Sinağrit Baba’yı İkna Etmek

Sinağrit Baba, takılacağı oltayı seçme özgürlüğüne sahipti. Denize kırmızının türlüsünü yayan bir lodoslu havada, derinlerdeki lacivertliğe yakamozlar saçan iğnelerin, kurşunların, misinaların sandallardaki sahiplerini kişilik testine tutarak dolaşıyordu, kendisini teslim etmeye değecek bir yemi ararken. Gururlu bir yoksul olmalıydı, kibirli değil. Cesur olmalıydı, korkak değil. Dürüst olmalıydı, içten pazarlıklı değil. Bu niteliklere sahip olmayanların oltasına takılan balıkların, yakamoz ışıltılarına kandıklarını bilirdi Sinağrit Baba. Ya misinaları keserek, ya iğneleri dümdüz ederek korurdu onları. Ama, artık yorgundu, anlamıştı canlılar âleminde, tek kişinin aklının, diğerlerini kurtarmaya yetmeyeceğini. Hemcinslerini korumak isteyenlerin, hep birlikte yakamoz saçan ipleri koparması gerekiyordu, öyle ya, hadi şimdilik Sinağrit Baba üstlenmişti bu işi diyelim, peki o tutulduğu zaman ne olacaktı? Bu düşüncelerle dolanıp dururken, kokladığı bir oltayı tutan elin, mağrur, cömert, cesur, dürüst bir adama ait olduğunu sandı ve yemi ağzına aldı. Sonra, sandalın döşemesinde çırpınarak, yaptığı seçimden bin pişman, hayıflanarak öldü. Sudan çıktığı an fark etmişti ki, o eller, bu niteliklere sahipti ama, bütün bunları hayatın içinde sınamamış, zorlu bir durumda kalmamıştı ki, gerçekten böyle anılmayı hak etmiş olsun.

Sait Faik, Sinağrit Baba'nın, son nefesini hiçbir insanlık imtihanı geçirmemişin sandalında mağlup olarak verdiğini yazmıştı.

Sinağrit Baba'yı tutan balıkçı, Brecht'in kurşuna dizdiği iyi adamı çağrıştırır. O satın alınamaz, tıpkı eve düşen bir yıldırımın da satılık olamayacağı gibi. Dürüstçe söyler fikrini, ama fikri nedir? Yüreklidir, ama kimin karşısında? Bilgedir, ama kimin için kullanır bunu? Kendi çıkarını gözetmez, ama kiminkini gözetir? Dosttur, ama kimin dostu? Bu "kendinde iyi" niteliklerini yok saymaz Brecht ve onu iyi bir duvarın dibinde, iyi tüfeklerden çıkan iyi kurşunlarla vurur, iyi bir kürekle, iyi bir toprağa gömer.

Sinağrit Baba'nın etrafı kırmızı içi aydınlık siyah gözlerini hiddetle söndüren de, Brecht'i idam mangasına gönüllü yapan da aynı şeydir. İnsanlık sınavına girmemiş nitelikler. Pratik, sadece teorinin anası değil, sınanmadığı müddetçe bir iddiadan ibaret niteliklerin de turnusoludur. Kendi halinde yaşayıp gidenlerin iyilikleri, Sinağrit Baba'yı kahrolmaktan kurtarmaz.

Bunları hep söyledik, bu niteliklerle örülü bir dünya yaratma mücadelesine, saflarımıza çağırdık. Sait Faik'i anımsamışken bir ada gezisinde, bir adım daha atalım.

Komünistlerin, binbir badireden geçerek niteliklerini kanıtlamış olmaları, "kendinde şey" kaldıkça, bir takdir edilme vesilesi olmaktan öte anlam taşımıyorsa, yakamoz yaratan misinaları hep birlikte dişleyerek koparmaya ikna etmeye yaramıyorsa, toplum nezdinde Brecht'in "iyi", Sinağrit Baba'nın "cesur" insanı olmaktan yeterince kurtulamadıkları anlamına gelir.

Burada aşılması gereken eşik, artık niteliklere sahipliğin kabul ettirilmesi değil, bunların sokaktaki hayata katışması, hâkim oldukları bir dünyanın mümkünlüğünün gösterilmesidir. Başka bir deyişle, var olanın yerini alması önerilenlerin, küçük ölçeklerde de olsa, sınava tabi tutulmasıdır. Bir iddianın vücuda getirilmiş örneklerini, Sinağrit Baba'ya göstermemiz gerekiyor. Nitelikleri sınanmışların, kendilerini bireyler olarak "takdire şayan" kılmak değil çünkü dertleri, "yeryüzünün çehresi"ni değiştirmek. Şimdi Sinağrit Baba, "bana deha değil, belgeler gerekli" diyen şairlerin olduğu sularda, kendi deneyimi ve Brecht okumuşluğuyla, çıtayı yükseltmiş olarak dolaşıyor.

Bunu, "iyisiniz, hoşsunuz da..." diyenlerden biliyoruz. Demek, Sinağrit Baba'nın kendini içi rahat olarak teslim edebileceği ellerimiz olması yetmiyor.

Bize, "şimdi bunları bir örnekle gösterin" denildiği zamanlardayız belki de... Artık sahne aldığımızda nelerin değişebileceğini gösterir prova alanları bulmalıyız, yaratmalıyız. Bir muazzam kuşatmada gedikler açmalıyız.

Buna kafa yoralım, yeterlilik sınavına...