Sevgili kardeşim, yoldaşım Mehmet Bozkurt’un aramızdan ayrılışının ardından bir koca yıl geçti. Mehmet’i 2009 yılının 25 Ekim gününde burada yayımlanmış pek güzel bir yazısıyla konuk edeceğim.

Bu hafta bir konuğum var

Sevgili kardeşim, yoldaşım Mehmet Bozkurt’un aramızdan ayrılışının ardından bir koca yıl geçti. Bir yıl boyunca kimi zaman kabul edilebilir gerekçelerle, kimi zaman pek de öyle gerekçeler aramadan yazmadığım haftalar oldu. Yine de birçok yazı yazmışımdır. Hatta, kesin sayı bile verebilirim; üşenmedim, saydım çünkü: Tam 44 yazı. Ama bu kez kendim yazmayacağım; Namık Kemal’e öykünebilirim, bir hafta daha yazmasam “kıyamet mi kopar!” Mehmet’i 2009 yılının 25 Ekim gününde burada yayımlanmış pek güzel bir yazısıyla konuk edeceğim. Yazının sonundaki şiirin “Yaşasın Cumhuriyet” başlığını taşıdığını, Can Yücel’in ilk baskısı 1982 yılında yapılmış Rengâhenk adlı kitabından alındığını ve şairin yazılış tarihini 2 Kasım 1980 diye belirttiğini ekleyerek…

Sunuşunu yaptık, yerini ayırdık, buyur bakalım Memet yoldaşım, söz senin:

'Cumhuriyet farzdır'

1919 Aralık ayı sonunda Ankara Dikmen’de Keklik Pınarı mevkiinde kendisini karşılayan İstanbul’dan da gençlik arkadaşı olan Ali Fuat’ın (Cebesoy) kulağına eğilip “Paşam tedarikli misin” dediği andaki halini hep merak etmiş ve bu kesinlikle en muzip hali olmalı diye düşünmüşümdür Mustafa Kemal’in.

Geriye doğru Sivas, Erzurum diye gidersek Temmuz'dan Aralık'a yoğun çalışma temposu nedeniyle ağzına içki sürmediği çeşitli kaynaklarda belirtilen Mustafa Kemal’in Dikmen sırtlarında Ali Fuat’a “ihsas” ettirdiğinin “rakı” olduğunu söylememe gerek yok.

“Rakı” sünnettir... Tıpkı hapşırınca “Elhamdülillah” demek, “kabak” yemek ya da gülünce kahkaha ile değil, tebessüm ederek gülmek gibi..

İçenin içmeyene, içmeyenin de içene bir dahli olmaması gerekir. İçmedin diye günah yazılmayacağı gibi, “kabak” yemediğin için de günaha batmazsın. Bu arada, içtin diye de öyle aman aman sevap kazanılmayacağını not olarak ilave etmeliyim... Hani bilin...

Cumhuriyet ise sünnet değil, farzdır ve bana göre Mustafa Kemal’in şahsında İttihatçılar'ın ikinci en güzel halidir.

Şöyle:

Cumhuriyete giden güzergahta 1 Kasım 1922 sabahı toplanan B.M.M’nde saltanatın kaldırılması tartışılırken, öyle kürsüye çıkıp falan değil, hemen oracıkta sıranın üstüne çıktığı an, bana kalırsa Mustafa Kemal’in en sevimli ikinci halidir. Hani ismin halleri vardır ya ‘yalın’ hal, ‘i’ hali, ‘e’ hali vs. gibi insana yakışan kimi ‘haller’ vardır ve bunlardan biri “muzip” hal ise öbürü jakoben haldir.

O da şöyle bir “hal”dir:

Hakimiyet ve saltanat hiç kimseye, ilim icabıdır diye, müzakere ile verilmez, kudretle ve zorla alınır. Nitekim Türk milleti hakimiyet ve saltanatı, isyan ederek eline bilfiil almıştır. Burada toplananlar, Meclis ve herkes meseleyi tabii görürse fikrimce çok iyi olur. Aksi takdirde hakikat gene usulü dairesinde ifade olunacaktır. Fakat ihtimal bazı kafalar kesilecektir...

Bu Mustafa Kemal’in en güzel ikinci halidir ve Saltanat kaldırılır.

Sırada Halifelik vardır. Bu cumhuriyetin ilanından sonradır.

İsmet İnönü, Fethi Okyar, Kazım Özalp, Çankaya’ya yemeğe davet edilir. Bir ayı aşkın bir zamandır Yunus Nadi aracılığı ile konuyu basında tartıştırmıştır. Saydığım zevatı ünlü sofrasına davet ederken muradı danışıp, kararında nitelikli çoğunluk sağlayıp ele güne ne kadar “demokrat” olduğunu kanıtlamak değil elbet, sadece haberdar etmek.

Bakın hem aldığı karar hem de kararı uygulamaya koyuş şekli Mustafa Kemal’in üçüncü güzel halidir. Elbette bana göre lafını eklemeliyim. Ekledim..

Davette bulunanlar arasında Meclisi “nitelikli çoğunluk” arayarak toplayıp danışalım, olmadı “halk oylaması yapalım” diyecek kadar tuhaf öneriler getirecek kimseler de olmadığı için toplantı uzun sürmez. “Yarın cumhuriyeti ilan edeceğiz.”

İsmet Paşa dışındakiler köşkten ayrıldıktan sonra minimal bir cümle daha kurar:

"Yaz İsmet... Türkiye Devleti'nin şekl-i hükümeti cumhuriyettir."

Bu İttihatçı damarıdır. Bu damarı tıkanan solcuların, yolun bir noktasında, özellikle de yol çatallaştığında enfarktüs geçirmeleri mukadderdir.

İsmet yazar.

29 Ekim günü Meclis toplanıp maddelerin görüşülmesine başlandığında, iki yıl önce, 1921 Ocak ayı sonlarında eski Kanun-ı Esasi (1921 Anayasası) tartışılırken, bu Anayasayı diktatöryal ve İslama aykırı bulan Şeyh Saffet Efendi’nin, bu defa “Biz bugün Teşkilatı Esasiyemizde Cumhuriyeti tasrih etmekle (açıklamakla) tamamiyle Hulefayı Raşidin Efendimizin (Muhammed’den sonra halifelik yapanlar) devrine rücu etmiş bulunuyoruz” diyerek Cumhuriyet kararını had safhada bir coşkuyla alkışlaması Mustafa Kemal’in bütün bir yaşamında, bazı kaynaklara göre yedinci, bazı kaynaklara göre sekizinci kez seslice gülmesine vesile olmuştur. Hemen yanıbaşında oturan Kılıç Ali’nin “ey zor sen nelere kadirsin!” lafını duymazlıktan geldiği söylenir.

Cumhuriyetin ilanının hemen akşamında verilen yemekte gazeteciler arasında bulunan Yunus Nadi Bey’in, Şeyh Saffet’in bu coşkulu desteğini, Mustafa Kemal’in “ihtimal bazı kafalar kesilecektir” lafını ettiği 1 Kasım 1922’de orada bulunmasına yorup bazı imalarda bulunması İstanbul basınını harekete geçirecek, “İttihatçı damarı” lafı piyasaya sürülecektir. İçinden geçtiğimiz şu günlerde çok sayıdaki liboşun, takkelinin, tekkelinin iki lafın arasına “İttihatçı kafası” lafını sıkıştırmaları cumhuriyetle yaşıt bir gelenektir.

Doğrudur.

Cumhuriyeti kuran damar jakoben ittihatçı damardır.

Dincisiyle, liberaliyle, "özgürlükçüsüyle", şunlar var: 1. Günde beş vakit İttihatçılara küfretmek. 2. Baş ağrıdığında tülbent ile sıkıca sarmak. 3. Sofrada sol ayak sol kalçanın altında, sağ ayak karın bölgesinde kırılmış olarak oturmak. 4. Cumhuriyetin bütün kazanımlarına salya sümük saldırıp beddua ederken tesbih çekmek. 5. Kına yakmak vs.

Bir de şu var:

Çoktandır aramızda olmayan Can Baba’nın, Can Yücel’in çok fazla bilinmediğini düşündüğüm bir şiiri. Şöyle:

Gölköy adında bir yer varmış Gelibolu’da

Televizyonda gösterdiler geçen gün.

Gelenek edinmiş köy halkı,

Ben bildim bileli bu böyledir

Diyor muhtar:

29 ekim’de toptan sünnet ederlermiş çocuklarını...

Derken ekranda entarili bir çocuk belirdi.

Kirvesi tutmuş kolundan

Yatırdılar bir kamp yatağına,

Ardından sünnetçi olacak zat boy gösterdi

Elinde bıçağıyla.

Çocuk kaldırdı başını, bağırdı:

Yaşasın cumhuriyet diye.

Bunun üzerine de ekran karardı.

Korkarım bu, sade Gölköylülerin değil, umumumuzun

Sade küçüklerimizin değil, büyüklerimizin de

Düştüğü bir tarihsel yanılgı

Çünkü sünnet değil, farzdır cumhuriyet...