Türkiye'deki emekçi kesimlerin ve örgütlerinin, göçmen/ mülteci/ sığınmacı düşmanlığından, yabancı işçilere karşı nefret söyleminden özenle kaçınmaları gerekir.

Göçlerin temeli: İtici etkenler

Göçlerin itici ve çekici nedenleri olur. Geçim sıkıntısı insanları göçmeye iter; daha gelişmiş yörelerdeki daha yüksek gelir düzeyleri ortalamaları ve daha kolay iş bulma olanaklarının cazibesi de insanlar için çekici rol oynar. Bazen itici ve çekici koşulların bileşik etkisi geçerli olur. Göçler, il-içi, bölge-içi ve bölgeler arası olmak üzere ülke içinde olduğu kadar, ülkeler arası, kıtalar arası da olabilir; her durumda göç olgusuna en genel yaklaşım biçimi, itici-çekici etkenler ikili ayırımı üzerinden yapılabilir.

Ama genellikle itici etkenler daha belirleyicidir. Örneğin Avrupa içi göçlere bakılırsa, 20. Yüzyılın ilk yarısında hatta 1970'lere kadar Güney Avrupa ülkelerinden Orta ve Kuzey Avrupa ülkelerine yoğun göçmen işçi akınları olurken, bu yüzyılın son çeyreğinden itibaren Güney'de de gelir düzeyleri yükselince, gelir düzeyleri farklılıkları kaybolmamış olsa da, Avrupa-içi göçler, itici nedenleri ortadan kalkmış olduğu için durmuştur. Bundan çıkarılabilecek bir sonuç da şudur: Göç akımlarını durdurmak için göç veren-göç alan yörelerde gelir ve yaşam düzeylerini mutlaka eşitlemek gerekmez. Göç veren yörelerde daha yaşanabilir koşulların oluşmasını sağlayabilecek iyileştirmeler, göçün itici etkenlerinin büyük ölçüde ortadan kalkmasıyla sonuçlanabilmektedir. 

Buna örnek olarak AB içi göç hareketlerine dönersek, 1960'lar-1970'lerden itibaren Avrupa'nın ileri sanayi ülkeleri artık İtalya-İspanya-Portekiz ekseninden sağlayamadıkları işçi ihtiyaçlarını Türkiye ve Kuzey Afrika (Magreb) ülkeleri üzerinden (yani daha yüksek yaşam standardı farklılıkları gösteren ülkelerden) ikame etmek üzere sistematik bir göçmen kabulü politikası izlemişlerdir. 20. yüzyılın son onyıllarından itibaren emek kesimi açısından AB sınırları artık ortadan kalkmış olmasına karşın, kitlesel bir işgücü hareketliliği görülmemiştir. 2004 sonrasında AB'nin Doğu Avrupa'ya doğru genişlemesi bile büyük nüfus hareketlerine yol açmış değildir. Kültürel/dilsel engeller kalkmadığı için AB içinde emek seyyaliyeti, İngilizce ortak dilini (veya gittiği ülkenin dilini) konuşabilen üst düzey kadrolarla sınırlı olmaya yönelmiştir. 

Bununla birlikte Avrupa'nın yaşlanan nüfus yapısı -aşırı sağın yabancı düşmanı tepkilerine rağmen- dışardan işgücü ithalini sonlandırmaya izin vermemektedir. Ancak son yıllarda kitlesel göçlerden ziyade daha eğitimli ve becerili yani nitelikli işgücü talebi öne çıkmış durumdadır. Yaşlı ve çocuk bakımı gibi hizmet sektörleri de en çok göçmen ithal edilen alanlardan olmuştur. AB ve ABD artık "seçerek" göçmen almaya yönelmişlerdir. Aslında Türkiye'de olduğu gibi eğitimli gençliğin istihdamındaki başarısızlıklar ve oluşan baskıcı-faşizan rejimin eğitimli gençliği ürkütmesi de bu talebe (çekici etkenlere) yanıt veren itici etkenleri oluşturmaktadır.

Her şeye rağmen 21. yüzyılın göç dinamikleri gerçekte salt gelişkin sanayi ülkelerinin taleplerine göre şekillenmemektedir. Sahra-altı Afrika ülkelerinden çeşitli nedenlerle göç yollarına düşen ve bir bölümü Avrupa'nın Akdeniz sahillerine vuran göçmen dalgaları büyümektedir. Bunun arkasındaki tarihi ve güncel nedenlere bakılırsa:

- kolonyalizmin ve emperyalizmin yüzyıllardır süren çifte baskısıyla köleleştirme/ topraksızlaştırma/ tarımda monokültüre zorlama biçimlerini alan talanın mutlak yoksulluk/ açlık sınırının altına düşen kitleleri çoğaltması ve bunların bir bölümünün dışa taşması;

- eski sömürgecilerin de (Kongo'da, Ruanda'da olduğu gibi) katkısıyla süren darbelerden, diktatörlük rejimlerinden, iç savaşlardan, katliamlardan kaçış; emperyalizmin 21. Yüzyıl icadı olan ama kontrolden de çıkabilen IŞİD ve türevi İslamcı terörist örgütlerin baskı ve katliamlarının yerel hükümetlerin gücünü aşması;

- kuraklık, verimsizlik, kıtlık, açlık ve tarımsal üretim becerilerinin dumura uğratılması gibi üst üste biriken çok sayıda olumsuz etken, göç akımlarının itici güçlerini oluşturmaktadır.

Latin Amerika'nın, Güney-Doğu Asya'nın bazı ülkelerinde görülen göç hareketlerine 21. Yüzyılda geniş Ortadoğu'dan yeni halkalar eklenmiştir ve hepsinde de başrolde ABD görülmektedir. Emperyalizminin açık dış saldırılarına sahne olan ve uzun süreli bir siyasi istikrarsızlığa itilen Afganistan (2001), Irak (özellikle 2003'teki ikinci Irak işgali) ve 2011 sonrasında Suriye üzerinden yeni göç dalgaları oluşmuştur. (Yemen de bunlara eklenmiştir). Şunu özellikle vurgulamak gerekir: Bu sayılan ülkelerden Irak ve Suriye, dış saldırılar ve içerde kışkırtılan iç çatışmalar başlayana kadar, dışarıya kitlesel göç veren ülkeler arasında bulunmamaktaydı. Demek ki, bu ülkelerde göçe iten etkenler tarihsel köklere sahip olmayıp yeni ve kışkırtılmış olgulardır.

Avrupa'nın göçmen taşeronluğu 

Suriye'de bu kışkırtmayı yapanlar ve meşru Suriye Arab Cumhuriyeti'ni  devirmek için doğrudan askeri müdahalelerde bulunanlar arasına AKP Türkiye'sinin de katılması, "Yurtta Barış Dünyada Barış" şiarının ülkesinde bu şiarı benimseyen önemli bir toplum kesimi açısından büyük bir utanç kaynağı olmaktan öte, ülkenin bütünü açısından büyük bir talihsizlik ve sorun anlamına da gelmiştir. Çünkü savaştan kaçan Suriyelilerin en büyük bölümü Türkiye'ye sığınmış, Türkiye dünyanın en fazla sığınmacı barındıran ülkesine dönüşmüş, toplumun demografik yapısı ve işgücünün bileşimi geri dönülmez biçimde değişmiştir. Gerçi ucuz işgücüne aç sermaye kesimleri bunu kendi aşırı sömürüye dayalı üretim ilişkilerini  pekiştirmek bakımından bir fırsata çevirmişlerdir ama Türkiye'nin emekçileri açısından bu, ücretler genel seviyesini baskılayan yeni bir etken anlamına gelmiştir. 

ABD yanında bazı AB ülkelerinin de katıldığı Suriye saldırıları, sonunda Avrupa'nın baş etmek istemediği bir sığınmacı sorununu ortaya çıkarmış ve Türkiye'nin adeta Avrupa'nın etrafında kazılmış bir hendek ülke rolünü oynayarak bu sorunu içinde tutması istenmiştir. Henüz 16 Aralık 2013'te Türkiye ile AB arasında Ankara'da imzalanan (daha sonra yasalaştırılan) Geri Kabul Anlaşması, tam da AB'nin ikiyüzlü göçmen politikaları ile AKP iktidarının ödüncü ve fırsatçı dış politikasının kesişme noktasında ortaya çıkabilmiştir. AB bunun için kesenin ağzını biraz açar ve "vizesiz seyahat" gibi içi boş (şartlara bağlı ve yürürlüğe girişi kesin bir vadeye bağlanmamış) vaatlerle göz boyarken, Türkiye'nin göçmen politikalarında elini kolunu bağlayabilmişti. Bu bağımlılık politikalarının Türkiye'ye sağladığı dış mali desteklerin, sığınmacılara harcanan miktarların yanında çok güdük kalması ayrı bir konudur. Bununla birlikte, sığınmacılar GSYH oluşumuna katkı yaparken, kişi başına GSYH hesabında sığınmacı/mülteci nüfus dikkate alınmayarak bir "makyajlama" operasyonuna alet edilmişlerdir.

Afganistan angajmanı? 

Afganistan meselesinin yol açacağı sığınmacı sorunu da şimdikilere eklenmek üzeredir. Türkiye'ye yönelen göçlerde Afganlılar zaten ilk sıralara yerleşmeye başlamıştı. (İlk iki sırada Irak ve Türkmenistan yurttaşları yer alırken, bunları Afgan, Suriye ve İran uyruklular izlemektedir; Suriye'den göçler, İdlib düğümü çözülene kadar, durgun seyredecek gibidir). AB'nin sınırlarını berkitmesi, göçmen kabul koşullarını ağırlaştırması ve kaçak göçmenlere en gayri-insani muameleleri layık görmesi nedeniyle, Türkiye'ye yönelen göçmenler açısından (Afrikalılar dâhil) Türkiye artık bir geçiş ülkesi olmaktan ziyade bir hedef ülke konumuna evrilmektedir. 

ABD'nin ve NATO'nun kaçar gibi çekilmesi ve alanı Taliban'a bırakmasıyla birlikte, Afganistan çıkışlı göçlerin çığ gibi büyüme riski bulunmaktadır ve bunun ilk öncü dalgaları şimdiden Türkiye sınırlarını aşmıştır. Böyle bir ortamda, kendi iktidarının ömrünü uzatabilmek için emperyalizme her türlü  tavizi vermeye hazırlanan, Kore Savaşında olduğu gibi Türk askerini pazarlamakta sakınca görmeyen Türkiye'deki yönetici kliğin, Türkiye açısından büyüyen bir güvenlik riski oluşturduğu açıktır. Türkiye'deki İslamcı rejimin kendini şeriatçı Taliban ile eşitlemesi de ayrı bir skandaldır ve tam bir Anayasa suçudur.

Afganistan, mevcut durumundan çok daha büyük bir kaosa, şiddetlenen bir iç savaş içine yuvarlanma tehdidi altındadır. Böyle bir durumda, AKP iktidarının Kâbil Hamid Karzai Uluslararası Havalimanı'nın güvenlik ve işletmesini sağlamak üzere ABD ile mali ve lojistik destek pazarlıklarını sürdürüyor olması başlıbaşına büyük bir sorumsuzluktur. Nitekim, havalimanına adı verilen eski devlet başkanı H. Karzai, "Afganistan'a aşırıcılıkla mücadele etmek ve istikrarı sağlamak gibi net bir hedefle geldiler. Fakat aşırılık bugün zirveye ulaştı" derken, emekli general ve askeri-siyasi analist Atequllah Omarkhil, "2001'de Afganistan'da sadece Taliban ve El Kaide faaliyetteydi. Bugün, IŞİD dahil 20'den fazla İslamcı terörist grup aktif" yorumunu yapmaktadır. (Kamuran Kızlak, "ABD Afganistan'dan Çekilirken", Birgün Gazetesi, 23.07.2021). 

Afganistan'dan büyük bir başarısızlıkla ayrılan ABD ve NATO'nun, uğradığı itibar kaybını bir süre için kurtarmak adına Türkiye'yi artçı/nöbetçi kuvvet olarak geride bırakmak istemesi, hem Türkiye toplumu hem de tarihi Türkiye-Afganistan ilişkileri adına utanç vericidir. Üstelik Türkiye'nin Afganistan'da böyle bir rol oynamaya soyunması, Suriye'de olduğu gibi, göçlerin hedef ülkesi olmasını kolaylaştıracak ve meşrulaştıracaktır. Kitleselleşmesi beklenen Afgan çıkışlı mülteciler konusunda AB şimdiden Türkiye'den Suriye vakasına benzer bir rolü oynamasını, yani "al parayı koru sınırlarımı" yaklaşımını beklemektedir.

Bazı sonuçlar

- Taliban'ın daveti olsun olmasın, Türkiye'nin Afganistan'da askeri bir rol oynaması kabul edilemez. 

- Türkiye'deki Suriyeli ve diğer göçmen ve sığınmacıların büyük bölümünün kalıcı olduğu gerçeğiyle siyasi partilerin ve toplumun yüzleşmesi zamanı gelmiştir. 

- Türkiye'deki emekçi kesimlerin ve örgütlerinin, göçmen/ mülteci/ sığınmacı düşmanlığından, yabancı işçilere karşı nefret söyleminden özenle kaçınmaları gerekir. 

- Anadolu her zaman bir göç koridoru olmuştur; önümüzdeki çalkantılı dönemlerde bu rolün devamı beklenmelidir. Buradaki temel mesele, AKP iktidarının mezhepçi ve muhteris dış politika emelleriyle komşusunu -emperyalizmle elele- istikrarsızlandırması ve göçü teşvik etmesidir. Dolayısıyla, tepkilerin hedefinde göçmenler değil iktidarın bu sorumsuz politikaları olmalıdır. İktidarın Suriye politikasının hesabının sorulması kadar Afganistan angajmanına da şimdiden şiddetle karşı çıkılması bu bakımdan şarttır.