Sokullu'da Rönesans'ta Prof. Dr. Şenol'un katılımıyla aşının toplumsal önemi konuşuldu

Sokullu’da Rönesans'a katılan Prof. Dr. Esin Davutoğlu Şenol 'Türkiye'de Aşının Toplumsal Anlamı ve Aşı Karşıtlığı' üzerine bir sunum yaptı.

soL - Ankara

Ankara Sokullu Semt Evi’nde birçok önemli bilim insanı, sanatçı, edebiyatçı ve mimarın eserlerini tanıtıp konferanslar verdiği ve birçok dost kurumun katkılarıyla gerçekleşen "Sokullu’da Rönesans" etkinlikleri devam ediyor. 

Hafta sonu gerçekleşen etkinlikte konu başlığı “Türkiye'de Aşının Toplumsal Anlamı ve Aşı Karşıtlığı” olurken, etkinliğin kolaylaştırıcılığını Prof. Dr. Erhan Nalçacı, sunumunu ise enfeksiyon hastalıkları uzmanı Prof. Dr. Esin Davutoğlu Şenol yaptı.

Nalçacı katılımcıları selamladıktan sonra yaptığı konuşmada Sokullu’da Rönesans etkinliklerinin anlamı üzerinde durarak şunları söyledi:

'Sokullu'da Rönesans yeni bir ülke umudu'

"Sokullu’da Rönesans çok özel bir şey oldu. Sonuçta ülkeye bakıyorsunuz umut edecek bir şey bulmakta güçlük çekiyorsunuz. Siyasi anlamda veya diğer anlamlarda. Cumhur cephesiyle, Millet cephesiyle, aydınlık bir gelecek yaratan gönlünüzü rahatlatacak bir duygu bulmakta güçlük çekiliyor. Gençler bu ülkenin yetiştirdiği çok önemli kadrolar yurt dışına kaçıyorlar. O umutsuzlukla ilgili bunlar. Burada çok küçük bir şey yapmaya çalıştık. Sokullu’da bir emekçi mahallesindeyiz. Onları daha örgütlü bir hale getirmek için çok mütevazı ve iyi niyetli çalışmalar yapılıyor. Burada Rönesans derken şunu kastediyoruz. Bir umut ışığı yakabilir miyiz? Bu ülkenin aydınlarına bilim insanlarına sahip çıktığımızı gösterebilir miyiz? Onlarla bir gelecek inşası için ışık yakabilir miyiz? Sokullu’da Rönesans’ın anlamı budur. Bir yeni ülke umudu aslında. Ona dönük bir faaliyet…

Nalçacı konuşmasının ardından katılımcılara Esin Şenol’un hayatı ve çalışmaları hakkında bilgi vererek etkinlik boyunca da Şenol’a sorular yöneltti:

Covid 19 pandemisinden önce örgütlü bir aşı karşıtlığı toplumda görüldü. Covid 19’la beraber bu patladı. Daha organize hale geldi. Otuz yıldır bir gericilik dönemi içinde yaşıyoruz. Onunla da parelel bir aşı karşıtlığı var. Gericilik dönemiyle birlikte giden... Siz en cephede mücadele eden birisi olarak nasıl kategorize ediyorsunuz? Neden bu kadar aşı karşıtlığı oldu? Hangi toplumsal kaynaklardan beslendi?

Prof. Dr. Esin Davutoğlu Şenol: Gerçekten bilimin kahramanca savunulmaya gereksinimi olması nasıl bir trajedi içinde olduğumuzu gösteriyor. Aslında hiçbir trajedi, dekorundan bağımsız düşünülemez. Bu trajedinin dekoru hem pandemi hem coğrafya. Ben pandeminin başında kısa süreli bir romantizm yaşamıştım. Çünkü aslında bilim yapıyordum. Bir kozada bilim yapıyordum. Bizim bütün başarılarımızın insan türü olarak bazı yan etkisi var. Biz yirminci yüzyılı bitirirken iki dünya savaşı, büyük ekonomik sıkıntılar ve bir salgın ve onun peşi sıra İspanyol gribinin izdüşümü olan salgınları yaşamış yüz yıl insanı olarak yirmi birinci yüz yıla şöyle çıktık. Ortalama kırk beş yıl olan insan yaşam ömrü aşılar, antibiyotikler ve halk sağlığı önlemleriyle yetmiş beş yaşına kadar uzamıştı. Ama yetmiş beş yaşına kadar uzatılan ömürlerin bir bedeli var. Çünkü doğaya rağmen bir müdahale ile uzatma bu. O da kırılgan bir nüfus. Kırılgan nüfusların sağlıklı yaşatabilmenin en iyi yolu enfeksiyon mücadelesidir…

Aşı karşıtlığı ve aşı tereddüttünün birbirinden çok farklı şeyler olduğunu söylemek durumundayım. Çiçek yüz yıllara damgasını vurmuş bir hastalık. İmparatorlukları çökerten, biyolojik savaşta kullanılmış bir hastalık. O aşı bulunduğunda bile çiçek aşısı vurulan kişilerin inekler gibi boynuzu çıkacağını gösteren resimlerle karşı çıkanlar olmuş…

Aşı çekincesi erişkinin çok yaşadığı bir şeydir. Biz on sekiz yaşımıza kadar başımıza ne gelmişse onu atlattıktan sonra bir daha enfeksiyonlar bize dokunmayacak zannederiz. Bu pandemiyi anımsatayım size. Erişkinden başladı. Çocuklar çok daha hafif atlattı…

Öyle bir iklimdi ki dünya büyük bir alışveriş merkezi, herkes çılgınca ne için aldığını bilmediği şeyleri yığıyor. Ne için kullanacağını bilmediği paralar kazanıyor. Ama bilimin ürettiği bu teknolojilere küçük bir azınlık erişebiliyor. Bu iklimde bilimin bize sunabileceği tek bir ödül vardı. O da aşı…

'İki sene boyunca dedim ki suç örgütleri bunlar'

Aşı karşıtlığının kodları Türkiye’de tarikatlarda açılır. Suç örgütleri gibi kendilerine dernekler kurdular. Ot satıyorlar, çöp satıyorlar. Beni günlerce yağmalıyor bir kişi. Sonra o kişi, ekran paylaşımına doyamayan fitoterapist ünlü bir kişinin bitki tedarikçisi çıkıyor. Beni öldürmeye gelen kişi, bir sahte doktor. Afrika’dan sürekli gidip geliyor. Şaka yapmıyorum. İnanan kişilerin saflığını anlayın diye anlatıyorum. Eline biçki dikiş aletleri alıp ben kadın doğumcuyum deyip. Bir tane akciğer çıkarıp koyuyor videolarında. O insandan kanser ilaçları satın alıyorlar. Öyle bir şov yapıyor ki “benim elimden kimse kurtulmaz, benim adım avcıdır” diyen yola düşmüş bu kişi. Aklı hayalinize gelmeyecek partilerin ilçe başkanlığını yapmış. 
İki sene boyunca dedim ki suç örgütleri bunlar. Hepsi organik bağlarla birbirlerine bağlı. Onun için bilim karşıtlığına ihtiyaçları var…

Bizim zamanımızda aşı devlet tarafından üretiliyordu. Sonra Türkiye aşı üretme yeteneğini yitirdi. Dünyada da uluslararası tekellere üretiyor. Bunu da kullandılar aşı karşıtları. Sonuçta kâr elde etmek için şirketler aşı üretiyorlar. Buna karşı nasıl mücadele etmek gerekir?

Aşı karşıtlığı mücadelesinde çok ciddi bir felsefi, psikolojik, sosyolojik veya siyasi bir argüman olmadığını söyleyeyim. Aşı karşıtlığı ile aşı çekincesi ve tereddütü arasındaki en önemli fark da odur. Saptır/saldır diye bir yöntemle, bilim insanlarını ya da bu konuda sözü geçen insanları itibar zedelemesi karalama gibi süreçlerle ve toplam yirmi otuz tane argüman üretip tükettikçe öbürüne dönerek. Çok yaratıcı bir şey yok…

Bana sağlık nasıl normale döner diyorlar. Cumhuriyetin ilk yıllarına dönersek yeter diyorum. O yıllara dönersek, o ruhu bulursak, o eşitlikçiliğe dönersek yetecek bize. Bizde var bu ipuçları. Kendi geçmişimiz. Biz çok savrulduk. Ve bu nedenle ikiye ayrılıp kutuplaştırılıyoruz…

Hekim toplumcudur. Hangi politik görüşten olursa olsun. Hastası ölmesin diye gecesini gündüzüne katan kişidir. Pandemi dönemi koridorlarındaki bütün arkadaşlarımı ben affettim. Kızdıklarım vardı. Sessiz kaldıkları için suçladıklarım için suçladıklarım vardı. O kadar büyük şeyler yaptılar ki anlatamam. Bir insan ölmesin diye evlerine çocuklarına gitmediler. Ceplerinde para yoktu. Gazi'nin taksicileri kapının önüne diziliyordu. Gazi çevresindeki esnaf börek, pide falan yığıyordu. Biz günlerce öyle yaşadık. Bu toplumsal dayanışmanın nasıl canına okunabilir! Kim olduğu ne olduğu hiç umurumuzda değildi. Biz de onlar için öyleydik. Politik olarak bu kadar canına okunabilir. Hangi din, hangi görüş bunu isteyebilir. Yaşamaktır tek kutsal olan.

'Güçlü bir birinci basamağa muhtacız'

Sonuçta seksenden önce bu ülke aşısını üretiyordu. Doksanlardan itibaren üretememeye başladı. Seksende YÖK kuruldu. Türkiye’de bilim üretiminde çok önemli değişiklik oldu. Biz hepimiz uluslararası yayın yapmak için koşullandırılmış olduk. Siz de dahil olmak üzere çok önemli biyoteknologlarımız var, enfeksiyon hastalıkları uzmanlarımız var. Sizlerin binlerce yayını var bence ama ülke kendi aşısını üretemiyor. Biz eskiden bu kadar uluslararası yayın yapamıyorduk. Ama ülke kendi aşısını yapıyordu. Bunu nasıl izah edersiniz?

Dünyada en kalabalık on dokuzuncu ülkeyiz. Bu nüfusun pandemi öncesi yüzde kırk dokuz buçuğu yoksulluk sınırındaydı. Açlık diyeceğiz artık. Yoksulluk ve açlık kırılganlıktır aynı zamanda. Yani aşıya çok muhtacız. Kendi aşımıza ve bu modele uygun bir sağlık sistemine güçlü bir birinci basamağa çok muhtacız. Bir yandan da dünya ile bağlantımız kopmayacak bir şekilde bunu yapmamız lazım. Çünkü içerdeki kaynak hem yetmeyecek gibi hem de ben insanlığında bu ilişki ve iletişiminin hep çok önemli olduğunu çok geliştirici olduğunu düşünenlerdenim. 

Konuşmaların ardından katılımcıların katkı ve soruları cevaplandı. Etkinlik kapanış konuşmasını Sokullu Semt Evi sorumlularında Müge Gönüllü yaparak “Biz Sokullu Semt Evi olarak buradaki mahalleyi güzelleştirmek, dayanışarak bir yere getirmek istiyoruz. Buranın duvarında boyasında, sahnenin kurulmasında hep el emeği var. Sizlerin de katkılarınızı bekliyoruz. Şubat ayında Rönesans etkinlikleri devam edecek” dedi.

Etkinlik sonrası Semt Evi Resim Kulübünden Sema Biçer’in hazırladığı heykeller etkinlik hatırası olarak Nalçacı ve Şenol’a iletildi. 

Sokullu’da Rönesans’ın şubat ayı etkinliklerinin izlencesi şu şekilde:

4 Şubat 2023 Cumartesi 15.00
Söyleşi: İnsan Bencil Mi?

Konuşmacı: Doç. Dr. Nevzat Evrim ÖNAL

25 Şubat 2023 Cumartesi 15.00
Söyleşi: Cumhuriyet Ankara’sının Tahrip Edilmesi

Kolaylaştırıcı: Ali Haydar ALPTEKİN 
Konuşmacı: Tezcan KARAKUŞ CANDAN