Çok daha sevimli öngörüler üzerinde düşünmek de mümkün ve yararlıdır elbette. Düzen karşıtı aktörleri devreye sokmak ve hayalperestliğin bacadan girmesine izin vermemek koşuluyla.

Sevimsiz kehanetler

Burada bir görelilik olduğunu belirterek başlamak gerekiyor. Şu anlamda: Aslı esası olmayan, dayanakları pek güçsüz ya da yetersiz görünen bir tahmin, daha doğru anlatımla, “geleceği önceden haber verme” söz konusu olabilir. Bir olasılık bu. Ötekiyse, belirli verilere, onların değerlendirilip yorumlanmasına dayalı kestirimler, öngörülerden söz ediliyordur. İkinci olasılık da bu.

Böyle dillendirildiğinde, ikincisine kehanet demek yerinde olmaz. Açıklamanın içindeki kestirim, öngörü türünden sözcüklerden birini kullanmak daha doğrudur.

Bizim iddiamız da şimdi söyleyeceklerimizin daha çok bu ikinci adlandırmaya uygun düşeceğidir. Yine de, okurlar arasında bunların şaşırtıcılığına, dayanaklarının kabul edilebilirliğine, yeterince açıklanıp açıklanmadığına bağlı olarak kehanet sözcüğünü daha uygun bulanlar çıkabilir. Bu durumda kehanet ile, her ikisi de dilimizin argosuna girmiş sözcükler olan, atmasyon yahut palavra birbirinin yerine geçirilerek bir yargıda bulunuluyor demektir. Mümkündür. Habire yazıp konuşanların okuyucu ve dinleyicilerin bu tür sert eleştirilerini bekliyor olmaları gerekir.

İster aklı başında öngörüler ister kehanet ya da atmasyon olarak kabul edilsin, buradakilerin sevimsiz oldukları ise tartışmaya açık sayılamaz.

Her boydan ve her soydan demokrasi sevicilerin yüzyılın, yüzyılların, yoksa binyılların mı demeli, dönüm noktası mertebesine yükselttikleri seçimlerin gelecek yılın Haziran ayında yapılması, temel varsayım durumundadır. Temel, ama sadece varsayım. Böyle demekle, bu tarihin kayda değer ölçüde öne ya da arkaya kaymasının, buradaki kehanetlerin bazılarını elerken başka bazılarını ekleme gereğini yaratacağını da söylemiş oluyoruz.

Herhangi bir öncelik gözetmeden yazalım. Epeyce eğlenceli olabilecek ayrıntılara ise girmeyelim; dünya kadar yer tutar.

1. Masa dağılabilir. Altılı olanı, demek istiyorum. “Tarihi yanılgı”ya son verme iddiası hatırlanırsa bir bakıma “umudumuz Ecevit”e benzeyen yanları bulunan bu masa, içeriden aymazlık ürünü, dışarıdan hainlik timsali tekmelerle dağılabilir. Bu aymazlık ve hainlik türü nitelemeleri ben yakıştırmıyorum, bana sorulursa “vatan millet için hayırlı olsun” derim, derin yorumcuların saptamaları bunlar, ben onlardan esinlenerek yazıyorum. 

2. Masa kazanır. Eğer Bay Kemal’in başkanlığı ile birlikte kazanırsa, yeni başkanın partisinde doğal olarak sıkı bir başkanlık kapışması olur; bu da milletçi ittifakta ciddi sorunlara yol açar. Hemen bir ayraç açıp buradaki “Bay Kemal” adlandırmasının herhangi bir değer yargısı taşımadığını ekleyelim; kendisinin rakibinin aşağılama yahut küçümseme amaçlı bu kullanımını benimseyerek nasıl üstünlük sağladığını yine o derin yorumculardan öğrenmiştik, ben oradan aktarmış oluyorum.

3. Yine masa kazanır. Ama bu kez Kılıçdaroğlu’ndan başka bir başkan adayı ile. Bu, şimdilik, gizemli bir olasılık gibi görünüyor, esrarengiz de diyebiliriz. Hem kim olabilir, nereden çıkabilir, hem adaylığı nasıl sağlanır, hem seçilmesi nasıl mümkün olur? Bütün bu sorularla işin gizem yanı ağır basıyor. Gizemin ağır basması, genellikle, gerçekleşme olasılığını düşürür.

4. Cumhurcular kazanır. Bunun anlamının reisimiz, ustamız, şahsım başkanımız olduğu şimdiden belli. Ara sıra “sürpriz” bir adaydan söz edildiğine de rastlanmakla birlikte, bunun pek fantezi düşkünü haber alıcılardan kaynaklandığı ortadadır. Aynı kesinlik, izleyen dönemin hak ve özgürlükler ortamının şimdikinden çok daha belirgin ölçülerde gerilemesi için de geçerlidir. Hak ve özgürlükler gerilerken, laiklik de o gerilemeyle birlikte ve ona dayanak olacak biçimde geriletilecektir. Ancak, bunun Cumhurcular kadar Milletçilerin kazanması durumunda da ortaya çıkabilecek bir tehdit olduğunu gösteren pek çok veri bulunmaktadır.

5. Buraya kadar hep kazananlardan söz edildi. Sıralanan olasılıkların tümünde, kaybeden aynıdır. Halkımızdır. Yalnız halk denince, ülkede yaşayan bütün insanlar anlaşılabilir. Nitekim, Bay Kemal öyle anlıyor ve anlatıyor. Halkın çektiği sıkıntılardan, acılardan söz ediyor ve ardından sıralıyor: sanayicimiz, iş adamımız, hayır o eskidendi, artık iş insanımız diyor, esnafımız, çiftçimiz, işçimiz… Hakkını yemeyelim, burada sanayicimizi başa koyduk, o öyle yapmıyor, ortalarda bir yerde sayıyor. Uzatmadan, açıklık sağlamak için, emekçi halkımız demek gerekiyor. Bu olasılıkların her birinde emekçi halkımızın yoksulluğu artacak, acıları katlanacaktır. Yoksulluğun artış oranının, acıların ulaşacağı derecenin farklılaşması doğaldır. Bunlara karşı seçilerek gelmiş iktidarların yapacakları da tıpatıp aynı olmayacaktır kuşkusuz. Milletçiler gelirse, liyakatti, ilimdi, bilimdi derken bunların sınırları içinde yer alan ve bizim emekçi halkımızın da eskiden beri yaşayarak öğrendiği kemer sıkma politikalarının, belki yer yer biraz insaflı, ama yüksek olasılıkla eskilerden hiç aşağı kalmayan bir acımasızlıkla uygulanması gündemde olacaktır. 

Cumhurcular devam ederse de dişe dokunur bir farklılık beklenmemelidir. Onlar için de kemer sıkma gündeme gelecektir. Hatta, nas mas unutularak, kopuş sonrası neo-klasik, post neo-klasik, nörotik ve nevrotik iktisat politikaları devreye sokulursa, kimse şaşırmamalıdır. Hatta ve hatta, komik yüzlü bakanımızın yabancı akademisyenlerin karşısında yaptığı o efsanevi konuşmanın metin yazarının kimliği de açığa çıkabilir. Geçenlerde bir yerde tanık oldum, o konuşma metnini hangi danışmanın yazdığı merak ediliyordu. Benim bir tahminim var: Oralarda çalışan ve ya emeklilik ya da istifa dilekçesini hazırlamış bir uzman olabilir. Tahminin eki de şu: Bu uzmanın, gençlik yıllarında, Althusser’in  Marx’ın düşüncesindeki epistemolojik kopuş tartışmalarını az çok okumuş, okumadıysa bile okuyanlardan dinlemiş ve bizim argomuzdaki güzel deyişle “kafaya almak” için bunları yazmış olması da mümkündür. Yalnız, o kadar iddialı değilim, bunu ne kehanet ne de öngörü olarak yazıyorum, basit bir tahmin sadece.

“Bunların tümü de gerçekten sevimsiz, ama aynı zamanda kötümser olasılıklar” biçiminde itirazlar gelebilir. Kötümserlik itirazını bu yazının amacı dışında olduğu için ayrıntılarına girilmeyecek bir karşı itirazla birlikte dikkate almak durumundayım. Çok daha sevimli ve iyimserlik dozu yüksek öngörüler üzerinde düşünmek de mümkün ve yararlıdır elbette. Düzen karşıtı aktörleri devreye sokmak ve kötümserlik kapıdan kovulurken hayalperestliğin bacadan girmesine izin vermemek koşuluyla. Bunu yaparken, yok yere şimşekleri üzerimize çekmenin ne alemi var, şu aktör sözcüğünü cinsiyetsizleştirip, hepimiz tarih sahnesinde bulunduğumuza göre “oyuncu” demek yararlı olabilir. Bir de, belki, Arapça Farsça karışımı o köhnemiş Osmanlıca sözcüğün yerine hayalsevicilik demek…