Darbe ve Teslimiyet

Çok sınırlı bir kesime tanıtabildiğimize üzüldüğüm yazarlardan biridir Alfred Andersch. Fi tarihinde, ne severek yayınlamıştık oysa, “Die Rote” romanını. Aslında kızıl saçlı bir kadını da imleyen roman adını, Türkçede tek kelimeyle karşılayamadığımız, çoklu anlamı üretemediğimiz için, düz karşılıkla “Kızıl” diye çevirmiştik, kısır kalmış, içimize pek sinmemişti. Oradaki Patrick’i, işkencecisi olan, “Yahudi avcısı” eski Nazi Kramer’i öldürmeyi planlayan eşcinseli anımsamama yol açan birkaç yazı okumasam “sol” dergilerde, ben de unutmuştum açıkçası.

Patrick, Gestapo’nun eline geçtiğinde, kurşuna dizilmeye hazırdır. İfade vermeyi reddeder. Sorguda işkenceye direnir. Çünkü, işkencecileri aptaldır, Patrick’i yok edilmesi gereken bir düşman olarak görmekte, kemiklerini, iç organlarını parçalamak istemekte, öldürücü acı çektirmeyi hedeflemektedirler. İlk darbeye direnir, gerisi acı eşiğini geçmeye, artık algılamaz hale gelmeye kalmıştır. Mekanik kaba şiddet çözemez Patrick’i, karşı koyar.

Müfettiş Kramer ise, sorgusuna girdiği Patrick’te düşman değil, kurban görür. Beş dakikalık bir sohbette, ölümü gözü almışlıktan yaşamı sevmeye, düşmanca karşı karşıya gelişten empatiye, yok edilmeyi bekleyenden haklılığı teslim edilmişe çevirir ibreyi. Patrick, çökmüştür... Uzun zaman Kramer’ın elinde bir araç olarak süren yaşamının bir noktasında, kendisiyle hesaplaşacak, kemiklerini değil, kişiliğini kıran asıl celladının peşine düşecektir...

İşkencenin, düşmana fiziksel acı vererek, ölümle teslim almaya yönelik yöntemini, Türkiye solu sistematik olarak 12 Eylül’de yaşadı. Bütünsel olarak baktığımızda, bu sürecin asıl yönü, zora karşı direnişe sahne oluşudur. Bugünden geriye döndüğümüzde, toplum ve özellikle gençlik üzerinde yıldırıcı bir baskı ve ideolojik hegemonya oluşturmaktaki başarısının, tezgâhlardan geçen devrimciler nezdinde o kadar yüksek olmadığını görebiliriz. Azımsanmayacak oranda direnilmiş, ama bu direniş ya da azim, toplumsal karşılığından yoksun bırakılmıştır. Bu işin bir yönüdür.

Dünyadaki gelişmelere paralel olarak, 1983 ekonomik liberalizminin uygulamaya sokulduğu dönemden başlayan yıllar boyunca, bu çıplak zorun açtığı boşluktan yararlanarak zerk edilen ideolojik hâkimiyet perçinlenir, “sol”da yankısını bularak “alternatifsizliğini” ilan ederken, direncin zayıflamakla birlikte, yer yer kendisine sosyal hareketlenmelerde kulvarlar yaratarak “yok olmadığını” gösterdiği de vakıadır. “Sol” liberalizmin bütün “entelektüel” yüklenmeleri, “sivil toplum”cu alıklığın sisteme entegre etme çabaları, düpedüz gericiliğe meyleden “demokrasi”ciliği, büyük tahribat yaratsa da, toplumsal bilinç ve bellekte yaratılan bütün dumura karşın, direnç odaklarını teslim alamamıştır. Bu da işin bir başka yönüdür.

Patrick’in kırılan kemikleri umurunda değildi. Ölüm de. Direndi. “Kendisini anlayan, aklına zekâsına hitap eden”, oyunu böyle kuran “kişilik ezici” karşısında teslim olmuştu. Kramer, ona bakınca yalnızca düşmanını değil, kurbanını görmüştü ve çözmüştü...

“Çökmesi beklenen tam teşekküllü bir diktatörlükte, demişti Kramer, halk bilinçsiz bir vicdan ayrımı içinde yaşar. Yetkin bir diktanın görevleri arasına, bilinçaltındaki bu ayrımı sağlamlaştırmak da girer.”

Kramer, çökmekte olanın yetkinleşmeye sıçramasının sembolü olduğu, vücudunu değil, zihnini ezdiği için, Patrick’in ortadan kaldırmayı istediği işkenceciydi. Naziler üniformalarıyla çekilip gitmiş, arkalarındaki güç, sivil giyimleriyle Kramer halinde sokakta muzaffer gezer olmuştu.

Şu pek hararetli “darbe karşıtları”nın, günümüz tezahüründe örtük ya da açık dikta onaylayıcılarıyla buluşması, Andersch’in kahramanının teslim olduğu noktaya denk düşer. İşin asıl önemli yönü de budur. Zihnin ve kişiliğin yenilmesi.

Bu noktaya dikkat çektikçe, “haklılığı teslim edilmiş, iktidarca empati kurulmuş” psikozundaki bir kesimin, sol adına savurduğu “darbecilerle hesaplaşmaya karşı çıkan” yaftasının mesnedi de budur. Kemikleri kırılan bir bedenin hesabını sormanın, beyinlere nüfuz eden “yetkin dikta”yı ayırt edebilmekten geçtiğini görene kadar, Patrick, Gestapo’ya karşı içinde bir huzur ve kazanmışlık duygusu taşımıştı...

Darbelerin ve işkence tezgâhlarının amacı, yalnızca “düşmanı” fizik olarak yok etmek olsaydı, Kramer’ın cesedi Adriyatik dalgalarına gömülsün diye uğraşmayacaktı Patrick. Ne de olsa onlara karşı koymakla aktı alnı, diğeriyle uzlaşmakla sonuç elde etmişti. O bilinç sarsıntısına kadar... Asıl işkencecinin hitap ettiği aklı ve zekâsı, devreye girene kadar...