Sur 'Toledo' oldu mu: Diyarbakır küçelerinden yoksulluk manzaraları

'Sur sokaklarında rengarenk değişim' ifadesiyle gündem olan Diyarbakır'da, duvarların ardındaki yoksulluk büyümeye devam ediyor.

Özkan Öztaş

Sur sokakları, Diyarbakır'ın en bilinen, simge yerlerinden. Yerel ifadesiyle Diyarbakır küçeleri denildiğinde akla her şeyden önce Sur gelir. 

Hendek çatışmalarının yaşandığı 2015-2016 yılları arasında, buradaki yoksulluk manzaralarına, bir de acılar ve ölümler dahil oldu. Tabii acı/ölüm buradan ne zaman eksik oldu ki, diye düşünmek de mümkün. Sur sokakları bir taraftan da 1990'lı yılların hafızasını taşır çünkü.

Küçe ya da kuçe Farsça kökenli bir kelime. Sokak demek. Diyarbakır Türkçesi olarak tarif edilen, dil ve tarih kongrelerinde kıyas ve kıstas kabul edilen dil yorumunun öne çıkan kelimelerindendir küçe. Sovyet Azeri müziğinin önemli isimlerinden Reşid Behbudov'un "küçelere su serpmişem" mahnısındaki küçe ifadesiyle, Diyarbakırlı emekçilerin ifadesindeki sokak aynı anlamda buluşur bu vesileyle.

Bundan bir kaç gün önce enkazı üzerinde patronların tepindiği Sur küçelerinin ranta ve talana açılmasını "rengarenk değişim" olarak okuduk. Peki öyle mi gerçekten? 

Çatışma, yıkım, hafriyat, inşaat...

AKP iktidarının memleketin dört bir köşesine "inşaat"la iz bıraktığı 20 yılın bir gerçeği. 

Hendek çatışmalarının yaşandığı Sur bölgesindeki Diyarbakır küçelerinde de insanların çektiği acılardan çok hafriyat işlerini kimin aldığı ve hurdaların kime verileceği konuşulmuştu.

Evet, insanlar bir yandan göç ederken, anılarını ve çocukluklarını geride bırakıp evlerinden edilirken, gencecik insanlar karanlık bir savaşta hayatını kaybederken; sokaklarda, bu süreci iştah kabartarak seyreden patronlardan söz ediliyordu. 

Sözü edilen rant ve talan öyle gizli kapaklı, kimsenin bilmediği şeyler de değildi üstelik.  

İhale alan şirketlerin bazıları "ticari sır" gerekçesiyle gizlendi. Bilen biliyor tabii ama içerisinde Kürt siyasetine de AKP'ye de yakın profil çizen bazı şirketler arasında pay edilen bu operasyonun tek bir çıktısı vardı: Tarihi Sur sokaklarını savaşın sunduğu olanaklarla yıkıp ranta ve piyasaya açmak. 

Sur ilçesinin nüfusu resmi kayıtlarda 100 bin olarak geçiyor. Ve çatışmaların yaşandığı süreçte - AKP'nin 2016 yılında Afyon kampında kendi çıkardığı bilanço defterine göre - nüfusun yüzde 22'sinin göç ettiği ifade ediliyor.

Göç eden ailelerin bir kısmı eski hayatlarından, evlerinden tamamen vazgeçmek zorunda kaldılar. Bir kısmıysa TOKİ'ye borçlandırıldı.

Sur'da 4 mahalle tamamen yıkılırken 8 mahalleye de giriş çıkışlar yasaklanmıştı. Buradaki toplam nüfus ise kabaca 20 bin kişiyi kapsıyordu.

Tam bu süreçte, o dönem iktidarın baş temsilcilerinden Ahmet Davutoğlu "Kimse merak etmesin yıkılan yerlere çok güzel evler yapacağız Diyarbakır, Toledo gibi bir şehir görünümüne kavuşacak" açıklaması yapmıştı. Bir benzerini hatırlarsanız Manavgat yangını sürecinde Antalya Gündoğmuş ilçesinin AKP'li Belediye Başkanı demişti. Hükümet evi yanan herkese çok güzel evler yapacaktı, evi yanmayanlar da keşke benim de evim yansa diyecekti.

Sonuçta burada yıkılan evler parası olanlara peşkeş çekildi. Kendi evlerini satın alma gücü olmayanlar şehrin uzağındaki toplu konutlara taşındı, Sur'un orta yerinde rant ve talana açılan yeni bir alan var edildi.

Peki bugün? Paravanların ardındaki yoksulluk...

Sur'da yaşananlar sıradan bir haber cümlesi gibi duran "yerel yatırımcıların imkanlarıyla dönüşen Sur" ifadesinde özetlenebilir.

Yerel yatırımcılar denilen sermaye sahipleri, her savaşta olduğu gibi burada da ellerini kanla ve kârla ovuşturup beklediler. 

Diyarbakırlı yoksul emekçilerin ise hayatı allak bullak olmuştu. Sur'da geride kalanlar ise o yoksulluğu yaşamaya devam ediyor. Ancak kameraların göstermediği yerlerde. Öyle çok uzakta falan da değil, o turistik sokakların hemen arkasında. 

2019 yılının Ekim ayında Sur'da yaptığımız bir röportajda Ben û Sen mahallesinde yaşayanların söylediği şey hala güncelliği taşıyor: "Biz yoksuluz, mahallemiz de yoksul. Baksanıza, sokakta gezen kedimiz bile aç.

Sur sokaklarında turistlerden kaçırdıkları bu yoksulluk ayan beyan ortadadır. Birçok eve aylık sadece 2 bin lira para girdiği, dayanışma örnekleri olmadan birçok ailenin yaşama şansı bulamadığı gerçeklik, birçok araştırmanın ve analizin kayıtlarında yer almaktadır. Üstelik bunlar rakamlardan öte hayatın içindeki canlı örneklerdir. 

Çatışmalarından ardından hangi firmaların nasıl ihaleler aldığı, hangi kaynakları talan ettikleri, evinden edilen insanların varlıklarının nasıl el değiştirdiği az çok konuşulsa da hala tüm boyutlarıyla bilinmiyor.

Diyarbakır'ın bu en yoksul kesimi kentin orta yerinde ve kent olanaklarından mahrum bir şekilde, yaşamaya çalışıyor.

Dolayısıyla da bir çok insan kriminal olayların içine atılıyor çaresizce. Böyle olunca da turistlerin yürüyeceği sokaklarda yoksulluk manzaralarının önüne çekilen duvarlar süslenerek bir gerçek gizlenmek isteniyor. 

Dışarıdan bakanlar için belki bir nebze başarılı da olabiliyorlar. Ancak Diyarbakırlı emekçiler artan fiyatlar, hayat pahalılığı gibi sorunlarla can çekişiyor bir yandan. Onca yoksulluk varken, kameraları sadece Toledo iştahıyla başlatılan ranta ve dönüşüme odaklamak ve sokaklarında iki bardak çay içilecek yerleri Hendek Savaşlarındaki dönemle mukayese etmek en kibar ifadesiyle kötülüktür. 

Sermaye sınıfı Diyarbakır'da zaferini Sur sokaklarına bir bayrak gibi diktikleri kentsel dönüşümle ilan etti. Ancak yoksul emekçilerin mücadelesi devam ediyor. Sur'daki emekçilerin geleceğe umutla baktığı, yoksulluğun ve sömürünün tarihin çöplüğüne atıldığı gün, Diyarbakır küçelerindeki emekçilerin mutluluğu da bizim bayrağımız sayılacak.

Fotoğraflar: Çekdar Aslan