Avrupa’da en çok 'çalışan' ülke hangisi?

OECD’nin geçtiğimiz hafta açıkladığı veriler “Yunan halkı tembel olduğu için krizde” iddiasının saçmalığını bir kez daha ortaya koydu. Aynı mantıkla bakıldığında “en çok çalışan” olması gereken Almanya, OECD ülkeleri arasında ortalama çalışma sürelerinin en kısa olduğu ikinci ülke.

Ekonomik Kalkınma ve İşbirliği Teşkilatı (OECD) tarafından 11 Temmuz günü yayınlanan İstihdam Görünümü 2012 (Employment Outlook 2012) raporunda, çoğu Avrupa’da bulunan OECD üyesi ülkeler arasında işçi başına ortalama yıllık çalışma saatleri de yer alıyor. Verilere göre 34 OECD ülkesinde işçi başına ortalama çalışma süresi, 2004 yılında ortalama 1.812 saat, yani haftada 34,8 saatken, 2011’de yıllık 1.066 saate (haftada 34,2 saat) düşmüş durumda. 7 yıllık dönemde yıllık çalışma sürelerinin en büyük düşüş kaydettiği ülkeler 185 saat ile Şili ve 125 saat ile İrlanda.

Bu durum, krizle birlikte üretken faaliyetlerin yavaşlaması sonucu tam zamanlı çalışanların bile iş başında geçirdiği sürelerin azalmasından kaynaklanıyor. Ancak daha önemlisi, yarı-zamanlı çalışmanın giderek yaygınlaşması... OECD’nin tamamında yarı-zamanlı çalışanların tüm çalışanlara oranı özellikle krizle birlikte artışa geçmiş durumda ve 2007’de yüzde 15,4 olan yarı-zamanlı çalışanların oranı, 2011’de yüzde 16,5’e yükselmiş.

Avrupa'da en çok Yunan işçisi çalışıyor
Bilindiği üzere, Avrupa’daki borç krizi Yunanistan’da patlak verdiğinde ana akım medyada ve neoliberal iktisatçıların değerlendirmelerinde krizin sorumlusu olarak emekçilerin yüksek işsizlik maaşları ve nedeniyle çalışmamayı “tercih etmesi” ve yıllardır AB'den gelen finansmandan "beslenmesi" gösteriliyordu. Oysa Yunanistan’da iş arayan milyonlarca insanın iş aradığı halde bulamadığını, başka bir deyişle ekonominin insanları istihdam etmeye yetecek olanakları yaratamadığını yüzde 22,5’e ulaşmış olan işsizlik oranı gösteriyor.

soL’da daha önce hazırladığımız bir haberde, ülkede yaşanan neoliberal dönüşümler ve sermaye sınıfının kâr hırsı nedeniyle ekonominin bankacılık ve finans sektörüne doğru kayması sonucu tarımın ve sanayinin çökertildiğini, bu durumun yapısal işsizliği görülmedik seviyelere çıkardığını belirtmiştik.

OECD’nin son raporunda, Yunanistan yılda 2.032 saat (haftada 39,1 saat) ile yine OECD üyesi Avrupa ülkeleri arasında yıllık çalışma süresinin en uzun olduğu ülke oldu. Avrupa ülkeleri arasında Yunanistan’ı yılda 1.980 saat ile Macaristan ve yılda 1.937 saat ile Polonya takip ediyor.

Rapora göre Avrupa’da yıllık ortalama çalışma sürelerinin en kısa olduğu ülke ise 1.379 saat ile Hollanda. Hollanda’nın yarı-zamanlı çalışmanın yüzde 37,2 ile en yaygın olduğu ülke olması bu durumun en önemli nedeni. İşçilerin yüzde 22’sinin yarı-zamanlı çalıştığı Almanya ise yılda ortalama 1.413 saat (haftada 27,2 saat) ile OECD içerisinde çalışma süresinin en az olduğu ikinci ülke. Başka bir deyişle, Yunanistan’daki bir işçinin ortalama çalışma süresi Almanya’daki bir işçiye kıyasla yüzde 43 daha uzun.

Raporda ilgi çeken bir diğer nokta, çalışma sürelerinin kısa olduğu ülkelerin genellikle kişi başına üretim düzeyi yüksek olan ülkeler olması. Bu durum ise, üretim sektörlerinde teknolojik gelişme ve emek verimliliği düzeyinin daha yüksek olduğu ülkelerde toplamda çalışılan sürenin daha kısa olmasına rağmen daha yüksek üretim çıktısı sağlanabilmesinden kaynaklanıyor. Dolayısıyla örneğin Almanya, İsveç, Finlandiya, Avusturya gibi ülkelerin ekonomik açıdan görece güçlü olması insanların daha uzun süre çalışmalarıyla değil, üretim sürecinin genel olarak daha verimli olmasıyla, yani nispi artı değerin yüksekliğiyle ilgili.

İşsizlik daha çok tartışılmaya başlandı
Öte yandan, Avrupa’da kriz derinleşmeye ve tüm dünya ekonomisi üzerinde ciddi sıkıntılar yaratmaya devam ederken, işsizlik özellikle gençler arasında ciddi boyutlara ulaşıyor ve bu durum dünya kapitalizminin önde gelen kurumlarının ardı ardına yayınladığı ekonomik raporlarda da gündeme yerleşiyor. Uluslararası Çalışma Örgütü (ILO) krizin başlangıcından beri Avro Bölgesi’nde 4 milyon insanın işini kaybettiğini ve önlem alınmazsa önümüzdeki dönemde 4,5 milyon kişinin daha işsiz kalacağı uyarısında bulundu. ABD’de de ekonominin sene başından beri yavaş da olsa bir toparlanma görünümü vermesine rağmen işsizlik yüzde 8’lerin altına düşürülemiyor.

IMF, OECD, ILO gibi kuruluşların esas derdinin ise işsizliğin artması değil, işsizlik nedeniyle toplumda artan gelecek kaygısıyla birlikte insanların sistemi sorgulamaya yönelme potansiyelinin de artması olduğu biliniyor. Başka bir deyişle bu kuruluşlar -kapitalizm koşullarında zaten mümkün olmadığı ortada olan- işsizliğin ortadan kaldırılması ile değil, “kabul edilebilir” seviyelere çekilmesi ile ilgileniyorlar. Zira “kabul edilebilir” düzeyde işsizliğin var olması, patronların işçi ücretleri ve çalışma koşulları üzerinde ciddi bir baskı kurabilmelerini ve işçilerin daha azına razı olmalarını sağlıyor.

(soL - Ekonomi)