Felaketin Eşiğinde Hesaplaşmaya Çağrı

TC Osmanlı'nın parçalanmasıyla bir boşluğa doğdu.

İmparatorluk emperyalist paylaşım savaşı sırasında çökmüştü. Aynı topraklarda çok değişik ulusların devletleşmeleri ve Ermeni sorunu bu sürecin sonucudur.

Boşluk, hemen doğumuzdaki sosyalist rejim sayesinde Kemalist kadroya bir olanak sundu. Savaş yılları emperyalist bloğu dağıtmıştı, İngiliz emperyalizmin güneşi sönerken, Amerika'nınki de henüz yeterince parlak değildi.

Mustafa Kemal ve ekibinin bu boşluğu iyi görüp, değerlendirdikleri, Misak-ı Milli derken, boşluktaki siyasal dengelerin kaldırabileceği bir gerçekçilik ve pragmatizmle yeni devletin sınırlarını belirledikleri söylenebilir.

Sonuç olarak, Kurtuluş Savaşı, Sovyetler'in doğrudan desteğiyle, zaten dağılmış bulunan bir emperyalist bloğa karşı verilmiş anti-ilhak savaşıdır. Emperyalistlerin Anadolu topraklarından sürülüp çıkarılması ve sonrasında "milli" bir devletin kurulması bu savaşın temel hedefiydi. Emperyalistler ise, o günkü güçler dengesi zemininde, kendilerine bağımlı kaldıktan sonra, bu "kopuş"a zaten onay vermişlerdi.

Boşlukta bir milli devlet kurmak, ekonomik model olarak kapitalizme dayandırıldığı için bu kurtuluş ve kuruluş yarım kaldı. Kapitalizm emperyalizme bağımlılık olduğu için bağımsızlığın, savaş aynı zamanda dini de temsil eden ağaların desteğiyle finanse edildiği için laikliğin, kapitalist model toprak reformunun gerçekleştirilmesini, kamulaştırmayı engellediği için halkların kardeşliğinin içi en başından boştu.

Ancak, Kemalist hareketin kafasında kurup, önüne siyasal bir hedef olarak koyduğu modelle, aynı dönemde Amerikan mandacılığını savunan model arasında çok önemli bir fark olduğunu da kabul etmek gerekir. Sonuçta mandacılarla "milli" devletçiler daha baştan ayrışmışlar ve mandacı ekip tasfiye edilmiştir.

Demokrat Parti döneminden beri Amerikancılığa ve dinciliğe karşı, bugün Cumhuriyetçi dediğimiz tabanda ortaya çıkan içgüdüsel reflekslerin nedeni, Kurtuluş Savaşı'nın anti-ilhak, anti-mandacı karakteridir. Bu reflekslerin altında elle tutulur bir toplumsal-tarihsel gerçeklik vardır.

Son yayınlanan "Felaketin Eşiğinde" broşürü bunu bir olanak olarak saptıyor.

Öte yandan, felaketin eşiğinde bulunduğumuz şu an anti Amerikancı bütün toplumsal kesimlerin, siyasal akımların ezberleriyle hesaplaşmaları da gerekiyor:

Bağımsızlık, laiklik, kalkınma, bölünme, sosyal ve ekonomik haklar gibi başlıklarda derdi olan geniş emekçi kesimler, bu başlıklarda yaşanan bütün sorunların Amerika'da düğümlendiğini görmelidirler. Görmeli ve hem CHP'nin ABD'yi stratejik müttefik olarak belirleyen siyasetiyle hem de Türkiye'nin 1923 itibariyle seçtiği kapitalist kalkınma yoluyla hesaplaşmalıdırlar.

Aynı şey Kürt sorunu açısından da geçerlidir. Bölücülüğün Kürt siyasetinden daha çok egemen Türk siyasetinden kaynaklanan bir sorun ve Kürt gerçekliğini yok sayan yönelimin bölücülüğün hası olduğu kavranmalıdır. Bu yaklaşım Kürt gerçekliğini yok etmeye yaramadığı gibi, mevcut sorunda emperyalist güçleri Türkiye'nin iç işlerine karıştırmaya yarayan bir işlev de görmüştür.

Laiklik açısından Türkiye'nin gösterdiği zaaflar bir yandan kuruluş sürecine doğudaki (dini de temsil eden) Kürt feodalitesinin ortak edilmesiyle, bir yandan da tercih edilen kapitalist modelle ilişkilidir.

Öte yandan Kürt hareketinin sorunu, çözümü sınıfsal dinamiklerde değil, emperyalist sistem içindeki çatlaklarda, emperyalist bürokraside aramasıdır.

Bizi felaketin eşiğine getiren bugünkü düğümlerin tümünün kökeni Cumhuriyet'in kuruluş paradigmasındadır. Yedi düveli kovmak yönündeki kalkışmanın arkası getirilememiş, tarihin nesnel saati işlemiş ve AKP boşuna ortaya çıkmamıştır.

"Felaketin Eşiğinde" broşüründe çizilen çerçeve açısından sağlam kazık, antiemperyalist mücadelenin sosyalizm hedefine bağlanması ve mührün de işçi sınıfının ellerine verilmiş olmasıdır. Kimsenin kuşkusu olmasın. Ama:

Cumhuriyetçiler düşünsün, Amerikancılıkla nasıl bağımsız olunacak ve kapitalist modelle Amerika'nın güdümünden nasıl çıkılacak?

Laikler düşünsün, 12 Eylül darbesini gerçekleştiren ordu siyasetiyle hesaplaşmadan dinin son 28 yıllık toplumsallaşması nasıl açıklanacak?

Kürt hareketi düşünsün, sınıf siyasetini benimsemeden halkların kardeşliği nasıl sağlanacak, Kürt sorununun çözümüne işçi sınıfımızın desteği nasıl alınacak?

Diğer sollar düşünsün, bu memleketteki halen işe yarar ilerici siyasal duyarlılıkları sahiplenmeden, bu topraklara ayak basmak nasıl olanaklı olacak?

İşçi sınıfı düşünsün, emperyalizme karşı çıkmadan, dayatılan esnek çalışma düzeninin tahakkümü nasıl geriletilecek?

"Felaketin Eşiğinde" bir hesaplaşma çağrısıdır.