Yönetilemeyen ülke

Çok ağır bir yönetememe hali yaşıyoruz... Önceki hafta Türkiye savaşa sokuldu. İmzalanan anlaşmadan hareket edersek, ülkeyi yönetenlerin savaştan muradının ne olduğuna dair bir fikir geliştirebiliriz: Sonuçta AKP İdlib’de birtakım cihatçı çetenin ve onları koruyan TSK’nın varlığı için uzatma aldı. Ortada başka bir şey yok. 

Ha, bir de “silahlı insansız hava aracı” reklamı var bol bol. İşte bunlar için öldüğümüz ve öldürdüğümüz anlaşılıyor. 

Bu, dış politika mıdır? Bu, yönetmek midir?

Göçmenler peki? Ne oldu bakanın kaçak geçiş sayacı? Sınıra gönderdik dedikleri özel harekât polisi hâlâ orda mı? Ne yapacaklar, bilen var mı? 

AB’den para istemenin kabadayı hali…

Libya vakasını anlamlandıracak birkaç tuhaf unsur vardı. Birincisi Akdeniz’de bir İslamcı iktidar peydahlamak için AKP’nin inisiyatif alması. Yalnızca Türkiye taşeronluk ihalesini alırsa bu inisiyatifin başarı şansı olur. İkincisi İdlib’den boşa çıkan çetelere iş bulmak gerek. İşsiz kalırlarsa kontrolsüz yani riskli olabilirler. Ne de olsa bu İslamcılarda ideoloji bahane, para şahane. Üçüncüsü de Doğu Akdeniz doğal kaynaklar “maçı”. Ama Libya ile Türkiye arasındaki Akdeniz parçasının üstünde cetvelle çizgiler çizince, içinde büyük petrol tekellerinin yer aldığı karşı ittifakın dağıldığı falan yok. Geriye ne kaldı? Barış’ları içeri atmak için mazeret türetilen bir cenaze töreni. Saçma görünmüyor mu?

Ve virüs! Dünyaya kit satmaya niyetlenmişlerdi önce. Satsalardı, kesin ballandıra ballandıra anlatırlardı. Okulları kapatan ama camilerde ahaliyi toplayıp “kalabalıkta durmayın” vaazı veren bir kriz yönetimiyle karşı karşıyayız. Taşıyıcı olma riski taşıyan binlerce öğrenciyi, önceki gün itibariyle memleketin en ücra köşelerine yollamış bulunuyoruz. Çaresizlik; gençler üniversitenin bulunduğu kentte kalsalar, yurt tuvaletlerine sabun koymak falan gerekecek. Risk konusunda fazla konuşamıyor bakanımız, hangi hastanede ne olduğunu söylese her biri kâr amaçlı bir şirket olan hastaneler arasında haksız rekabete neden olmak var! Ortada “inşallah bir şey olmaz” duasından süzülüp gelen ölüm kokusu var, politika yok.

Saatlerimizi biraz daha geriye alırsak depreme varıyoruz: Artık Türkiye çok iyi enkaz altından insan çıkartıyormuş! Sallantıda ayakta kalmayacağı kesin binalara müdahale edemiyoruz, ama enkazı kaldırırken çok iyi film çekiyoruz... Bravo, ama bu bir yönetememe halidir. 

*    *    *

Türkiye böyle değildi... Türkiye’de egemen güçler ara ara büyük projeler ortaya atar, ama onca afra tafradan sonra duvara çarparlardı. Sonrası kriz! Türkiye egemenleri, asıl kriz yönetme ustasıydı. 

Kriz yönetiminin olağan bir yönetim olmadığı açık. Dolayısıyla bizim ülkenin olağan halinin krizle iç içe olduğunu söylememizde de herhangi bir sakınca yok, abartı yok. 

Sonra dünya değişti. AKP’ye de eski Türkiye’yi yıkma görevi düştü. Ne dünyada tarihin sonu geldi, ne Türkiye tarihin sonuna erişip huzuru bulan bir dünyanın eşit üyesi oldu. Eskiden kriz duvara çarpınca patlardı, şimdi eşyanın sıradan hali kriz oldu. 

Bir farkla ki, bu dönemde krizi yönetmenin aracı krizin kendisi!

Kentler kâr için ölüyor. Depreme dayanıklı hale getirmek kâr anlamına gelmediği için kentlerin depremle yıkılmasını bekliyorlar! Sanki korona sayesinde de emeklilere harcanan toplam paranın düşmesini umuyorlar!

Politikaları yok, yönetme becerileri yok dedim ya. Bir açıdan itiraz edilebilir buna. Kapitalizm artık bir yıkım ve ölüm politikasıdır. 

*    *    *

Kapitalizm kendiliğinden çökmez. Bizim müdahalemiz olmadan hayat bu biçimde devam ederse, bilin ki düzenin enkazında emekçiler kalır. Yönetemiyorlar diye bu nedenle sevinemiyoruz. İşçi sınıfımızın yönetme yeteneğine sahip hale gelmesi için zaman daralıyor… Biz de hızlanıyoruz…