Kimse kusura bakmasın, bu çürümüş düzeni tek başına AKP kurmadı. O, çürümüş olanı devraldı, ömrünü uzattı. Görüp dehşete kapıldığınız ise bir yürüyen ölüler düzenidir. 

Yürüyen ölüler düzeni

Bir İslamcı hareket var. Esinini aldığı Said-i Nursi başlangıçta İttihatçılarla içli dışlıydı, zamanının etkili gizili teşkilatı Teşkilat-ı Mahsusa’nın içindeydi. Devletle ve ona rengini veren ideolojilerle, Osmanlı’da ve Cumhuriyet’te, hep inişli çıkışlı ilişkileri oldu. Bununla birlikte devletin kucağından hiç inmedi. 31 Mart 1909 gerici ayaklanmasından bugüne miras kalan tek şahsiyet o. Bir din “ulu”su olarak sunulmaya çalışılıyor ama ölümüne yakın Adnan Menderes tarafından şehir şehir dolaştırılan bir seçim kuklasına dönüştürülmüştü. Amerikancı, antikomünist ve cumhuriyet düşmanıydı, akıl sağlığı bozuk tuhaf bir kişilikti. Kullanıldı, atıldı. Bugün İslamcı hükümete darbeye kalkıştı diye kovalanan, kovuşturulan Fethullahiler onun talebeleridir. 

Fethullahçılık, Said-i Nursi risalelerini okuma, yorumlama, çoğaltma üzerinden ilerleyen Masonik bir tarikattı. Faaliyetlerinin tamamını “hizmet” diye tanımlıyorlardı. Hizmet dedikleri Said-i Nursi risalesi yayma ve propaganda etme faaliyeti özünde. Kurdukları denklem basitti; Ahir zamanda yaşıyordu Müslümanlar. Komünist-Materyalist felsefenin bilimi de arkasına alarak imana karşı büyük bir saldırı yaptığı bir dönemdeydik. Hizmet, yaklaşan bu felaketi önlemek için yapılan bütün faaliyetlerdi. Mehdi gelecek, imanı kurtaracak, hilafeti geri getirecek ve şeriat ilan edecekti. Komünizm ahir zamanın büyük deccalıydı ve bu nedenle esas mücadele Komünizme karşı mücadeleydi. Mehdi Said-i Nursi’ydi, o ölünce postu Fethullah Gülen’e kaldı. Gelmeye yeltendi, adına 15 Temmuz şeyi diyoruz.

Antikomünizm İslamcı hareketin alamet-i farikasıdır. Başlangıcında hep bu var. 1950’li yıllarda Soğuk Savaş’ın sıcağında Demokrat Parti marifetiyle Türkiye’nin her tarafında Komünizm Mücadele Dernekleri kuruldu. “Nur talebeleri” bu derneklere koştu ve ilk siyasi tecrübelerini “Komünizmle mücadele” içinde yaptı. Derneğin kurucuları ve üyeleri arasında Cemal Gürsel, Adnan Menderes, Celal Bayar, Süleyman Demirel ve Turgut Özal gibi toplumun gericileştirilmesinin müsebbipleri de vardı. Toplamı devlettir. Derneğin önde gelen üyeleri, daha sonra İlim Yayma Cemiyeti'nin kuruluşuna da önayak oldu. Çıkışlarında, duruşlarında hep iflah olmaz bir antikomünizm vardır.

Antikomünizmin esası emperyalizmle iş birliğidir. Cumhuriyetin kuruluşundan beri İslami hareket emperyalizmin işbirlikçiliği rolünü gönüllü olarak üstlendi. Varlığını o uğursuz rol sayesinde sürdürebildi. Haliyle, 1960 darbesinden sonra sol yükselince, onlar da sola karşı büyük bir atılım yaptılar. Emperyalizmin “yeşil kuşak” projesi yürürlükteydi. İhtiyaç hâsıl oldu, Komünizmle Mücadele Derneği’nin yanına Milli Türk Talebe Birliği iliştirildi. Abdullah Gül, Recep Tayyip Erdoğan, Ahmet Davutoğlu, Numan Kurtulmuş gibi siyasiler de işte bu örgütten geliyor. Sonra o örgütün içinden de “Ak Genç” çıktı. TİP’e, Komünizme, Sovyetler Birliği’ne düşman, Amerika’ya yandaştılar. Bugünkü AKP kadrolarının büyük ağırlığını o MTTB-Ak Genç üyeleri oluşturuyor.

Necip Fazıl, Nurettin Topçu, Sezai Karakoç… Siyasal İslamcılığın tarihinde sembol olmuş kim varsa antikomünizmle zehirlenmiştir. Şimdi şair diye yutturulup Nâzım’ın yanına iliştirilmeye çalışılan Necip Fazıl, “Komünistlikle Mücadele Polisi” kurmayı önermişti vakti zamanında. “Demokrasi taassubu, komünizmayı himayeye kadar vardırılamaz. Devlet istediği şahsı durdurup, Komünist olmadığını ispat et diyebilmek vasıta ve salahiyetine sahip olmalıdır” demişti. Gerek kalmadı, iktidar olup bütün devleti “Komünistlikle Mücadele Polisi”ne dönüştürdüler. Özetle, tarihimizdir.  

***

Bir emekli general var. Generalliğinden çok radikal bir İslamcıydı. Bir ara Cumhurbaşkanı’nın Savunma Başdanışmanı ilan edildi, sonra istifa edip ayrıldı. Tartışmalı SADAT adlı şirketin kurucusu ve patronudur. 1944 doğumlu. Liseden sonra 1 yıl İstanbul Üniversitesi Fen Fakültesi’nde zooloji okumuş. 1963-64 döneminde Harbiye’ye girip 1966’da mezun olmuş. Kadrosuzluktan emekliye ayrıldığı 1996 yılına kadar 30 yıl orduda görev yapmış. Görev derken öyle sıradan işlerden söz etmiyoruz; Gayri Nizami Harp kursu görmüş, Genelkurmay’a bağlı Özel Harp Dairesi Başkanlığı, KKTC’de Sivil Savunma Teşkilat Başkanlığı yapmış. Adı geçen kuruluşlar, bizim “kontrgerilla” dediğimiz gizli yapılanmanın açıkta kalan kısımlarıdır. 

SADAT’ı neden kurduğu sorulunca “Mehdi gelsin diye ortamı hazırlıyoruz” diyen bu adam sanıldığı gibi AKP’nin yetiştirmesi değil. O Harbiye’den başında takkesiyle mezun olduğunda daha ortalıkta Erbakan’ın partisi bile yoktu. Kendisini hiç saklamamış, takkesini hep başında tutmuş. Silah arkadaşlarının dediğine göre TSK’da görev yaptığı sürede dini amaçlarına alet eden uygulamalar içinde olmuş, İstanbul Maltepe’deki Tugay Komutanlığı sırasında kışlanın içine dini sokmuş, kendine oradan adam devşirmeye çalışmış, kışla içinde toplu namazlar kıldırmış. Bakın, bütün bunlar “mehdi çağıran” Fethullahçılık peyda olmadan öncedir. Takke kabak gibi göründüğü halde “laik” T.C. ordusu, “birader ne yapıyorsun” dememiş, ilgilenmemiş, görmezden gelmiş, korumuş, generalliğe kadar yükselmesini sağlamış. 

Peki neden ve nasıl olmuş bu? Çünkü İslamcı hareket içinde olduğu gibi ordu içinde de NATO imalatı antikomünizm yürürlüktedir. Komünizm korkusuyla 1946’dan itibaren devlet tarikatlarla barışmış, imam hatiplere ihtiyaç hasıl olmuş ve tabii silahlı kuvvetlerinin kapıları İslamcılığa açılmıştır. Antikomünizm bütün cumhuriyet düşmanlarını devletin doğal ortağı haline getirmiş, meşrulaştırmıştır. Takkeliler yükselişlerini Komünistlere borçludur.

Demem o ki SADAT’a bakıp kaygılanmaya gerek yoktur. Devletin resmi silahlı kuvvetleri ile SADAT arasında ne fark kaldı ki? Başında Adnan Tanrıverdi’nin yetiştirdiği bir “bakan” var. Kendine özel askeri kıyafetler diktirdi 15 Temmuz şeyinden sonra. General mi, bakan mı, ordu imamı mı belli değildir. Yani SADAT’a muhtaç bir durumu yok siyasal iktidarın.

***

Bir vakıf üniversitesi var. SADAT kurucusu Tanrıverdi onun da kurucularından ve eski “mütevelli heyeti” üyesi. Rektörü de SADAT kurucu ortaklarından biri. O da asker kökenli takkelilerinden. Uzun yıllar Gülhane Tıp Akademisi’nde (GATA) albay rütbesi ile görev yapmış, 1994’de emekliye ayrılmış. Kendisine bakılırsa emekliliği eşinin başörtülü olması sebebiyle. Aradan yıllar geçti hala emekli mi edildi yoksa atıldı mı bilemiyoruz.

Toplandılar bir üniversite kurdular. “Üsküdar Üniversitesi” Nevzat Tarhan’ın yönetimindedir ama Tanrıverdi de Üniversitenin yöneticilerinden biriydi. 2011’de dağıtıma çıkardığı laik cumhuriyete karşı anaya taslağını “Adnan Tanrıverdi-Emekli Tuğgeneral, ASDER Onursal Bşk. ve Üsküdar Ün. Mütevelli Üyesi” diye imzalamıştı. Merak edenler baksın, pek paramiliter bir üniversitemizdir. 

Sedat Peker şöyle demişti üniversitenin rektörü için; “Ordudan mecburi emekli edilen Üsküdar Üniversitesi rektörü Nevzat Tarhan’ın uzmanlık alanı psikolojik harptir. Nevzat Tarhan’la çalışmalarınız ne üzerine? Güvenlik şirketiyiz diyorsunuz. Nevzat Tarhan’ın sizin için yaptığı psikolojik harp çalışmalarının sebebi nedir?" Sonra bu sorularını şöyle sürdürdü; “Ülkede korku iklimi yaratmak için silahlanın çağrısını yapmam ortak fikirdi. Oluk, oluk kan dökülme çıkışını yapacağından haberdar değildik diyemezsiniz. O tarihlerin birkaç gün öncesinde yaptığım görüşmelerin HTS kayıtları da ortaya çıkacaktır.” Özetle Peker asma, kesme, oluk oluk kan akıtma içerikli açıklamalarının SADAT ve Nevzat Tarhan odaklı bir psikolojik harp taktiği olduğunu söylüyordu. Mağdur olup kaçmasa, bugün bir “SADAT Peker” vakasıyla karşı karşıya kalmıştık. 

Ne güzel değil mi? Ordudan atılan takkeliler toplanıp bir “eski asker” şirketi ve bir üniversite kurmuş. Bir yandan silah eğitimi verip bir yandan psikolojik harp taktikleri geliştiriyor. Halkı korkutup terör estirsin diye bir ülkücü-tilkici mafya babasını ayarlıyorlar. O da çıkıp ulu orta halkı tehdit ediyor, oluk oluk kan akacak diyor. Tamam SADAT’ı anladık, şimdi dönüp bir de o üniversiteye bakın bakalım ne göreceksiniz?

Nevzat Tarhan, bu rolleri üstlenmeden önce sağın önde gidenlerinden Psikolog Ayhan Songar’ın asistanıydı. Songar aynı zamanda Türk-İslam Sentezinin önemli ideologlarındandı. 12 Eylül darbesinden sonra ikilinin yolları Muazzez İlmiye Çığ ve Kardeşi Turan İtil’in “CIA referanslı” HZİ Vakfı ile kesişti. Cunta yol verdi, Turan İtil ve Ayhan Songar solcu mahkumlar üzerinde ilaç deneyleri yaptı. Tarhan kendisinin bu çalışmalara katıldığına ilişkin iddiaları reddediyor ancak, tabii, “sohbetlerden” hatırladıkları var. Hocası bu deneylerin sonucunu asistanına, “sağcılar salak, solcular psikopat çıktı” diye özetlemişti. Uzatmayayım, uzunu “Bizim sevgili hastalığımız” başlıklı yazıda anlattım. İsteyen oraya bakar. 

***

Söyledim, hatırlatayım; Türkiye’de solcuysanız ömrünüz NATO ve Kontrgerilla ile mücadele içinde geçmiştir. Bilirsiniz, Said-i Nursi gider Fethullah Gülen Gelir, Ayhan Songar gider Nevzat Tarhan yerini doldurur. Turgut Özal gitmeden Tayyip Erdoğan’ı yerine hazırlarlar. Sabri Yirmibeşoğlu’nun Adnan Tanrıverdi’den ne farkı olduğunu sanıyorsunuz? Hepsini antikomünizm şekillendirmiştir. 

İşte siyaseti, işte askeri, işte üniversitesi. Kimse kusura bakmasın, bu çürümüş düzeni tek başına AKP kurmadı. O, çürümüş olanı devraldı, ömrünü uzattı. İçinde kim varsa eski düzenin yetiştirdikleri ve çürüttükleridir. Görüp dehşete kapıldığınız ise bir yürüyen ölüler düzenidir.