmayan bir düzen muhalefeti arasında çarpıp çarpıp döndüğü için ortada bir normal de kalmadı. 

Düzenin siyasetçisi bu sırada o kadar çok "her şey" oldu ki sonunda kendi normalinin ne olduğunu da şaşırdı.

“Normalde” siyasi yelpazenin bu kadar kısırlaştığı dönemlerde yeni normalin kurulması, yani bir “ideolojik silkiniş” için sahaya sürülebilecek ya da sahada işlevlenebilecek aktörlere ihtiyaç duyulur. Faşist partiler her dönemin değişmeyen karşıdevrimcileri olarak böyle bir ihtiyaca da oturur örneğin. Şimdiyse dincisinin de faşistinin de eğilip bükülmeden konuşamadığı bir dağınıklığa şahit oluyoruz.

Türkiye geçmişte benzer bir dağınıklık döneminden geçerken “ne olduğu belli olan” dinci parti böyle bir işleve oturmuş, sistemin çatlaklarından basınç uygulayan bir pozisyona yerleşmişti. Refah Partisi olduğu haliyle sistemde kendisine yer bulamayabilirdi ama varlığı objektif olarak sistem için bir nimetti. 

Sonuçta Refah Partisi Türkiye’ye yeni bir normal dayatmıştı. Sistem Türkiye kapitalizminin ihtiyaçları ile bu yeni normalin uyumlu kılındığı kesişimde “kararlı” noktasına oturmuş ve AKP projesi de böylesi bir sürecin ürünü olmuştu. Türkiye kapitalizminin o dönem yaşadığı ideolojik silkiniş bugün yaşadığımız karanlığın yaratıcı unsuruydu.

Ama bu proje siyasi yelpazeyi baştan aşağı değiştirdi. AKP projesi kendisiyle birlikte dinciliğin, piyasacılığın, emperyalizm uşaklığının kullanılabilirlik bakiyesini tüketip durdu. Öte yandan bir misyon partisi olarak yalnızca dinci gericiliğe şekil vermiyor sistemin sosyal demokrat, faşist ve diğer alternatiflerine de basınç uyguluyor, onları da değişime uğratıyordu. Böylece sistemin bekası adına farklı almaşıkların filizleneceği toprağın bereketiyle de oynamış oldu.

Bu basınç o kadar afallatmış olacak ki televizyon kanallarında kendi projelerini anlatmaya çıkan düzen muhalefeti temsilcileri yalandan bile olsa laiklikten, devletleştirmeden, NATO’dan bahsedemez hale gelmiş durumdalar. Bahsedemiyorlar çünkü bu aynı zamanda bir ideolojik silkiniştir. Bunun kendilerini aşmasından, yumuşak geçişi rafa kaldırmasından, yeni bir normal yaratmasından ölesiye korkuyorlar.

Böylesi bir düzlüğün üzerinde düzen adına heyecan barındıran şeyin mülteci düşmanlığı olması bir yanıyla büyük bir tehlikeyi işaret ediyor ama bir yanıyla da siyasi yelpazedeki dağınıklığın boyutlarıyla ilgili ipuçları sunuyor.

Dağınıklığın kaçınılmaz sonucu, düzen siyasetçilerinin tedirginliği. Dağınıklığın nereye evrileceğinin anlaşılamadığı bir dönemde siyasetçi daha çok konuşur, inisiyatif alır, test eder, kavga çıkarır ve “normal”in neresinde olduğunu aramaya, anlamaya çabalar.

Oysaki düzen siyasetindeki bu dağınıklık aynı zamanda büyük bir avantajdır. Tabloda normalin nereye oturduğunu aramaya uğraşmak, mevcut dengeleri veri kabul etmek devrimci siyasetin işi değilse eğer, devrimci siyaset kendi normalini dayatmalı, işaret arayan halka işaret olmalı ve bu dağınıklığı hızla avantaja çevirmelidir.

Halkı bu tuhaflıktan kurtaracak bir yeni normal aranıyor ve bu normali bugünün Türkiye’sinde ancak tek bir hareket sunabiliyor.

Bugün Türkiye’yi dincilik belasından ancak devrimcilerin kurtarabileceği, halkı savaştan ancak devrimcilerin koruyabileceği, insanca bir yaşam için gerekli kaynakları ancak bizim seferber edebileceğimiz, piyasanın, rantın hakkından ancak bizim gelebileceğimiz giderek görülüyor, fark ediliyor.

“Ben komünistlikten memnunum, komünistler kimsenin hakkını yemezler.” diyor İkizdere direnişçisi Ayşe Albayrak.

Artık Ayşe ablanın gördüğünü görenlerin ülkesinde olduğumuzu unutmamalıyız. Görenlerin binler on binler yüz binler olacağını da…