Yunus Emre, Ruhi Su ve 'Allaha Adanan Toprak'

Serpil Güvenç'in "Yunus Emre, Ruhi Su ve 'Allaha Adanan Toprak'" başlıklı yazısı 22 Aralık 2012 Cumartesi tarihli soL gazetesinde yayımlanmıştır.

Evrensel’in haberine göre, Yunus Emre’nin ilahisindeki “Cennet cennet dedikleri/Birkaç köşkle birkaç huri/İsteyene ver onları/Bana seni gerek seni” dörtlüğü 10. sınıf Türk Edebiyatı ders kitabından çıkarılmış. Haberi okuyunca Ruhi Su’nun 1971’de Yunus’la ilgili söylediklerini anımsadım:
“Şiirlerini şeriata aykırı bularak yırtan Molla Kasım’lar, yüzlerce yıl sonra ilahilerini söyleyen insanlar hakkında bile ’Katilleri mübahtır’ diye fetva çıkaran Ebussuud Efendi gibi Şeyhülislamlar bulunduğuna göre halk tarafından bunca sevilen bir ozanın, bir gün bu yüzden başının derde girdiğini kanıtlayıcı bir belgeye de rastlarsak şaşmayalım”.

Ruhi Ağabey’in geçmişe yönelik bu öngörüsünün 2012 Türkiye’sinde gerçekleşmiş olması geldiğimiz noktayı göstermesi açısından trajik ama AKP düşünüldüğünde anlaşılır bir durum. “Yetmiş iki millete aynı gözle bakmayı öneren” düşüncenin AKP iktidarının Sünni İslam’la sınırlı anlayışında yer bulması maddenin doğasına aykırı. Öbür dünya inancına pek rağbet etmediği anlaşılan Yunus’un yaklaşımı, “kindar/dindar” nesil yaratma çabasının önünde ciddi bir engel oluşturuyor.

Bunların ötesinde önemli olan, uygulanan sansürdür. Düşünce suçlarının internet ortamından TV dizilerine, okul kitaplarına uzandığı kapkaranlık ve insanlık açısından yüz kızartıcı bir dönem yaşamaktayız.

Ülkeyi “NATO toprağı” ilan edenlerin, sosyalistlerin, demokratların, ilericilerin sesini duymakta zorlanacaklarını bildiğimiz için ABD yargısının sansüre ilişkin bir kararını kendilerine hatırlatmak istiyoruz.

Erksine Caldwell’in “Allaha Adanan Toprak” romanı, yoksul bir Amerikan ailesinin ufacık arazilerinde umutsuzca altın arayışlarının, zenginlik hayallerinin öyküsüdür. Yılmaz Güney’in “Umut”unu andırır bir bakıma. Kitapta emek mücadelesinin yanı sıra kayınpederin gelinine sözlü tacizlerini, erkek kardeşlerden birinin yengesine cinsel sataşmalarını betimleyen sahneler de yer alır. 3 Mayıs 1933’de “New York Ahlaksızlıkla Mücadele Cemiyeti” yapıtı yayınlayan Viking Press’i mahkemeye verir. Cemiyet, kitabın ahlak dışı, şehevi, kirli, müstehcen ve iğrenç içeriği nedeniyle ABD yasalarına aykırı düştüğünü iddia etmekte ve toplatılmasını talep etmektedir.

Davanın görüldüğü New York Manhattan 4. Sulh Mahkemesi kararında, kitabın güneyli bir çiftçi ailesinin yaşamını gerçekçi bir biçimde yansıttığını, halkın iptidai ve fakir olduğunu, doğalarının basit ve heyecanlarının vahşi ve yüzeysel olabileceğini belirtir. Mahkemeye göre, yazar bu durumu “gerçeğe uygun ve dürüst bir girişimle, samimi olarak” kaleme almıştır. Yargıç Benjamen E. Greenspan mahkemenin yazarı ”insanların ağzına zarif sözcükler koymaya zorlayamayacağını”, bu nedenle de kitabın müstehcen bir eser sayılamayacağını ifade eder. Bir önemli noktaya daha parmak basılır kararda: İnce elenip sık dokunacak olursa “Aristophanes’den, Chaucer’den, Boccaccio’dan, hatta İncil’den bile seçilecek bazı paragraflarda” yasak kapsamına girebilecek unsurlar bulunabilecektir. Böyle bir yola girilmesi ve “şehvet hissini tahrik etmesi ihtimali olan” kitapların satışına engel olunması halinde, klasiklerin büyük bir kısmının yasaklanması gündeme gelebilecek ve Amerikan Edebiyatı ilgi uyandırmayan birkaç kısır kitaptan ibaret kalacaktır.

Manhattan yargıcına göre, bir sanat eserinde çirkinliği görüp güzelliği göremeyenler, ormanı görüp ağaçları görmekten aciz olanlardır. Caldwell, Amerikan yaşamında kendi açısından gerçek olduğuna inandığı şeyi yazmıştır. Gerçek ise daima edebiyat için mazeret olarak kabul edilmek zorundadır. Greenspan, tüm itiraz yollarının kapalı olduğu vurgulayarak sonlandırır kararını.

Sansüre değil düşünceye özgürlük!

Darısı başımıza.