Grev

Sürpriz bir gelişme olmazsa yarın bir genel grev yaşayacağız.

Bu genel grevi sendikaların ilan etmediği açıktır. Bu yönde ne bir hazırlığın ne de isteğin söz konusu olduğunu anlatan kişi, en büyük konfederasyonun başında. AKP'li Kumlu'nun genel grev yaptırtmamak amacıyla durumu olduğundan geride gösterdiği düşünülebilir. Ancak diğer konfederasyonların da bu yönde bir eğilimlerinin, gündemlerinin olmadığını daha önce bu köşede yazmıştım... Kaldı ki, Kumlu'nun sektör ve sendika adı vere vere, “ona soruyorum, yapamam, ötekine dönüyorum, olmaz diyor...” diye naklettiği tabloyu kamuoyu önünde reddeden kimse de çıkmadı, bildiğim kadarıyla.

Bu genel grevi soL portal'ın yerinde manşetiyle hükümet “ilan etmiştir.”

Siyasetin kuralları işliyor. Erdoğan önderliği geri adımların sonunun gelmeyeceğini sezmekte ve bir takım manevralarla bu badireyi atlatmaya çalışmaktadır. Tekel işçilerinin hükümete yaşatacakları yenilgi bu konuyla sınırlı kalacak olsaydı, sorun belki de çoktan çözüme bağlanır, hükümet basbayağı taviz verirdi. Ama AKP işçi direnişinin bütün sınıfa ve bütün memlekete örnek oluşturmasından endişeye kapılmış ve kendi cephesinden direnişe geçmiştir. Hükümetin bu tutumu kimi yorumcuların yansıttığı gibi manasız bir inatçılık değildir. Bu bir siyaset yasasının bilincidir.

Gerilemenin sonu olmaz... Hükümetin bellediği ders bu. Ancak şu ana kadarki mevzi savaşların tamamını işçi sınıfının kazanmış olması, gerilemenin aslında başladığı anlamına geliyor.

Birinci alan kaba şiddetti. Polis saldırısıyla direnişin bir kent meydanından ara sokağa taşınmasını hükümetin başarı hanesine yazamayız. Zaten uzun süreli bir direnişin lojistik gereksinimleri açısından Türk-İş binasının önü ve içi çok daha elverişliydi. Ayrıca saldırı, şiddeti oranında Tekel işçilerinde mücadeleyi tetikledi. Birinci raunt işçi sınıfına yazdı.

İkincisi sessizlikti. Doğan medyanın da katıldığı bir politikayla, ilk günlerinde ilgi toplayan direniş on günden sonra kendi haline bırakıldı. Geri dönüş için neredeyse bir ay daha geçmesi gerekti. Medyanın uyguladığı sabır testinden başarıyla çıkan işçi hareketi yeniden ana haber bültenlerine, manşetlere dönerek bu ikinci mevzi savaşını da kazanmış oldu. Muhalif medya için Tekel direnişi AKP ile hesaplaşmasının konularından biri olabilirdi artık.

Hükümet ise direnişi bitiremeyince, tersine uzatarak işçi sınıfının kondisyon zayıflığından sonuca varmayı denedi. Üstelik konu sadece eylemcinin fiziki ve moral açıdan yorulması da değildi. Saatler döndükçe sözleşme süresinin de sonuna geliniyordu... İşçi sınıfı, en fazla gitgel yaşadığı, güçlük çektiği bu raundu da kazanmış durumda. Erdoğan'ın bin bir afra tafra içinde de olsa Şubat sonuna kadar diye süre vermesi rahatlıkla böyle yorumlanabilir.

Genel grev, işte şimdi, hükümetin dördüncü mücadele alanı, işçileri test konusu veya sınav sorusu olarak gündeme girmiştir. AKP, sendikaların yapmak istemediklerini açık ettikleri bir alana işçileri iteklemekte ve genel grevin fiyaskoya dönüşmesini beklemektedir.

Sürecin şimdiye kadarki kısmı bile işçi sınıfı açısından kazanımlarla dolu. Daha fazlası ise mümkün olmaya devam ediyor.

Bunun için genel grevin muazzam ve mutlak başarısı da gerekmiyor.

Zaten Türk-İş'in başkanını daha ileri taşıyacak bir güç icat edilmiş değil. Türk-İş'in ABD eliyle kurulmak, devlet eliyle örgütlenmek, 12 Eylül'e bakan vermek geleneği zamanın genel sekreteri Şemsi Denizer'in “pijamalı genel grev” icadıyla sürdürülmüş ve bugün Kumlu'nun “ben evimde otururum” açıklamasıyla yinelenmiştir. Bu değişmez. Türk-İş geleneğinin Türk Kamu-Sen, Memur-Sen, Hak-İş gibi yapılarla tahkim edildiği de açıktır. Öte yanda DİSK'in eylem gücü yoktur, KESK'in ise sınıf gündemi zayıftır. Geriye sendikaları çevreleyen meslek örgütlerinin parçalı güçleri kalmaktadır. Sendikal ağın etkinliğini aşacak, hiç olmazsa belirli kritik momentlerde bu ağı zorlayacak politik merkezli bir başka odak, bir anlamda bizim deyimimizle “yeni bir işçi hareketi” de henüz kendini kanıtlamış değil. Bu koşullarda muazzam ve mutlak başarı aranamaz.

AKP tam da bu gerçekliğe yaslanıyor. Daha önce polis gücüne, sessizliğin boğuculuğuna, sinir harbine yaslandığı gibi...

Ama bir üst paragraftaki durumu sadece siyaset erbabı veya analizciler değil, işçi sınıfının kendisi de biliyor. Zayıflığımızın bilgisinin Erdoğan'ın akıl bile erdiremeyeceği bir avantaja dönüşmesi mümkündür. Zaman ve mekandan bağımsız, evrensel bir takım kriterlere vurulduğunda notu tartışmalı bir eylem düzeyiyle bile yeni bir raundu kazanmak son derece mümkündür.

Yarın akşam sonuç belli olacak. Muhtemelen hükümet iş bırakılmayan örnekleri abartacak. Ancak bugün toplumda genel grevin ulaştığı meşruiyet düzeyi, en fazla ve bizim açımızdan en kötümser tahminle bir pat durumunun oluşabileceğini söylüyor. AKP'nin öncekilerden daha ağır bir yenilgiyle köşesine dönmesi ciddi olasılıktır.

Sonrası gündelik reflekslerin ve siyasal aklın konusudur. AKP başka konularda sergilediği ve kanıtladığı yeteneklerini işçi sınıfı karşısında tekrarlayamamaktadır. Hükümet açısından yitirilen her mevzi savaş, bir sonrakinin kazanılma olasılığını düşürür. AKP'nin önceki günlerde sunduğu uzlaşma, daha doğrusu boyun eğdirme ve/veya greve itekleme paketini yalayıp taviz vermesi mümkündür ve buradan sadece Tekel işçilerinin zaferi çıkmakla kalmaz.

Buradan moral üstünlüğün işçi sınıfına geçmesi çıkar. Bu, uzun süredir bizim politik mücadelemizin belirgin stratejik hedefi, işçi sınıfını siyasete taşıma çağrı ve çabamızın özetidir.

Buradan özelleştirmelerin tamamının, işsizliğin bütününün, AKP döneminin tümünün, giderek neo-liberal gericilik çağının masaya yatırıldığı bir toplumsal ortam çıkar. Bu, bir yıl önceki TKP kongresinin sözlerinden biri, parti programının yeni “Giriş” bölümüdür.

Buradan yeni bir işçi sınıfı hareketi filiz verir. Bu Yurtsever Cephe İşçi Birliği değil midir?